Hâl Transferi Nedir?

Cemiyet Hayatımız

Kız Kur'ân kurslarında okuyan talebelerin yaptığı deney herkesi şaşırttı.

İki adet çiçekten birine Allah, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, el-Vedûd, rıza, salih amel, muhabbet; diğerine ise Şeytan, yalan, isyan, cehalet, gıybet gibi isim ve sıfatlar yazan öğrenciler iki çiçeğe de aynı ilgi ve alakayı gösterdiler. Sonuç ise gerçekten şaşırtıcı. Bu deney bize hâl transferini hatırlattı.

HÂL TRANSFERİ NEDİR?

[Na­sıl ki bir gül bah­çe­sin­de gezen in­sa­nın üze­ri­ne gül ko­ku­la­rı si­ner­se, sâlihlerin meclisinde bulunan kimselerin gönüllerine de o güzel insanlardan feyz ve rûhâniyet akseder. Zira hâl sârîdir (sirâyet eder, yayılır). Bilhassa da in­sa­noğ­lu­nun “hâl”le­rin­de bu özel­li­k var­dır. Dolayısıyla gönüller, dâimî bir tesir alışverişi hâlindedir.

Bu bakımdan sâ­lih ve sâ­dık­ müʼminlerle beraberlik, nefi­s terbiyesinde -tıpkı rad­yas­yon gi­bi- mü­şâ­he­de­si im­kân­sız, fa­kat neticesi mutlak bir müessirdir.

Âlim­ler­den Câ­fer bin Sü­ley­man -rahmetullâhi aleyh-, sâ­lih in­san­lar­la be­ra­ber­li­ğin ken­di­si­ne ka­zan­dır­dı­ğı gönül feyzini şöy­le anlatır:

“Kal­bim­de bir ka­tı­lık his­set­ti­ğim za­man kal­kar, he­men (tâbiînin büyük âlim ve âriflerinden olan) Mu­ham­med bin Vâ­sî’nin ya­nı­na gi­der, mec­li­si­ne ka­tı­lır, yü­zü­ne ba­kar­dım. Böy­le­ce kal­bim­de­ki ka­tı­lık gi­der, içi­me ibadet ne­şe­si ge­lir, tem­bel­lik üze­rim­den kal­kar ve bir haf­ta boyunca bu ne­şe ile ibadet eder­dim.”

Bunun içindir ki müʼmin; âlim, ârif, sâlih ve sâdık kullarla beraberliğe büyük bir ehemmiyet vermeli ve bunun, mânevî varlığının en müstesnâ gıdâlarından biri olduğunu bilmelidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey îmân eden­ler! Al­lah’tan kor­kun ve sâ­dık­lar­la be­raber olun!” (et-Tev­be, 119)

Dik­kat edi­le­cek olur­sa Ce­nâb-ı Hak, bu âyet-i ke­rî­me­de kul­la­rı­na; “Sâ­dık olun!” bu­yur­ma­mış, tak­vâ­nın mu­hâ­fa­za­sı için; “sâ­dık­lar­la be­ra­ber ol­ma­yı” em­ret­miş­tir. Çün­kü sâ­dık ol­ma yo­lun­da atı­la­cak ilk adım, sâ­dık­lara mu­hab­betle yönelip onlarla beraber olmaktır. Sâ­dık ol­mak ise, bu du­ru­mun en ta­biî bir ne­ti­ce­si­dir.

Nitekim İslâm semâsının yıldızları olan ashâb-ı kirâmın pek çoğu, câhiliye döneminde fıtrata ters, yarı vahşî bir ha­yat yaşıyordu. Fa­kat İslâmʼla şereflendikten sonra Al­lah Ra­sû­lü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile engin bir muhabbet iklîminde yaşadıkları beraberlik neticesinde nebevî ahlâkın kendilerine aksetmesiyle, dünyanın en fazîletli insanları hâline geldiler.

Onların bu beraberlikte sergiledikleri muhabbet, samimiyet, gayret ve fedâkârlık da dillere destandır. Çünkü onlar, Allah Rasûlüʼyle beraber olabilmek uğruna hazarda ve seferde hiçbir bedeli ödemekten çekinmediler.

Nitekim Uhud Harbiʼnde Muhâcir ve Ensâr’dan bâzı sahâbîler canlarından çok sevdikleri Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin etrafını sardılar; O’nun önünde şehîd olmak üzere Allâh’a söz verdiler ve:

“–Yüzüm yüzünün önünde siper, vücûdum Sen’in vücûduna fedâdır! Allâh’ın selâmı her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanından ayrılmayız yâ Rasûlâllah!” diyerek sonuna kadar savaştılar. (İbn-i Sa’d, II, 46; Vâkıdî, I, 240)

Zâtü’r-Rikâ seferinde ise sahâbe altı kişi nöbetleşe bir deveye biniyor, yürümekten ayakları delinip tırnakları düşüyordu. Yara bere içinde kalan ayaklarını bez parçalarıyla sarıp Allah Rasûlüʼnün peşinden gidiyorlardı. (Bkz. Buhârî, Meğâzî, 31)

Yine hanım sahâbîler de, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i görmekte geciken ve uzun zaman Oʼnunla görüşemeyen evlâtlarını ciddî bir şekilde îkâz ediyor, bu husustaki ihmâle aslâ tâviz göstermiyorlardı.

Velhâsıl kalbin mâsivâdan muhâfaza edilmesi ve dâimâ hayırlı telkinlere muhâtap kılınması için rûhâniyetlerinden istifâde edilebilecek peygamber vârisi âlim ve âriflerle, sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarû­rîdir. Bu hâl, insanın belli aralıklarla âdeta mânen şarj olup tekrar enerji kazanması gibidir. Gayret ehli müʼminleri görüp aşk ve şevke gelmek, fazîlet sahibi zâtların hâllerinden ibret alarak gaflet uykusun­dan uyanmak, hakîkaten büyük bir ihtiyaçtır. Bu sebepledir ki mânevî terbiye yolu olan tasavvufta da, sâlihlerle beraberliğin asgarî ölçüsü olmak üzere belli aralıklarla bir araya gelmek demek olan “sohbet”lere iştirâk, son derece mühim bir kâidedir.]

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -2