Hadi Bir Zengin Bulalım!

Aradığın dal sensin, boşluklara uzanma! Kendinsin aradığın, bir başkasıdır sanma! 

Babam elime iplik ve tığ verdiğinde üç yaşında bir çocuktum. Bana zincir çekmeyi öğretti ve her gün işe giderken ödev verdi. İşten gelince yaptığıma bakar, beğendiyse “aferin” der, beğenmediyse söker ve tekrar yapmamı isterdi. Böylece ilk motifimi dört, ilk elbezimi de beş yaşında örmüş oldum. Babam beni üretmenin ve başarmanın hazzıyla tanıştırdı. Tabii bu sırada, çekilmesi gereken tüm zorluklarla da tanışmış oldum.

Aradan yıllar geçti. Evlendim. Geçim sıkıntıları, ele güne karışmanın mâlum zorlukları birçok kişi gibi bizi de buldu. Bir gece, o zamanlar henüz bebek olan oğlumu zar zor uyuttuktan sonra, elime yine tığ ve ip aldım. Çünkü birkaç gün içinde bitirmem gereken bir dantel işi vardı. Model zordu, ip inceydi, örerken parmaklarım acırdı.

O gece geç bir vakitte babamı aradım. Telefonu endişeyle açtı. Ona, “Bana çocukken zincir çekmeyi öğrettiğin için teşekkür ederim” dedim. “Çünkü eğer bunu yapmamış olsaydın, şimdi kendi ihtiyacımı giderebilecek durumda olmaz, başkalarının eline bakardım. Oysa şu anda örmekte olduğum dantelden kazanacağım parayla, muhtaç olmaktan korunuyorum. Teşekkür ederim”. Sustu. Duygulandı. Buruk, yorgun; fakat mütebessim bir görüşme oldu. Sonra babam, kendisini şaşırttığım zamanlarda hep ettiği bir duâ ile telefonu kapattı: “Deli kullarını göğe çek yâ Rabbî!” O deli dediğinde, bilirdik ki bu cân u gönülden söylenmiş çok büyük ve özel bir iltifattır.

Muhterem babam için sanat, altından ziynetti. Hep derdi ki “Kızım, koluna tak, dursun. Lâzım olmadığında süsündür, zenginliğindir. Lâzım olunca kolundan çıkarır bozdurursun, ihtiyacını giderir.” İşte bu düşünceyle, sadece tığ ve ip değil, çocuk yaşlardan itibâren iğne, iplik, boya, fırça, kitap, kalem hep elimizde, hayatımızda oldu. Bizim evde boş oturmak yasaktı. Ya elişi yapmalıydık, ya kitap okumalıydık, ya bir şeyler yazmalıydık… Üstelik mutfakta aşçı olup yemek ve kek de yapmalıydık. Evin süpürülüp silinmesi gerektiğinde, temizlikçi de bizdik. Allah’a sayısız hamd u senâ olsun ki kendi işimizi görmeye, kendi eteğimizi dikmeye, kendi çorabımızı örmeye, kendi ekmeğimizi pişirmeye alıştırılarak yetiştirildik.

BİR BABANIN KIZINA VEREBİLECEĞİ EN GÜZEL HEDİYE

Zamanla çok daha iyi kavradım ki bu, bir babanın kızı için yapabileceği en büyük iyilikmiş. Meğer babam bana hürriyeti ve zenginliği hediye etmiş! Allah hayırlı uzun ömür versin, son nefesinde de selâmet lûtfetsin.

Bizim için hayat, bu minvâlde devam eden bir süreç olduğundan, sorunlarımıza çözüm bulmaya ve bir şeyler lâzım olduğunda, kafamızı çalıştırmaya alıştık. Böylece, karşımıza çıkan her zorlukla beraber istîdâdımız gelişti, ufkumuz genişledi. Yorgunluğunu çekip, emek verip elde edince, şükrümüze de ayrı bir güzellik geldi.

Fark ettik ki Rabbimizin bize verdiği zenginlikle, başka hiçbir zenginlik boy ölçüşemez. Fark ettik ki bizi mûcizevî bir şekilde donatmış da yaratmış olan Mevlâmız, aslında sadece kendisine muhtaç kılmış. Burada, klasik göz kulak muhabbetine girmeyeceğim. Yani, gözlerini kaça alırsın, bir kolunu kaça satarsın, demeyeceğim. Bunlar zaten, her aklı başında insanın takdir etmiş olması gereken mevzûlar. Yani sadece sağlıklı ve eksiksiz vücutlarımız birer eşsiz hazine ve pahasını kimse biçemez.

