Hak Nuru İle Gıdalanan İnsan

İHSAN

İnsanı insan yapan ve onu sâir mahlûkattan ayıran husûsiyeti, mânevî hayatına ne kadar ehemmiyet verebildiğidir. Dolayısıyla insan ne kadar rûhî ihtiyaçlarını karşılayabilmenin derdinde olup Rabbine vuslat iştiyâkı içinde bir ömür yaşarsa, Kur’ân’ın tâlim ve telkin ettiği “insan-ı kâmil” hüviyetine, yani gerçek insanlık şeref ve haysiyetine o nisbette yaklaşmış olur.

Mevlânâ Hazretleri buyurur:

“Ten midesi, insanı samanlığa doğru çeker götürür; gönül midesi ise reyhanlığa ulaştırır!”

“Samanla, arpayla beslenen hayvan kurban olur; Hak nûru ile gıdalanan insan da yaşayan bir «Kur’ân» olur!”

İnsanın iki yapısı vardır: Biri türâbî, diğeri rûhî yapısıdır. Beden denilen ve topraktan yaratılmış olan türâbî yapımızın hayâtiyetini idâme için, nasıl ki maddî gıdalarla beslenmeye ihtiyacı varsa, Cenâb-ı Hakk’ın kendi rûhundan üfleyerek ihsân ettiği, dolayısıyla lâhûtî âleme mensup olan rûhî yapımızın da mânevî gıdalara ihtiyacı vardır.

Rûhun gıdâsı, başta “îman” olmak üzere, mârifetullah, muhabbetullah, ihlâs, takvâ, ilim ve hikmet gibi mânevî lezzetlerdir. Bu gıdâları alan bir gönül, Hakk’ın dergâhına güçlü-kuvvetli ve emin adımlarla yürür. Bunun aksine rûhânî rızkını ihmâl edip sırf midesinin gıdasına ehemmiyet verenler; hantallaşır, ahmaklaşır, gaflete dûçâr olurlar.

Ârif bir zât ne güzel söyler:

“Bu cihan, âkiller için seyr-i bedâyî (akıl sahipleri için sır, hikmet ve ilâhî sanatı kalben seyredebilmek), ahmaklar içinse yemek ile şehvettir.”

Gafil insan, bir gün toprağa vereceği bir kurban hükmünde olan türâbî yapısını her türlü zarardan koruyup en leziz gıdalarla beslemenin derdinde olur, cismânî zevklerin peşinde koşar da, rûhî yapısı için bu gayretin cüz’î bir miktarını bile gösteremez.

Hâlbuki insanı insan yapan ve onu sâir mahlûkattan ayıran husûsiyeti, mânevî hayatına ne kadar ehemmiyet verebildiğidir. Dolayısıyla insan ne kadar rûhî ihtiyaçlarını karşılayabilmenin derdinde olup Rabbine vuslat iştiyâkı içinde bir ömür yaşarsa, Kur’ân’ın tâlim ve telkin ettiği “insan-ı kâmil” hüviyetine, yani gerçek insanlık şeref ve haysiyetine o nisbette yaklaşmış olur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları