Hakîkat Kardeşliği
Hakikat kardeşliği nedir? Müslümanın kardeşlik anlayışı nasıl olmalıdır? Kardeşlğin getirdiği yükümlülükler nelerdir?
Çay-kahve içmekten ibâret kardeşlik ne kısır.
Bu mu yâni? Birkaç laklak, biraz kek, biraz kısır!?
Değil elbet. Kardeşlik, yakınlığı ifade eden husûsî bir kelime ve biz, biyolojik sebepler dışında, birine “Kardeşim!” diyebilmek için, çok özel paylaşımlar yapmış, çokça dert bölüşmüş ve çok iyilik görmüş olmaya ihtiyaç hissederiz. Onlarla, mekân bakımından uzak da olsak, dert ve dâvâ birliğimiz sebebiyle ayrı düşmeyiz. Biriyle kardeş hissetmek için, onu yakînen tanımak da gerekir. Hiç kimse, husûsiyetlerine vâkıf olmadığı ve kendinden bir parça bulmadığı birine, “Kardeşim!” demez.
O hâlde bu yazıda, tanışmakla pekişen sağlam bir kardeşliğe nasıl da ihtiyaç olduğunu vurgulayalım ve kaç kişiye öyle yakın olabildik, kaç kişiyi o kadar yakın hissedebildik, düşünelim. Bunu yaparken evvelâ yaygın durumu seyredelim:
İnsanların birçoğu, ara sıra buluşup sohbet eder. Bu sohbetler, kimi yerlerde güzel niyetlerle haftada bir düzenli olarak kitap okumak şeklinde gerçekleşir. Mânevî birer eğitim ortamı olan sohbetler, bilhassa son senelerde, yaşanan can sıkıcı toplumsal hâdiseler sebebiyle, insanların çoğunun, müslüman oldukları hâlde, dînî faaliyetlerden ve birbirinden şüphe eder hâle gelmesi sebebiyle tenhâdır. Oysa kişi, sevdiğiyle beraber olmalıdır ve bu birliktelikler hem zâhiren hem bâtınen devam etmelidir ki, kardeşlik pekişebilsin.
MÜMİNLER ANCAK KARDEŞTİRLER
Diğer yandan, sohbet ortamlarında “tanışmak”tan ziyâde, “toplanma”ya devam ediliyor olması, bir araya gelişlerin, insanların birbiriyle tanışıp kaynaşmasına ve dertleşip derman paylaşmasına yeterince hizmet etmemesi, din kardeşliği hissinin kuvvet bulamamasına sebep olmaktadır. Çoğu kimse birbirini seyretmekle yetinmekte, buna mukâbil bazı densiz tipler, birileri hakkında sanki çok iyi tanıyormuşçasına sorumsuzca hüküm verebilmekte, bu düşük ahlâklı insanlar sebebiyle, ortamların güven veren enerjisi sönmektedir. Oysa mü’minler, birbirinin nerede yaşadığını, ne problemi, ne ihtiyacı olduğunu bilmeli, kardeşlik ruhu böylece canlı tutulmalıdır. Çünkü “mü’minler ancak kardeştirler.”[1] ve bu onlara, birbirini sevme vazifesi yükler. Tanışmak sevgiyi, yük ve sevinç bölüşmek de kardeşliği besler.
Üzücü olan, Allah rızâsı için toplanılan bu meclislerde, içi dışı başka, samimiyetsiz insanların bulunabiliyor olmasıdır. Kimin hangi niyetle baktığını bilemediği, içtenliğine îtimâd edemediği, îtimât ettikçe yeni bir sukût-i hayâle uğrayarak içten içe yıpranıverdiği sürece, evet, insan Allâh’a daha çok yaklaşır; fakat işte, kardeşliği yaşaması gerekenlerden de uzaklaşır. Bu, bir süre sonra yalnızlığına ve sessizliğine çekilmiş insan sayısının artmasına yol açar.
Tuhaftır; fakat aynı sohbet meclisine devam etmekte olan müslümanlar bile, birbirinin derdini bilmez. Kimse kimseye, “Faturanı ödeyebiliyor musun?”, “Ekmeğini pişirebiliyor musun?”, “Bir ihtiyacın var mı?” diye sormaz. Doğrular söylenir, doğru duâlar edilip âmin denilir; fakat doğru fiiller genellikle ihmâl edilir. Güzelliklerin, çoğu zaman satırlarda kaldığı, duyulup unutulduğu bu meclislerde, nice kimse içindeki sesi dışarı veremez.
