Hakk’a Kulluğu Güzelleştiren Eğitim

HAYATIMIZ

Peygamber Efendimiz'in insan yetiştirme üslübunda bizim için örnekler neler? Peygamber Efendimiz (s.a.v) eğitimde nasıl bir yol izliyordu? Sahabeyi yetiştirme adabı nasıldı? İşte Efendimizden (s.a.v) örneklerle Hakk'a kulluğu güzelleştiren eğitim...

Cenâb-ı Hak, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i bütün insanlığa üsve-i hasene, müstesnâ bir şahsiyet, kulu Allâh’a götüren en güzel muallim ve eğitimci olarak gönderdi. Efendimiz’in muallimi, bizzat Cenâb-ı Hak idi. Rabbimiz, bütün insanlığın terbiyesini de Fahr-i Kâinât Efendimiz’e tevdî buyurdu. O’nu bütün âlemlere rahmet olarak lûtfetti.

Efendimiz’in her sözü; “O hevâsına göre konuşmaz.” (en-Necm, 3) âyeti muktezâsınca Rabbimiz’in tâlimâtıydı. O’nun eğitimi, Rabbânî bir eğitimdi; Rabbimiz’in hoşnud olacağı bir terbiye idi.

İşte, câhiliye çukurlarındaki insanlar, fazîletler medeniyetinin burçlarına, bu terbiye ve eğitimle yükselmiştir. Efendimiz’in talebeleri olan sahâbe nesli; tevhid mücadeleleriyle, meşakkatlere sabır ve tahammülleriyle, fedakârlıklarıyla, diğergâmlıklarıyla, takvâ hassâsiyetleri ve ihsan şuurlarıyla, İslâm’ı yaşayıp yaşatma azimleriyle, güzel ahlâklarıyla Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in berrak birer aynası ve temsilcisi olmuşlar,  böylece Allâh’ın rızâsına erişmişlerdir.

PEYGAMBERİMİZİN TALİM VE TERBİYESİNDEN ÖRNEKLER

Peki, sahâbe-i kirâmın her bir ferdi aynı eğitime mi tâbî tutulmuştu? Tabi ki hayır… Zira Rasûlullah Efendimiz’in hayatını incelediğimizde, O’nun; ümmetinin tâlim ve terbiyesinde muhataplarına göre farklı usûller takip ettiğini görüyoruz.

Efendimiz r tebliğ ve irşad esnâsında, problemleri çözmede, dertlere derman olmada, hastalıkları tedavide, metot olarak dâimâ muhataplarının mizaç ve istîdat farklılıklarını gözetmiştir. Çünkü insan muhatabını iyi tanıyamazsa, onun hâlinden ve sîmâsından problemlerini ve ihtiyaçlarını teşhis edemezse, doğru bir tedavi uygulaması da mümkün olmaz.

Bunun içindir ki Efendimiz r, önce muhatabının seviyesini tespit etmiş ve ona göre muâmelede bulunmuştur. Bu sebeple de vâli veya kumandan olacak kimse ile bu istîdâda sahip olmayan kimseleri aynı eğitime tâbî tutmamıştır.

Yine Efendimiz (s.a.v) muhataplarının idrâk seviyesine göre bir üslûp kullanmış ve İbn-i Abbas'a (r.a) da şu tavsiyede bulunmuştur:

“Ey İbn-i Abbas! İnsanlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme. Zira böyle yapman, fitneye düşmelerine sebep olur!” (Deylemî, V, 359) Ayrıca idrâk seviyesi düşük olanlara yüksek seviyedeki hakikatleri anlatmaya kalkışmak, hem boşuna bir yorgunluk, hem de bir zaman isrâfı olacaktır. Bu hakikati Mevlânâ Hazretleri şu sözleriyle ifâde etmektedir:

“Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin, karşındakilerin anlayabileceği kadardır.” Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in eğitimde takip ettiği usullerden bir diğeri ise tedricîliktir. Efendimiz r ashâb-ı kirâmı birdenbire değil, ilâhî hakîkatleri idrâk ettire ettire, kulluk vazifelerini îfâya hazırlamıştır. Onlara en son söylenecek sözü en başta söylememiş, gönüllerinin gerekli kıvamı kazanması için adım adım mesafe almalarını sabırla beklemiştir. Muaz bin Cebel’i Yemen’e vâli olarak gönderirken ona yapmış olduğu şu tavsiyeler de, Efendimiz’in tedricîliğe nasıl ehemmiyet verdiğinin bâriz bir misâlidir:

“(Ey Muaz!) Doğrusu sen, ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allâh’ın Rasûlü olduğuma şehâdet etmeye dâvet et.

