Hak Dostlarında Akraba İle İlişkiler
Resûlullah - sallallahu aleyhi ve sellem - Efendimizin akrabasaları ile olan münasebetleri nasıldı? Hak dostlarının akraba ile ilişkileri.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Allah Teâlâ varlıkları yaratma işini tamamlayınca, akrabalık bağı (rahim) ayağa kalkarak:
– (Huzurunda) bu duruş, akrabalık bağını koparan kimseden sana sığınanın duruşudur, dedi.
Allah Teâlâ:
– “Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmeme, seninle ilgisini kesenden rahmetimi kesmeme râzı değil misin?” diye sordu.
Akrabalık bağı:
– Evet, râzıyım, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
– “Sana bu hak verilmiştir”, buyurdu.
Bunları anlattıktan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “İsterseniz (bunu doğrulayan) şu âyeti okuyunuz”, buyurdu:
“Ey münâfıklar! Siz iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkarır, akrabalarla ilginizi kesersiniz, değil mi? İşte Allah’ın lânete uğrattığı, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır” [Muhammed sûresi (47), 22–23]. (Buhârî, Tefsîru sûre 47, Edeb 13, Tevhîd 35; Müslim, Birr 16)
Mü’min ve mesuliyet daireleri dediğimiz zaman şöyle bir tablo önümüze çıkmaktadır: En yakın mesuliyet dairesi insanın kendisidir. Sonra anne-baba, eş ve çocuklardan oluşan ailesidir. Daha sonra bu aileye soy ya da evlilik yoluyla bağı oluşmuş olan yakınları yani akrabalarıdır. Ve nihayet komşuları, arkadaşları, mü’min kardeşleri ve tüm insanlık ailesidir… Bu daireleri diğer canlılar ve yaratılmışlar olarak da devam ettirebilirsiniz. Bu dairelerden her birine yönelik sorumluluklarımız vardır. İlişkilerin kemiyet ve keyfiyeti de bu sıralanışa göre olmak durumundadır. Bu sıralama aynı zamanda ehem-mühim sıralamasıdır.
Rabbimiz yüce kitabında sık sık akrabanın görüp gözetilmesini (sıla-i rahim) emreder1. Bu görüp gözetmenin içerisinde ziyaretler, ikramlar, ihtiyaçların giderilmesi, sevinç ve hüznün paylaşılması, hediyeleşmeler, selamlaşmalar gibi çok yönlü ilgi ve iletişim söz konusudur.
Akraba ile ilgili âyetlerde dikkat çeken iki kavram vardır: Birisi, “iyilik etmek, ikramda bulunmak, en güzel bir ilişki tarzını ve üslubunu gözeterek güzel davranışlar sergilemek” anlamında “ihsan” kelimesidir. Diğeri de “vermek” ve hatta “yanına çağırarak değil ayağına giderek vermek” anlamında “i’tâ” kelimesidir. Yani Rahmân ve Rahîm olan Mevlâmız, akrabalarımızla ilişkilerimizin, saygı, şefkat, infak, tevazu ve nezaket içerisinde, görüp gözetmeyi ihtiva eden ve kopmayan bir ilişkiler silsilesi halinde sürdürülmesini murad etmektedir. Diğer bir husus da bu ilişkilerde almaya değil, vermeye, onun gelmesine değil, gidilip ziyaret edilmesine ehemmiyet verilmesi istenmektedir. Şu hadis-i şeriflerde bu sırra işaret vardır:
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre bir adam:
– Yâ Resûlallah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar, dedi.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
– “Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninledir.” (Müslim, Birr 22)
Yine Abdullah İbni Amr İbni Âs’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akrabasının yaptığı iyiliğe aynıyla karşılık veren, onları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten adam, kendisiyle ilgiyi kestikleri zaman bile, onlara iyilik etmeye devam edendir.” (Buhârî, Edeb 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45)
