Hal ve Hareketlerinize Öyle Dikkat Edin Ki!..
Allah dostları rakik gönüllü, ince ruhlu, engin merhamet sahibi ufuk insanlardır. Hal ve hareketlerimizle hiçbir insanın kalbinin incinmesini istemezler. Hiçbir kardeşin karşısındaki şahsı töhmet altında bırakmasına gönülleri razı gelmez. Kötü zanda bulunulmasına sebeb teşkil edecek davranışlara asla müsâmaha etmezler. Karşımızdaki insanları günaha sokacak hareketlerde bulunmayı hiç arzu etmezler.
Muhterem Sâdık Gündoğdu bey bu konuda Üstadımızın şu hâtırasını nakleder:
“-Adana’da yaşı takriben 90’nın üstünde olan bir ağabeyimiz var. Adana’da ikamet ederken onu devamlı ziyaret eder, hizmetini görür, duâsını alırdım. Bir gün fakire Sâmi Efendi Üstâdımız’ın şu hâtırasını anlattı:
“-1950 senesinde Adana’da ikamet ederken Muhterem Üstâzı sık ziyaret ederdim. Bir gün devlethanesine gittiğimde başka ziyaretçi yoktu. Sadece ikimiz vardık, birlikte evin sofasında oturuyorduk. Hoş beş edip hal hatır sorduktan bir müddet sonra ikramlar geldi. “Bismillah!” diyerek birlikte ikramlardan almaya başladık. Hem karşılıklı konuşuyor, hem de çayımızı içiyorduk. Derin bir huzur içerisinde ikramları aldık ve “Elhamdülillah!” diyerek bitirdik. Üstâdımız bir müddet sonra fakire bakarak şu tavsiyelerde bulundu:
“Hal ve hareketlerimize öyle dikkat etmeliki, karşıdaki şahsı töhmet altında bırakıp hakkımızda zanda bulunmasına sebeb olmayalım. Farkına olmadan karşı tarafı günaha sokabiliriz” buyurdu.
Mahfiyyetinden isminin yazılmasını istemeyen o yaşlı ağabeyimiz şöyle derdi: İnsanoğlu çok defa farkında olmadan, bu tür yanlışlıklara düşebiliyor. İslâm’ın güzel ahlâkını, ince edebini her davranışında göstermeye muvaffak olamıyor. Bu sebebten Muhterem Üstaz bizim dikkatimizi bu inceliklere çekiyor. Bu tür yanlışlıklara, bu tür davranışlara düşmeyelim diye bizleri eğitiyor. İslâm’ın bu güzelliğini, derinliğini ve ince edebini yaşamamızı arzu ediyor.
TEMKİN EHLİ DİRAYETLİ OLABİLMEK
Allah dostları temkin ehli, dirayetli, sükûtî ve mütevâzi zatlardır. Her nefes huzurda bulunmanın bilinci ile derin bir sükûta bürünürler. Her an diri, her an canlı, tefekküri bir hayatı yaşama gayretindedirler. Rakik bir gönül sahib olmak için günlerini zikir, murâkabe ve hizmetle geçirirler. Dışardan sakin görünürler amma iç âlemleri aşk ve muhabbetle doludur. İlâhi aşktan hâsıl olan cezbelerini gönüllerine gömer asla dışa vurmazlar. Bu konuda Odacı Mehmed amcadan naklen şu hâtırayı Sâdık Gündoğdu bey anlatır:
“- 1984 senesinde Adana’da vefat eden Odacı Mehmed amcamız vardı. Sâmi Efendi Üstâdımız’ın İstanbul’a hicretine kadar yakın hizmetlerinde bulundu. Takriben 22 sene kadar uzun bir müddet Adana’da aynı binada kaldılar. Mûsa Efendi Üstâdımız her Adana’ya geldiklerinde mutlaka onu ziyaret ederdi. Sâmi Efendi Üstâdımızın selamlarını tebliğ eder, dualarını istirham ederlerdi. Musa Efendi Üstâdımız’ın son ziyaretlerinde fakir de orada bulundum. Ziyaretine her gittiğimde Mehmed amca, Sâmi Efendi’mizle ilgili olarak şöyle derdi:
“- Uzun seneler yakın hizmetinde bulundum. Bir gün bile cezbeye kapılıp Allah!.. diye bağırdığını hiç duymadım.”
İYİ BİR KOMŞU, GÜZEL BİR İNSAN
Allah dostları Sevgili Peygamberimizin dünyadaki mânevi vârisleridirler. Onlar, İslâm’ı kitab ve sünnet çizgisinde tavizsiz yaşarlar. Rûhi yüceliklerini gönüllerinde saklar, söz, davranış ve hizmetleriyle ortada görünürler. Halk arasında “güzel bir insan” olarak tanınırlar. Sâmi Efendi Üstadımız da kendi çevresinde o güzel haliyle bilinirdi. Davranışlarındaki nezâket ve zerâfeti gösteren şu hâtırası ne güzel örnektir.