Şayet buna itaat ederlerse, Allâh’ın kendilerine bir gündüz ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir.

Bunu kabul edip itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere kendilerine zekâtın farz kılındığını haber ver.

Buna da itaat ettikleri takdirde, mallarının en kıymetlilerini almaktan sakın! Mazlumun bedduâsını almaktan çekin, çünkü onun bedduâsı ile Allah arasında perde yoktur. (Buhârî, Zekât,

41, 63; Müslim, Îmân, 29-31)

Ayrıca Allah Rasûlü’nün en mühim ve en büyük tâlim metodu; emrettiği bir şeyi evvelâ kendisinin yaşaması ve ümmetine fiilî bir kıstas teşkil etmesi olmuştur. Zira sadece sözde kalan, hayata aksettirilmeyen fikir ve davranışlar, insanlık tarihi boyunca kitap satırları arasında kalmaya mahkûmdur.

İşte bu sebeple Efendimiz (s.a.v) , Muhâcirler ve Ensâr’ın, (namaz erkânını) kendisinden yakînen görüp öğrenebilmeleri için, hemen arkasında namaza durmalarını istemiştir.

(Bkz. İbn-i Mâce, Salât, 44)

Yine Efendimiz (s.a.v) , hiçbir zaman imkân ve fırsatların ayağına gelmesini beklememiş, dâimâ hizmet arayışı içinde olmuştur. Nitekim Mekke’de on üç sene tebliğ için çırpınmıştır. Hiçbir zaman; “Ayağıma gelsinler de anlatayım…” dememiştir. Taşlanmayı göze alarak Tâif’e gitmiştir. Dönüşte bir köleyle karşılaşmış ve hemen ona da tebliğde bulunmuştur. Hiçbir fırsatı değerlendirmeden geçmemiştir.

Velhâsıl Efendimiz (s.a.v) , gönlünü bir rahmet dergâhı hâline getirdi. Herkese ve her şeye husûsî ilgi gösterdi. O mübârek gönülde herkes huzur buldu.

İnsanlık huzur buldu. Mazlum insanlar, dertli gönüller, fakir suffe ashâbı, yetim ve öksüzler O’nun nasihatleriyle rahmet iklimine nâil oldu. Cehâlet bataklığına gömülmüş insanlar, birer fazîlet âbidesi oldular.

Hayvanat huzur buldu. Kendisine fazla yük yüklenen deve, hâlini arz etmek ve derdine çâre bulmak için O’na koştu.

Nebâtât huzur buldu. Üzerinde hutbe îrâd ettiği hurma kütüğü Efendimiz’den ayrı kalmanın hicrânıyla inledi. O’nun şefkatli muâmelesiyle sükûna kavuştu.

Böylece insanlık, Fahr-i Kâinât Efendimiz’den huzur ve saâdetin yegâne reçetesi olan İslâm kültürünü tahsil etti.

Unutulmamalıdır ki, insanı katı kalplilikten kurtarıp merhamet ve şefkat âbidesi hâline getiren, cehâletten kurtarıp ebedî saâdet bilgisi ile donatan, bencillikten kurtarıp diğergâm kılan İslâm kültürü, Cenâb-ı Hakk’ın tanzim ettiği bir kültürdür. Bu kültür; “Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” (el-Alak, 1) âyetiyle başlayıp, bir rivâyete göre; “...Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim...” (el-Mâide, 3) âyetinin gelmesiyle yirmi üç senede tamamlanmış ve Efendimiz’in taht-ı terbiyesinde gerçekleşmiştir.

İnsanı ebedî saâdete götürecek yegâne husus da, yaşamak sûretiyle bu kültürün hayata yansımasıdır. Tam mânâsıyla yaşayabilmek de, takvâda mesafe kat etmekle mümkündür.

Rabbimiz cümlemizi, Kur’ân’ın fiilî bir tefsiri olan Efendimiz’i  (s.a.v) en güzel şekilde tanımaya muvaffak kılsın. O’nun ahlâk ve şahsiyetini yeryüzünde temsil ve tebliğ ederek Allâh’ın şahitleri olan bahtiyar kulları arasına bizleri de lûtf u keremiyle ilhâk eylesin. Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hüdayi Bülteni 11. Sayı, Ocak 2019