Hak ve Hakikat 'muhabbetle' Tanınır

Hikâyeler

Muhabbet, yaratılıştan gelen kalbî bir temâyüldür. Ancak kalbdeki muhabbetin seviyesi, muhabbet duyulanın ulviyyetine münâsip derecede olmalıdır.

Bu itibarla, kalbdeki muhabbet istîdâdının nihâî muhâtabı, Allâh -celle celâlühû-’dur. Lâkin kalbin Allâh muhabbeti gibi son derece yüksek bir muhabbete muktedir olabilmesi için, daha önce tâkat getirebileceği bâzı mecâzî muhabbet temrinleriyle merhale kat etmesi îcâb eder.

Varılacak nihâî gâye olan “Hakk’a vuslat”ı unutarak; mal, mülk, mevkî, servet, âile ve evlâd gibi fânî muhabbet merhalelerinden birinde takılı kalmak, gönül âleminin zaafa uğratılıp ziyân edilmesi demektir. Bundan kurtulmak için bütün fânî muhabbetlerin “muvakkat” merhaleler olduğunu hatırdan çıkarmayıp onlara karârınca değer vermek ve onları ilâhî muhabbete vâsıta kılmak zarûrîdir. Esâsen onlar, kalbin Allâh muhabbetini taşıyabilecek bir istîdâd kazanması için gerekli merhalelerdir. Fânî muhabbetlerin ilâhî muhabbete basamak olması, îmânın bir lezzet hâline gelmesine vesîle teşkîl eder. Beşerî endişe ve takıntılarını aşarak kâmil bir îmân ile âkıbetini düşünen her idrak sâhibi kolayca anlar ki; sonsuz isteklere, zevk u safâlara, gel-geç fânî sevdâlara bir sınır çizerek muhabbeti ilâhî maksada yönlendirmek, yaratılış gâyesinin muktezâsıdır.

Fânî varlığının nefsânî arzularından sıyrılarak ilâhî varlığa râm olan kul, ölümsüzlüğe kavuşur. Böylece fânî varlığının toprak olmasından sonra da ömrü devâm eder. Bunun en tipik misâli, Leylâ’ya duyduğu mecâzî aşkı gönül âleminde tekâmül ettirerek Mevlâ aşkına ulaşan Mecnûn’dur. Eğer Mecnûn, Leylâ’da takılıp kalsaydı, fânî muhabbetlerin binlerce emsâllerinden biri olurdu. Neticede ismi asırlarca anılmaya lâyık olmaz, mâzîde gömülü kalırdı.

Hak ve hakîkatler, sadece satırlardan okunarak değil, sadırlardaki, yâni gönüllerdeki muhabbetle tanınır. Kalb, fânîlere duyulan muhabbet kademelerini aşıp Hak muhabbeti ile dolarsa, işte o zaman bütün sırlar, hakîkatler ve güzellikler gönüllere akseder. Bu bakımdan kişiyi ebedî saâdete götürecek hakîkî dostluk, “Hak ile kurulabilen dostluk”tur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları