
Hak Dostlarına Karşı Edep
Hak dostlarına karşı edep nasıl olmalıdır? Büyüklere ve faziletli insanlara hürmete dair birkaç misal.
Ebu’l-Leys -rahmetullâhi aleyh-; “Peygamber’i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın...” (en-Nûr, 63) âyetinin tefsirinden sonra der ki:
“Ayrıca bu âyetten, faydalı ilim öğreten sâlih hoca efendilere hürmet edilmesi gerektiği de anlaşılmaktadır. Hocaların ve fazîlet sahibi insanların haklarına riâyet etmek gerektiğine işâret edilmiştir.
Bundan dolayıdır ki Hak dostları anılırken hangi dilde olursa olsun, onlar için saygı ve hürmet ifâde eden lâfızlar kullanılmalıdır. Çünkü maddî babalarımızı bile isimleriyle çağırmaktan nehiy vârid olduğuna göre mânevî babalarımız olan Hak dostlarının isimlerini tasrih etmek ne kadar edepsizlik olur, bir düşün!” (Rûhu’l-Beyân, VII, 447)
HAK DOSTLARINA KARŞI EDEP
Yani Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gösterilmesi îcâb eden edebin en mühim tezâhürlerinden biri de O’nun vârisleri durumunda olan Hak dostu âlim ve âriflere karşı edep ve nezâket göstermektir.
Mânevî inkişâf için, peygamber vârisi âlimlerin, âriflerin ve Hak dostlarının rehberliğine tevâzû ve edeple mürâcaat edip, tavsiyelerini cân u gönülden tatbîke gayret etmelidir. Hak dostlarının yakınında ve terbiyesi altında bulunmayı nîmet bilmelidir. Zira onların huzûruna edeple gelen, lutufla gider.
Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Tefsîr, 15)
Hadîs-i şerîfteki “Sakınınız!” îkâzı; “Kâmil mü’minlerin huzûruna gizli hesaplar ve gönül bulanıklığıyla gitmeyin! Onlar, müstesnâ bir firâsetle sizin gizlemeye çalıştıklarınızı da görürler.” mânâsına gelir. Bundan dolayıdır ki; “Ulemânın yanında diline, evliyânın yanında kalbine sahip ol!” denilmiştir.
Bu itibarla, gönülleri Cenâb-ı Hakk’ın husûsî rahmet nazarlarına muhâtap olan Hak dostlarına karşı daha büyük bir titizlikle edebe riâyet etmelidir. Onların huzûrunda izin almadan konuşmak, oturmak, kalkmak, kaba davranışlar içinde olmak, mânevî istifâdeyi zaafa uğratacağı gibi Hakk’ın gazabını da celbeder.
Osmanlı’nın ârif gönüllü sultanlarından Yavuz Selîm Han, velîlerin huzûruna girdiği zaman büyük bir edep ve mahviyet gösterir, gerekmedikçe tek kelime konuşmazdı. Nitekim Şam’da büyük velîlerden Muhammed Bedahşî Hazretleri’ni ziyâretinde hiç konuşmamış, sadece dinlemiş ve sonra da huzûrundan öylece ayrılmıştı. Beraberindeki devlet ricâli, bu hâle şaşırarak:
“–Sultanım! Sadece dinlediniz. Ne hikmettir ki, bir kelâm bile sarf etmediniz?” diye sormuşlar, Yavuz Hân da cevâben:
“–Büyük evliyâullâhın meclisinde onlar konuşurlarken başkalarının konuşması -velev cihan pâdişâhı bile olsa- uygun düşmez. Biz sultan isek de, böyle mâneviyat sultanlarının himmetlerine her zaman muhtâcız. Şâyet huzurlarında konuşmam îcâb etseydi, bunu belli ederler ve söz söylememi temin ederlerdi.” demiştir.
İşte Yavuz Selîm Han, ehl-i kalbe karşı böylesine yüksek bir edep ve hürmet gösterirdi. Onlara duyduğu hayranlığı, şiirlerinin bir beytinde şöyle ifâde etmiştir:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş...
Pâdişâhından halkına kadar Hak dostlarına karşı müstesnâ bir edep ve muhabbetle temâyüz etmiş olan Osmanlı’nın son günlerine dek Boğaz’da deniz seferi yapan kaptanlar; yolcularını, Üsküdar’dan geçerken Azîz Mahmûd Hüdâyî -kuddise sirruh-’un, Beşiktaş önünden geçerken Yahyâ Efendi Hazretleri’nin dergâhlarına, Beykoz’dan geçerken de Yûşâ u tarafına doğru tevcîh ederek “Fâtiha”ya dâvet ederlerdi. Bir zamanlar İstanbul halkının, beldelerinde medfun olan büyük velîlere karşı edebi işte böyleydi!
Sözün özü edep, İslâm’ın insanlara tâlim ettiği ve son derece ehemmiyet verdiği bir husustur. Bu hassâsiyet, başta Allâh’a, Peygamber’e, Hak dostlarına olmak üzere ana-babaya, mü’minlere ve silsile hâlinde bütün mahlûkâta kadar uzanır.
Altın ve gümüşün zenginliği gider, lâkin edebin zenginliği hep bâkî kalır. Dolayısıyla mü’minler olarak, edep kâidelerini öğrenmeli, bunları canlı tutmaya îtinâ göstermeli ve başkalarına da bizzat yaşayarak örnek olmalıyız. Bunun için de âdâb-ı muâşeret kitaplarına mürâcaatla hâlimizi nasıl daha güzel kılabileceğimizi öğrenmeli, daha mühimi canlı bir kitap olan edep ehli sâlih mü’minlerle hemhâl olarak, onların güzel hâlleriyle hâllenmeye gayret etmeliyiz.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları
YORUMLAR