Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri Kibri Neye Benzetiyor?
İnsanı gaflete sürükleyen nefsânî takıntılar, süflî arzular ve dünyevî ihtiraslar; kulun Hakkʼa vuslat yolunda mânen terakkîsine ayak bağı olan gölge varlıklardır. Bu kalbi hastalıkların başında gelen kibri Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri neye benzetiyor?
Hüdâyî Hazretleri buyurur:
İlâhî, çün halâs ettin müderrislik kazâsından;
Visâlin lûtfedip kurtar bizi varlık azâbından…
“Ey Allâhʼım! Müderrislik (ve kadılığın mânevî tehlikelerin)den kurtardığın gibi, vuslatını lûtfederek bizi varlık azâbından da kurtar!”
Hakkʼa vâsıl olmak için; ilmin, makâmın, mansıbın, servet ve şöhretin nefse verebileceği gurur, kibir ve enâniyeti bertaraf etmek zarurîdir.
Merhum Necip Fâzılʼın:
Gönlüm uçmak dilerken semâvî ülkelere;
Ayağım takılıyor, yerdeki gölgelere…
mısrâlarıyla hulâsa ettiği gibi, insanı gaflete sürükleyen nefsânî takıntılar, süflî arzular ve dünyevî ihtiraslar; kulun Hakkʼa vuslat yolunda mânen terakkîsine ayak bağı olan gölge varlıklardır. Bu gölge varlıkların kesâfetiyle de letâfet iklimine varılamayacağı muhakkaktır.
Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennetʼe giremez.” buyrulmuştur. (Müslim, Îmân, 147)
HACI BAYRAM-I VELÎ HAZRETLERİ KİBRİ NEYE BENZETİYOR?
Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri de:
“Kibir, bele bağlanmış bir taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.” diyerek mânevî tekâmülün önündeki en büyük engelin, nefsin gurur, kibir ve enâniyeti olduğunu ifade etmiştir.
Mevlânâ Hazretleriʼnin şu îkâzı ne kadar mânidardır:
“Hünerli, bilgili kişi iyidir ama, İblis’ten ibret al da buna fazla değer verme! Unutma ki, Hakk’ın rahmetinden kovulmuş olan mel’un İblis, yüz binlerce yıl Allâh’ın en yakınlarından biriydi, meleklerin emîri idi. Fakat bilgisi ve ibadeti ile gurura kapıldı, nazlandı. Âdem -aleyhisselâm- ile uğraştı. O’nu küçük gördü de pislik gibi rezil oldu gitti.”
Yine, Belʻam bin Bâûrâ da mânevî ilimlere mâlik, duâsı makbul biriydi. Fakat o da nefsinin hevâsına uydu, perişan olup gitti.
Kârun da önceleri sâlih biriydi. Fakat Cenâb-ı Hakkʼın lûtfettiği ilim ve serveti kendinden bilerek şımardı. Bunların birer imtihan vesîlesi olduğunu unutacak kadar kibir şaşkınlığına ve gurur ahmaklığına dûçâr oldu. Cenâb-ı Hak da onu güvendiği hazineleriyle birlikte yerin dibine geçirdi.
Zira Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-‘ın buyurduğu gibi;
“Kul, dünya nîmetlerinden bir şey sebebiyle kibirlendiğinde, Allah Teâlâ, o nîmet kulundan gidinceye kadar ona buğz eder.”[1]
Dolayısıyla insanı gurur ve kibre sevk ederek nefsâniyetini palazlandıran, ona Rabbinin âciz bir kulu olduğunu unutturan, Allâhʼın kullarına karşı kendini büyük görme hissi veren her şey, zâhiren bir nîmet gibi görünse de, hakîkatte Cenâb-ı Hakkʼın gazabını celbeden birer iptilâdır.
İşte Bursa Kadısı Mahmud da, makam-mevkî, servet, şöhret ve îtibârın kendisini mânen zehirlemesi endişesiyle Üftâde Hazretleriʼnin terbiyesine girmiş, nefsini yerle bir edebilmek için sırmalı kaftanıyla sokaklarda ciğer satmış, dergâhta helâ temizlemiş, tevâzu ve mahviyet üzere samimiyetle hizmet etmiştir. Nefsânî ihtilâçlarını bertaraf ettikten sonra ise kalbinde bambaşka ufuklar açılmıştır. Böylece Kadı Mahmud gitmiş, yerine cihan sultanlarına dahî yön veren bir mânâ sultânı olan “Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri” gelmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Eylül, Sayı: 439