AKRABA HUKUKUNUN ÖNEMİ
Allah ve Resûlü, bir konuyu sıkça hatırlatıyorsa, orada çok sayıda ihmaller yaşanıyor ve yanlışlıklar yapılıyor demektir. Akraba hukuku da bunlardan birisidir. İnsan çoğu zaman yakınlarını ihmal eder de uzaklardakini görüp gözetmeye çalışır. Çekememezlik illeti de akraba arasında daha çok öne çıkar. Hatta öyle ki, kendisinin huzur ve refahı artıp da akrabanın düşkünlüğü ve muhtaçlığı derinleşse, bu ona nefsinin derinliklerinde gizli bir mutluluk bile verir. Esasen bu durum, nefs-i emmarenin ve şeytanın, kişiyi büyük hayırlardan mahrum etme projelerinden biridir. Halbuki akrabaya yapılan ihsan ve ikram, başkalarına yapılandan daha çok ecirlidir. Nitekim Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:
“Yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer: Biri, sadaka sevabı, öteki de akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.” (Tirmizî, Zekât 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 21)
Hak dostlarının öncüleri olan peygamberler, akraba ile ilişkilerinde de en güzel örnek davranışların mümessilleridirler. Hira Nur Dağı’nda Cebrail ile ilk buluşmasından sonra tedirgin bir şekilde evine dönen Habibullah’a, muhtereme zevcesi Hazret-i Hatice annemizin söylediği şu sözler bu anlamda mânidardır:
“Allâh’a yemin ederim ki, Allâh -celle celâlühû- seni hiçbir vakit utandırmaz (mahcûb etmez). Çünkü Sen, akrabânı himâye edersin, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fukarâya infâk eder, kimsenin yapamayacağı kadar iyilikte bulunursun, misâfire ikrâm edersin, Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde (halka) yardım edersin...” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Enbiyâ 21, Tefsîr 96; Müslim, Îman 252)
Allah ve Resûlünün her emrini aziz bilen Hak dostları da akraba ile ilişkilerinde son derece hassas ilişkiler geliştirmişlerdir. Kelimenin tam anlamıyla “ihsan” kıvamında bir ilişki sürdürmüşlerdir.
Hazret-i Ali -kerremellahu vecheh- buyurmuşlardır ki: “Kardeşlerimden birine bir dirhem yardımda bulunmam, benim için başkalarına yirmi dirhem infakta bulunmamdan daha sevimlidir.”2
Amr bin Dinar da şöyle dermiş: “Şunu iyi bilin ki, farz olan emirlerin dışında, akrabaya sıla-i rahim niyetiyle bir adım atmaktan daha ecirli bir amel yoktur.”3
Hemen her Hak dostunun bu alana yönelik örnek davranışlarından ve sözlerinden sayısız misaller vermek mümkündür. Ancak biz bu yazı dizisinde akrabaya verdiği ehemmiyetle de büyük bir örneklik sergilemiş olan Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Efendinin sıla-i rahim hassasiyetine tablolar halinde yer vermek istiyoruz. Zira o, büyük bir aile çevresine sahip olmasına rağmen, torunlarına, yeğenlerine ve aileye yeni katılan gelin hanımlara varıncaya kadar, her biriyle ayrı ayrı doyurucu bir ilgi ve iletişim içinde olmayı Rabbimizin lütfuyla başarabilmiştir. Merhum Ali Yakup Cenkçiler Hocaefendi onu bu yönü hakkında şöyle dermiş:
“Mûsâ Bey hiçbir şey yapmasa, onun bu büyük aileyi koruyup yönlendirmesi, kendisine fazilet olarak yeter”.
(Devam edecek)
Dipnotlar: 1) Bkz. Bakara Sûresi, 83, 177, 180, 215; Âl-i İmran, 45; Nisa Sûresi, 7, 8, 135. 2) Gazzali, İhyâ, I, 220. 3) İbn Ebi’d-dünya, Mekârimu’l-ahlak, s. 62.
Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Eylül 2019 - Sayı: 403
YORUMLAR