Hakkāniyet Sadece İslâm’da!

ÜMMET

Tahrif ettikleri sözde kutsal kitaplarının emirleri ile bebek, kadın, yaşlı, hasta demeden katleden Yahudiler ve “–Yahudilerin Filistin’e hâkimiyeti vesilesiyle Mesih gelecek!” uydurmasına kapılarak bu hunharca cinâyetleri ve gaddarca zulümleri destekleyen Hristiyanlar, dünyaya nasıl bir insanlık örneği ve Medeniyet sunabilir? Adil ve hakkaniyetli olmaları nasıl beklenebilir? Tarih tekrar ancak İslam'ın dünyaya sükûnet, merhamet, adalet getireceğini gösteriyor.

Bugün dünyayı, bilhassa İslâm âlemini had safhada bir zulüm ve vahşet kavurmakta.

Bunu yapanlar; zulümlerine, bâtıl olan dînî bir gayeyi perde yapıyorlar:

  • Yahudiler katliâm yaptıkları topraklar hakkında;

“–Burası, Tevrat’ta bize va‘dedilen topraktır. Burası hakkımızdır!” diyorlar. Tahrif ettikleri kitaptan, çocuk ve kadınları dahî katletme, bîçâreleri evsiz yurtsuz bırakma emri uyduruyorlar. Allâh’a iftira ediyorlar.

  • Protestan hıristiyanlar da;

“–Yahudilerin Filistin’e hâkimiyeti vesilesiyle Mesih gelecek!” uydurmasına kapılarak bu hunharca cinâyetleri ve gaddarca zulümleri destekliyorlar.

Hâlbuki;

Hak din, merhamet ve şefkat tevzî eder. Gerçek bir îmânı tadan gönülde, zulüm ve vicdansızlık asla yer bulamaz.

Dünyanın bu vaziyeti bile, İslâm’ın yegâne hak din olduğunu ve bütün insanlığın biricik çaresi ve umudu olduğunu ispatlamaktadır.

Tarih boyu enâniyeti yenip hiçliğe erişen ve bir mes’ûliyet şuuruyla idareyi üstlenen müslüman hükümdarlar, dünyaya eşsiz bir adâlet ve insaf nümûnesi oldular:

HAKKĀNİYET SADECE İSLÂM’DA!..

Bugün Gazze’de, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da, Yemen’de, Suriye’de, Libya’da; müslümanlara, savaş mağdurlarına, sivil halka, hangi ideoloji ve coğrafyadan gelirse gelsin bütün zâlimlerin, ne kadar ağır zulümleri revâ gördüğüne şâhidiz.

Onlar, koca Akdeniz’i bile bir mültecî mezarlığına döndürdüler.

Onların saldırganlığında;

Bebekler kurşunlanıyor. Hastahâneler yıkılıyor. Kadın, yaşlı ve hasta denmeden katlediliyor. Ruhsuz demir medeniyeti, vicdanları kuruttu. Hümanizmin nasıl bir maval olduğu, şu altı ay içerisinde iyice anlaşıldı.

Hâlbuki;

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, dünyaya hukuku öğretti. İnsanlığı tâlim etti. Rahmet ve merhameti telkin etti.

  • İslâm’da harp; ancak engelleri kaldırmak için bir zarûret hâline geldiğinde başvurulan, ekseriyâ tedâfüî / savunma maksatlı bir son çaredir.
  • Harbin bir hukuku vardır. Kadına, çocuğa, yaşlıya, din adamına ve harple alâkası olmayan hiç kimseye asla dokunulmaz.
  • Fetih ve zaferlerden sonra gayr-i müslimler vatanlarından çıkarılmamış; cüz’î bir cizye vergisi ödeyerek, topraklarında, inanç hürriyeti içinde yaşamaları sağlanmıştır. Müslümanlara zimmetli oldukları için, «zimmî» adı verilen bu topluluklar; vedîatullah / Allâh’ın emâneti olarak kabul edilmiştir. Bunun müstesnâ bir misâli şu hâdisedir:

DUYGULANDIRAN ÂLİCENAPLIK

Plevne, Rus muhasarası altında kalmıştı. Gazi Osman Paşa, üç ay boyunca mukavemet etti. Fakat beklenen yardımlar gelmeyince, huruç harekâtıyla muhasarayı yarma kararı alındı.

Bunun üzerine Osman Paşa, hıristiyan halkın temsilcilerini çağırdı. Çünkü onları korumak maksadıyla, onlardan cizye almaktaydı. Kaleden çıkılması meselesini açarak;

“–Ben, sizi muhafaza etmek için sizlerden cizye (vergi) aldım. Fakat sizi bugün muhafaza etme gücüm kalmadı. Bu cizyeleri size iade ediyorum.” dedi.

Bu hakkāniyet ve âlicenaplık karşısında hıristiyan halkın temsilcileri duygulanarak;

“–Bizi bırakıp nereye gidiyorsunuz? Biz de sizinle geleceğiz.” demiş, hakikaten huruç harekâtına binlerce Bulgar katılmıştır.

Bu hâdise, bir müslümanın hak ve hukuku bütün cihâna nasıl tevzî ettiğini gösteren muhteşem misallerden biridir.

  • Peygamberimiz esirlere muâmelede muhteşem bir rahmet üslûbu sergilemiştir.

Bedir ashâbı, Medine’ye dönerken sayıca mahdut olan bineklere esirlerle münâvebeli binmişlerdi.

Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-’ın birâderi Ebû Azîz şu ibretli hâdiseyi anlatmıştır:

“Bedir Savaşı’nda ben de esir düşmüş, ensardan bir topluluğa teslim edilmiştim. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«–Esirlere güzel muâmelede bulunun!» buyurmuştu. O’nun bu emrini yerine getirmek için yanlarında bulunduğum ensar cemaati, sabah-akşam hisselerine düşen ekmeği bana verir, kendileri hurma ile yetinirlerdi. Ben ise hayâ eder, ekmeği onlardan birine verirdim, o da hiç dokunmadan tekrar bana iade ederdi.” (Heysemî, VI, 86; İbn-i Hişâm, II, 288)

Bedir esirlerinin pek çoğu, bu güzel muâmelelerin tesiriyle müslüman olmuşlardı.

  • İslâm, câhiliyye toplumundaki kast sistemini; yani beyazı, siyâhîden, hür ve soyluları, köle ve hattâ âzadlıdan üstün gören çirkin anlayışı kaldırdı.

Peygamber müezzini Bilâl -radıyallâhu anh- siyâhî idi. Ebû Zer -radıyallâhu anh- ona bir kızgınlık ânında;

“–Ey kara kadının oğlu!” diye hitâb etti. Çünkü câhiliyye devrinde böyle tahkir edici ifadeler çok yaygındı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ona çok kızdı;

“–Sen, kendisinde câhiliyye huyu bulunan bir kimsesin!” diyerek onu tevbe ve helâlleşmeye teşvik etti. (Buhârî, Îmân, 22, Itk, 15; Müslim, Eymân, 40)

O da Hazret-i Bilâl’in ayağının altına başını koyarak helâllik istedi ve gönlünü aldı.

  • İslâmiyet, toplumda var olan kölelik müessesesini büyük ölçüde ıslah etti. Köleliği tamamen kaldırmak, savaşlarda mağlûp orduların tamamen imhâ edilmesi zarûretiyle neticeleneceği için, köleliğin kaldırılmasını zamana yaydı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Mayıs, Sayı: 231