Hak ve Adalet Dini

İslâm nasıl bir hak ve adalet anlayışına sahiptir? İslâm’a göre kim dost kim düşmandır? Hak ve adalet dini: İslam...

Cenâb-ı Hak mutlak adâlet sahibidir. Zulüm asla O’na izafe edilemez. O’nun güzel isimlerinden (esmâ-yı hüsnâsından) biri, adâlet sahibi ve adâletin tâ kendisi mânâlarına gelen el-Adl ism-i şerîfidir.[1] Bu sebeple kullarından da tam bir adâlet ve hakkâniyet istemektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:

“Allah size, mutlaka emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder...” (Nisâ, 58)

İSLAM’DA ADALET ANLAYIŞI

İslâm, insanın kendi ve akrabaları aleyhine bile olsa adâletle hükmetmesini emreder. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey îman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, anne babanız ve akrabanızın aleyhine bile olsa Allah için şahitlik eden kişiler olun! (Haklarında şahitlik yaptığınız kişilerin) zengin veya fakir olmasına bakmayın, zira Allah onlara (sizden) daha yakındır. Nefsin arzularına tâbî olmayın ki haktan dönmeyesiniz ve adâlet üzere hareket edebilesiniz! (Şahitliği) eğip büker yahut ondan tamamen yüz çevirirseniz, (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır.” (Nisâ, 135)

Buradan anlaşıldığına göre, insana düşen “Adam kayırmak” değil, kendisine emredildiği şekilde adâlete riayet etmektir. Zira Cenâb-ı Hak, kulları için neyin faydalı neyin zararlı olduğunu daha iyi bilmekte ve onlara herkesten daha çok merhamet etmektedir.

İslâm’ın getirdiği bu adâlet anlayışı ile suçun şahsîliği kanunu topluma yerleştirilmiş, böylece suçluyu sırf kabile asabiyeti ile savunma, bir kişinin hatası yüzünden iki kabilenin birbirine girmesi ve uzun yıllar devam eden kan davaları sona erdirilmiştir. Ayrıca İslâm, suçluyu takip vazifesini tek bir fertten alıp devlete vermiştir.[2] Bu hüküm o günün şartlarında adâletin işleyişi açısından başlıbaşına bir inkılâp niteliğindedir.

Resûlullah (s.a.v) bir gün:

“–Kıyâmet günü gölgeye koşan sâbikûn kimdir biliyor musunuz?” buyurdu. Ashâb-ı kirâm:

“–Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler. Efendimiz (s.a.v):

“–Onlar, kendilerine hak verildiğinde onu kabul edenler, kendilerinden hak istendiğinde bunu cömertçe veren­ler ve insanlar hakkında hükmederken kendilerine hükmediyormuş gibi davranan kişilerdir” buyurdu. (Ahmed, VI, 67, 69)

İSLAM’A GÖRE KİM DOST, KİM DÜŞMAN?

İslâm’a göre temel diyalektik veya çatışma, zâlimler ve zulmü savunanlar ile âdiller ve adâleti savunanlar arasındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur” buyrulur.[3] İnsan haklarına saygılı olan insan ister Müslüman olsun ister olmasın onunla Müslümanların bir toplumda yaşaması mümkündür. Ancak, bir Müslüman zulüm yapıyor ve insan haklarına saygı göstermiyorsa, ona karşı çıkmak da bir vazifedir. Dolayısıyla sosyal seviyede biz ve öteki arasındaki ayrımın mihengi zulüm ve adâlettir.[4]

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zamanında, görünüşte Müslüman olan Tu‘me bin Übeyrik hırsızlık yapmış ve çaldığı zırhı bir yahûdinin evine götürüp saklamıştı. Zırh yahûdinin evinde bulununca, onu Tu‘me’nin getirdiğini söylemiş ancak suç üzerine kalmıştı. Allah Resûlü (s.a.v), Tu‘me’nin yeminine ve kabilesinin şahitliğine bakarak yahûdinin haksız olduğunu düşünmeye başlayınca Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerimelerle Resûlü’nü îkâz etti:[5]

“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab’ı hak ile indirdik; hâinlerden taraf olma! Ve Allah’tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok mağfiret edici, ziyadesiyle merhametlidir. Kendilerine hıyânet edenleri savunma; çünkü Allah hâinliği meslek edinmiş günahkârları sevmez. İnsanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Hâlbuki geceleyin Allah’ın râzı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıkları her şeyi kuşatır (O’nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler). Haydi, siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz, ya kıyamet günü Allah’a karşı onları kim savunacak yahut onlara kim vekil olacak?” (Nisâ, 105-109)

İçlerinde sahabeden Mikdâd bin Esved’in (r.a.) de bulunduğu bir askerî birlik düşman tarafından kuşatılmıştı. Birliğin başındaki kumandan hiç kimsenin bineğini otlatmaya çıkarmamasını emretti. Ancak bu emri duymayan bir asker bineğini otlatmaya çıkardı; kumandan bunu haber aldığında o askeri dövdü. Zavallı asker:

“Hayatımda hiç bu kadar dayak yememiştim” diye söylenerek yerine dönüyordu. Yolda Mikdâd bin Esved (r.a) ile karşılaştı. Onun perişan hâlini gören mübârek sahâbî ne olduğunu sordu. O da başına gelenleri anlattı. Bunun üzerine Mikdâd (r.a) kılıcını kuşanıp askeri de yanına alarak kumandanın yanına gitti ve:

“–Bu askeri dövmeye hakkın yoktu, kısas yapılması gerekiyor” dedi. Kumandan da bunu kabul ederek askere kendisini dövebileceğini söyledi. Ancak asker onu affetti. Kumandanın bu şekilde hakka boyun eğmesi üzerine Mikdâd (r.a):

“–Yemin ederim ki artık İslâm’ın hâkim olduğunu görebileceğim” diyerek onun yanından ayrıldı. (Ebû Nuaym, Hilye, I, 176)

Dipnotlar:

[1] Tirmizî, Deavât, 82/3507. [2] Bkz. Medîne Vesîkası, 25/b, 31, 36/b, 40. maddeler; Prof. Dr. M. Hamidullah, Vesâik, 1-7. [3] Bakara, 192. [4] Prof. Dr. Recep Şentürk, İnsan Hakları ve İslâm, s. 22. [5] Vâhidî, s. 183. Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 4/3036; Hâkim, IV, 426.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HAK VE ADALET NEDİR?

Hak ve Adalet Nedir?

İLK İNSAN HAKLARI BİLGİRGESİNİ İLAN EDEN PADİŞAH

İlk İnsan Hakları Bilgirgesini İlan Eden Padişah

İSLAM’DA ADALET İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İslam’da Adalet ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.