Hak Dostlarının Hayat Düsturları

HAYATIMIZ

O Rahmet Peygamberi bize; son nefesimize kadar her ânımızı “Rûhânî Bir Hayat Terbiyesi" bereketi içinde yaşatacak düsturlar hediye etmiştir. 

Kâinatta ne varsa her şey Cenâb-ı Hakk’ın muhabbet ve rahmetiyle mevcut, muhabbet ve rahmetiyle müzeyyen, muhabbet ve rahmetiyle değerli. Yâni Rabbimizin insanlara muâmelesi dâimâ rahmet. Bu rahmet sâyesinde kâfirler bile nefes alıyor, rızıklanıyor. Bütün zulüm, fesat ve isyana rağmen şu dünyânın ayakta durması da, hep bu rahmetin enginliğine bağlı. Çünkü rahmet-i ilâhî, her zaman gazab-ı ilâhîden daha önde. Çünkü Cenâb-ı Hak, rahmeti ve merhameti seviyor. Öyle ki, en son gönderdiği en şerefli Peygamber Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i de “rahmet” olarak tavsîf ediyor. Buyuruyor ki: “(Ey Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107) Kâinatta ne varsa bu rahmetten müstefîd. Bilhassa insanoğlu bu rahmetten daha ziyade nasibdâr. Üzerimizdeki nîmetler, hep O Rahmet Güneşi vesîlesiyle bize bahşedilen ilâhî ikramlar. Bütün güzellikler, ölçüler vesâire, hep o rahmetin tezâhürleri…

O rahmet, “Öyle Bir Rahmet Ki” bir kelebeğin rengârenk kanatlarındaki güzellik, açan bir güldeki letâfet, baharı süsleyen çiçeklerdeki zarâfet, insanoğlunu ahsen-i takvîme yükselten ahlâkî meziyetler ve nice âbide şahsiyetler yetiştiren ilâhî fazîletler, hep O’nun rahmetinden bir akis, O’nun rahmetinden bir lutuf… İnsanlık, ancak O “Emsâlsiz Örnek Şahsiyetten Yüce Ahlâk Ölçüleri” sâyesinde saâdet ve kurtuluşa erebilmekte… Buna göre; bütün varlıklar O’na dâimâ şükran borçlu. Bu borcun mukâbili de; O’na salevât ve coşkun bir muhabbettir. O’nun sevdiklerine de muhabbettir. Bu meyanda “Ehl-i Beyt Muhabbeti” gönlümüzü doldurmalıdır. Hulefâ-i Râşidîn’den sıdkıyet kutbu “Hazret-i Ebû Bekir”, adâlet timsâli “Hazret-i Ömer”, hayâ âbidesi “Hazret-i Osman” ve ilmin kapısı “Hazret-i Ali” -radıyallâhu anhüm- hazarâtına muhabbet ile onlardan bize intikal eden hayat düsturlarını rûhânî bir muhtevâ içinde yaşamayı bir nîmet bilmeliyiz.

Çünkü o hayat düsturları, insanlığı vahşet, zulüm ve ebedî felâketten kurtarmış ve saâdet dolu asırlar yaşatmıştır. “Toplum ve İdâreciler” için bu yüce düsturlara bîgâne yaşamak, ahlâk ve adâleti, doğruluk ve ilmi dumura uğratır. Oysa bütün toplumlar ve idâreciler, ancak doğruluk, ilim, ahlâk, “Hak ve Adâlet” temelleri üzerinde varlıklarını sürdürebilirler. Bu gerçeğin bize yüklediği “Mes’ûliyet”in ağırlığı da ancak “Emânet Şuuru” ile taşınabilir. Bu şuuru doğru bir şekilde kazanabilmek için derin bir “Tefekkür” içerisinde olmamız zarûrîdir. Fakat bu tefekkürü nefsâniyet anaforunda değil, rûhâniyetin bereketli zemininde gerçekleştirmelidir. Bu noktada aklı ve gönlü vahyin ışığında mânevî terbiye ile yoğurmak, tasavvufî bir eğitimle kalb-i selîme ulaşmak zarûrîdir. Sâlihlerle beraber bulunarak böyle bir kıvama erişmenin yanında, mâneviyat üstadlarımızın feyizli irşadlarının ve bu meyanda ehlullâh’ın sözcülüğünü îfâ eden “Hz. Mevlânâ’nın Gönül İklîminden Hikmet Parıltıları”nın gönüllerimizi olgunlaştırmada ayrı bir yeri vardır.  Bu feyizli muhtevâ içinde geçen bir ömür, rahmet ve bereket ile dopdulu geçmiş demektir. Rahmet ki, O Rahmeten li’l-âlemîn Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O Rahmet Peygamberi bize; son nefesimize kadar her ânımızı “Rûhânî Bir Hayat Terbiyesi" bereketi içinde yaşatacak düsturlar hediye etmiştir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Öyle Bir Rahmet ki, Erkam Yayınları, 2007, İstanbul