Hak Dostlarından Tevâzu Nasihatleri

Başkalarını hor görerek kendini beğenmek kadar, insanı mânen helâk eden başka bir felâket yoktur. Bunun içindir ki Mevlânâ Hazretleri, birçok mânevî tehlikeden selâmetin; tevâzuya bürünmekle mümkün olacağını ifade sadedinde şu teşbihte bulunmuştur: “Kılıç, boynu olanın boynunu keser!.. Gölge, yerlere döşenmiş olduğundan, hiçbir kılıç darbesi onu yaralamaya muvaffak olamaz.”

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri buyurur:

“Âlim ve ârif zâtlar, şu hakîkat üzerinde ittifak etmişlerdir ki, bir kimsenin kendi nefsini beğenmesi, başkalarını hor görmesi ve diğer insanlardan daha takvâ sahibi olduğuna inanması, büyük günahların en büyüklerindendir.”[1]

[Allâhʼın kullarını küçük gören, hakîkatte Allâhʼa karşı kendini küçük düşürmüş olur. Zira hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:

“İnsana günah olarak, müslüman kardeşini küçük görmesi yeter.” (Müslim, Birr, 32)

Cenâb-ı Hakkʼın kardeş kıldığı müslümanların, birlik, beraberlik, kaynaşma ve dayanışmasına en büyük engel teşkil eden, gurur, kibir, enâniyet ve üstünlük iddiâları; esâsen, bütün sermayesi “yokluk” ve “hiçlik” olan insanoğlu için, en büyük haddini bilmezliktir. Zira insanın sahip olduğunu düşündüğü maddî-mânevî bütün nîmet, imkân ve meziyetler; bütünüyle Cenâb-ı Hakkʼın lûtfudur. Yani hakîkatte Allâhʼa aittir. İnsan, ancak bir emanetçidir.

İnsanın, emânetçisi olduğu nîmetleri kendisinin zannederek bundan nefsine pay çıkarması; Cenâb-ı Hakkʼın “kibriyâ” sıfatıyla ortaklığa kalkışması demektir. Lâkin tevhîd akîdesinin hiçbir şekilde ortaklığa tahammülü yoktur. Bu yüzden ortaklığa kalkışan, kahrolur gider. Nefsini büyük ve aziz tutan; rezil ve zelil olmaktan kurtulamaz.

Öte yandan, başkalarını hor görerek kendini beğenmek kadar, insanı mânen helâk eden bir başka felâket yoktur. Bunun içindir ki Mevlânâ Hazretleri birçok mânevî tehlikeden selâmetin; hiçlik, yokluk ve tevâzûya bürünmekle mümkün olacağını, şu teşbihle ifâde etmiştir:

“Kılıç, boynu olanın boynunu keser!.. Gölge, yerlere döşenmiş olduğundan, hiçbir kılıç darbesi onu yaralamaya muvaffak olamaz.”

Yine Mevlânâ Hazretleri;

“Tevâzû ve mahviyette toprak gibi ol!..” buyurmuştur.

Nasıl ki toprak, ayaklar altında ezilir, bütün mahlûkâtın cürûfunu kabullenir, sîneye çeker, içinde kaybedip hazmeder, sonra da bunları, tertemiz çiçekler, meyveler, gıdâlar hâlinde takdim ederse; mütevâzı bir müʼmin de aynen öyle olur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi 358. Sayı, Sayfa: 032, Aralık 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.