Muvaffak olana çelme atmak için bekleyen hasta tipleri seyretmek ve sözde kardeş olan insanların, birbirini neredeyse hiç desteklemediğini görmek, acıdır. Oysa “Bir müslüman, kendisi için arzu edip istediğini, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda îman etmiş olmaz.”[2]
ÜÇ GÜNDEN FAZLASI HELÂL DEĞİLDİR
Herkes sevgi ve yakınlık beklerken, bakışıp görüşemeyen, dinleyip işitemeyen, konuşup anlaşamayan insanların sayısı artmış, tanıştığını sanan; fakat aslen yabancı kalan kimseler çoğalmıştır. Tanışmanın ve kardeşliğin fedakârlık ve emek istediği, sanki unutulmuştur.
İçten içe nice küskün, nice kırgın, yüzüne eğreti bir tebessüm kondurarak yürüyüp giderken, karşılaştığı ve sözde kardeş olduğu kimselerin neredeyse hiçbiri tarafından bilinmez. Zaten o da diğerlerinin hâlini bilmez. Herkesin kendi derdi kendine yetmiş gibidir. Oysa:
“Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, birbirinize sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve hased etmeyiniz. Ey Allâh’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terk etmesi ve ona küs durması helâl değildir.” buyurulur.[3]
Mânevî ortamlarda durum bu minvaldeyken, maddeden ibaret anlayışların hüküm sürdüğü yerlerde, “Gel, bir çay içelim; gel, bir kahve içelim!” tarzı buluşmalar, kıyafet yarışları, dedikodular, her kafadan bir ses çıkmasından kaynaklanan baş ağrıtıcı uğultular, çatal kaşık sesleri ve bazı kısık gözlerin, baştan ayağa süzen bakışları vardır. Buralar çoğu zaman, sahte gülücüklerin ve boş lakırdıların yayıldığı bunaltıcı mekânlar ise de nefse hoş geldiği için müşterisi eksik olmaz. Maksat; rahatlamak, süslenip püslenip ego doyurmak ve diyetisyen tavsiyeleri arasında birkaç tabak dolusu daha kek ve kısır yuvarlamaktır. Bir hayır, bir hizmet söz konusu olduğunda çıkan engellerin neredeyse hiçbiri, böyle toplantılara gelirken çıkmaz. Bu tip gaflet ortamlarında, insanların birbirini daha yakından tanıyıp anlamak gibi bir dertleri de olmaz.
E peki tanışmanın yolu nedir? Bu sualin cevâbını bize Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- vermiştir. O, vaktiyle yanında, birinden metihle bahseden bir adama:
“-Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki, yolculuk ve alışveriş yapmamış ve komşuluk etmemişsen, onu tanımıyorsun!” buyurarak, insanın aslının muâmelatta, yani icraatta ortaya çıkacağına, şahsiyetin ancak bu üç mecrâdaki vaziyet tecrübe edildiğinde anlaşılacağına dikkat çekmiştir.
Bugün, derde devâ olmaya niyetli, hâl hatır sormaya istekli, yük hafifletmeye tâlip kimseler azaldığı için; komşuluk can çekişir hâle gelmiş, alışverişlerde işlenen günahlar çoğalıvermiştir. Oysa kalabalıkların hassas ruhlarımızı daha fazla yorduğu âhir zamanda bize düşen, din kardeşini seyretmek değil, her mecrâda, gerekirse îkaz edip gözetmektir.
Şimdi, başkalarından bekleyip durduğun ne varsa, yap. Ara, sor, ikrâm et, tavsiye ver. Çorak bir bostana dönmüş olan meclisleri, içten sevginle goncalar açan bir gül bahçesine çeviriver. Artık kimse için bir şey yapmak istemeyecek kadar kırgın ve yorgunsan, Allah rızâsını ve hayra muhtaçlığını düşünerek kuvvetlen de hakkı tebliğ etmeyi, hakla ikramlamayı sürdür.
İyiliği, nankörlüğü âyetle sâbit insanoğlunu merkeze alarak yaparsan, çabuk bezersin. O zaman, insan adlı perdeyi kenara çekip, yalnızca iki cihânını aydınlatacak olan o hakîkat güneşinin hatırına hayırlar yap. Hiçbir şeye gücün yetmiyorsa bil ki;
“Bir müslüman, yanında bulunmayan din kardeşi için duâ ettikçe, yanında bulunan vazifeli melek onun hakkında, «Duân kabul olunsun, aynı şeyler sana da verilsin.» diye duâ eder.”[4]
Âhir zaman adlı hengâmede, kardeşinle tanış. Yolculukta, komşulukta ve ticârette, eksik giderici ve hayra sevk edici olmaya alış. Maddî ve mânevî yönden kalkın ve kalkındır. Çay kahve kardeşliği, birkaç laklak, biraz kek, biraz kısır. Hakîkat kardeşliğini seç ki o, iki cihanda en temiz azıktır.
Dipnotlar:
[1] el-Hucurât, 10.
[2] Buhârî, Îman, 7.
[3] Buhârî, Edeb, 57, 58, 62.
[4] Müslim, Zikir, 87, 88.
Kaynak: Neslihan Nur TÜRK, Şebnem Dergisi, 2021- Ağustos, Sayı:198