ALLAH'IN VAADİ

Burada asıl istediğim, Rabbimizin bize lûtfettiği maddî zenginliğin farkına vardırmak. Meselâ, başladığın bir kurs inşaatını bitiremediğinde veya bir hizmeti yürütmek için az ya da çok para gerektiğinde, hemen zengin olduğunu düşündüğün birini arayıp para istemek yerine, neler yapabileceğini göstermek. Bence bunu herkes öğrenmeli ve bire on sırrına herkes ermeli. Allah’ın verdikçe veren, dağıttıkça lûtfeden yanıyla herkes tanışmalı. Bunun için Allah’ın vaadine herkes tam bir teslimiyetle îtimat duymalı.

Öncelikle hiç şüphe etme ki aradığın zengin sensin. Sadece, elindeki eşyalara, kıyafetlere, takılara dikkatlice baktığında bile bunu göreceksin. Şimdi hemen listelemeye başla: Bugün ölecek olsan, hesabını vermekte zorlanacağın, gereksiz ya da fazladan ne kadar eşyan var? Duvarında asılı duran, olmasa da olabilecek kaç levhan var? Beğenip beğenmeyeceğini bilmediğin halde, kızına çeyiz olsun diye yığdığın kaç koli malın var? Sürekli kullanmakta oldukların dışında, çekmece ve dolaplarda bekleyen kaç eşarbın, gömleğin, eteğin, ceketin… var? Lüzûmundan fazla kaç çift ayakkabın var? Ondan hâtıra, bundan yâdigâr deyip sakladığın kaç kıymetlin var? Hepsini alt alta yaz. Her birine bir fiyat biç. Topla ve bu tahmînî rakamı sakın küçümseme.

Sonra ya tek tek, ya da bir hayır tezgâhı açarak sat bunları. Böylece hem kabirdeki hesâbını, hem dünyadaki yükünü hafiflet. O vakit, ellere el açmaktan kurtulur, kendisinden vazgeçtiğin dünyanın nasıl da peşine düştüğünü görürsün. Kişi, kendindeki zenginliği küçümsemeyip Allah yoluna adadığında, yük olmayan, yük hafifleten mü’min olur. Bir ihtiyaç hâsıl olduğunda, kendine yönelip neleri fedâ edebileceğini bul. Unutma ki sen Allah için fedâ ettikçe, Allah sana daha fazlasını verecek. Sen, kendindekini küçük görüp hizmete sunmadıkça, olan da gidecek. Dilini yok demeye değil, var demeye alıştır. Alan değil, veren olmaya alış. Hazreti Ebû Zer gibi çorbana koyacak fazladan buğdayın olmasa bile, suyunu artırarak yine de Allah için ikram et de gönül sevindirdikçe duâya, duâlar aldıkça iki cihan zenginliğine yaklaş.

Bir şey lâzım olunca, “Hadi bir zengin bulalım!” diyor, kolaycı ve hazırcı olmayı seçiyorsan, aslında mihnet olmayı seçiyorsundur. Zengin adını koyduğun kişi de alt tarafı insan, hangi bir yere yetişsin!? İkide bir isteyip bunaltma. Karşısında sürekli boyun büküp onun da nefsini kabartma. İyi bil ki kimse para basmıyor. Herkes, bazı zorluklarla mücâdele ederek nimete kavuşuyor. Sen pişmiş balık istiyorsun. Halbuki eline oltayı alıp balık tutmaya çalışman, ihtiyâcın olanı Allah’tan işte böyle umman gerekiyor. Zaten, yeterince ihlâslı ve nasipliysen, balıklar oltana gelir.

BEREKET DEMEK

Diyeceğim o ki elinde, kolunda, gözünde, özünde mevcut kabiliyetlerini keşfedip kullan! Çoğu aza mâl ederek kâr et. Ununu ekmeğe, ipini yeleğe çevirip satarak, daha çok çalışarak, yemeğini azaltarak ve ayağını yorganına göre uzatarak yaşa. Kuruşundan veremeyen, milyonundan da veremez. Asıl olan çok olması değil, Allah için olmasıdır, unutma. Bereketi bir masal kahramanı zannedersen, hayatına gelemez. İyi bil ki bereket, bugün de yaşayan dipdiri bir güzeldir, tanış. Mevcûdu nefsin için değil, Allah için sarf etmeye alış. Ensar ol, nesline de bu vasfı miras bırak. Zengin arama, kendindeki zenginliği bulmaya bak. Aradığın dal sensin, boşluklara uzanma! Kendinsin aradığın, bir başkasıdır sanma!

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 374, Nisan 2017

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.