Odacı Mehmed amcadan naklen Sadık Gündoğdu bey şöyle anlatır:
“- Sâmi Efendi Üstâdımız çok zarif, nezih ve mahfi bir hayat yaşardı. Adana eşrafı, esnaf ve halk onun nezâket, edeb ve mahfiyyetine hayrandı. O büyük Allah dostu, keskin zeka, ince ruh, derin ve engin bir anlayışa sahipti. Ondaki bu yüce ahlak, söz, davranış ve hizmetlerinde açıkca görünürdü.
Bir yaz mevsiminde gösterdiği âlicenaplık herkesi hayran bırakmıştı. Adana’da yazın “aşlamacı” denilen soğuk meşrubat satıcıları vardır. Meyan köküyle yapmış oldukları soğuk şerbeti güğümlere doldurup satarlar. Büyük ibrik şeklinde, bakır veya gümüşden yapılmış bu güğümü sırtlarına yüklenip taşırlar. İçi meşrûbatla dolu bu güğümlerle sokak sokak dolaşır ve satış yaparlar. Bu meşrubat, sıcakta hararet giderici ve serinletici bir özelliğe sahibtir. Tepebağ mahallesinde dolaşan satıcılar Sâmi Efendi’mizin sokağından da geçerlerdi. Üstâdımız bu aşlamacıların sesini duyunca eline bir sürahi alır ve aşağı inerdi. Satıcıya sürahiyi uzatır ve meyan kökünden yapılmış şerbetten doldurmasını isterdi. Zaman zaman komşulara ve sokakta gördüğü çocuklara da bolca ikram ederdi. Bütün komşular Üstâdımızın bu nezih davranışından pek memnun kalırdı. Zira o, tanıdığına tanımadığına, herkese karşı mükrim, müşfik ve nazik davranırdı. O zamanlar sokaklar sessiz, sakindi, herkes birbirini tanır ve yapılanları takib ederdi.
Kimin ne yaptığı, nasıl davrandığı ve ne söylediği anında duyulur ve görülürdü. Çevredeki komşuların, “Sâmi Efendi riyazat yapıyor” diye konuşmalarını istemezdi. Kendisine “o riyazat ehlidir” şeklinde bir pâye verilmesine gönlü hiç razı gelmezdi. Halk nazarında “iyi bir komşu, güzel bir insan” olarak tanınmayı daha çok severdi. Bu sebebten halkın anlayacağı şekilde davranır hal ve hareketleriyle kimsenin gıybet ve dedikodu yapmasına fırsat vermezdi.
SEVENLERİNDEN DUA TALEBİ
Allah dostları sünnet-i seniyye çizgisinde yaşamaya azmetmiş kâmil insanlardır. Bir ömür kitab ve sünnete tam ittiba ederek yaşayabilmenin mücâdelesini verirler. Onlar devamlı kalblerinde, gönüllerinde son nefes endişesi taşıyarak yaşarlar. Kalb-i selime sahib bir iman ile ahirete göç edebilmek için gayret ederler. Her Allah dostu gibi Sâmi Efendi Üstadımız da evladlarından bu konuda duâ istemiştir. Muhterem Sâdık Gündoğdu bey bu konu ile ilgili bir hâtırayı şöyle anlatır:
“1978 yılında merhum Faruk Karabucak abi İstanbul’a Üstâdımızı ziyarete gitmişti. Adana’ya döndüğünde fakir hemen ziyaretine gidip sohbetine katıldım. Sohbetinde Muhterem Üstâzı ziyaretten bahsetti ve selamlarını tebliğ etti. Erenköy’de devlethanede huzurlarından ayrılırken şöyle buyurduğunu nakletti:
“-İhvanımıza selamlarımı söyleyin. Beni seven ihvanım bana duâ etsinler. Bir an evvel Medine’ye gideyim. Beni seven ihvanım bana duâ etsinler. İman ile âhırete göç edebileyim.”
Faruk abi bu hâtırayı her fırsatta tekrar tekrar anlatır ve peşinden kendisi de duâ ederdi. Üstâdımızın bu arzusunu duyan bütün kardeşlerimiz seherlerde özel dua yapardı. Bütün ihvan, Sâmi Efendi Üstâdımız’ın arzularının tahakkuku için dua ettik. Medine’ye hicreti gerçekleşinceye kadar hep bu duaya devam ettik.
MAKSÛDA ULAŞMAK İÇİN…
Allah dostları tertipli, düzenli, disiplinli ve prensipli hayatı çok severler. Allah rızasına ulaşabilme yolunda bu ölçüleri zarûri ve önemli bir şart bilirler. Günlük hayatta prensibi olmayanın amelde muvaffak olamayacağını ön görürler. Sâmi Efendi Üstadımız, “prensibsiz ihvan amelde muvaffak olamaz” buyurmuş.
Merhum Faruk Karabucak ağabeye bir ziyaretlerinde şu hatırlatmada bulunmuş:
“-Faruk Bey! Tarıkat-ı aliyyey-i Nakşibendiyye’de vukûf-i zamânî, vukûf-i adedî çok önemlidir. Vukûf-i zamânî her gece seher vaktinde aynı saatte kalkmaktır. Vukûf-i adedî ise verilen adetleri ne bir fazla ne de bir eksik, tam adedinde yapmaktır. Eğer bu ikisi yoksa, ihvan dersini yapamıyorsa istifade edemez. Seher vaktinden istifade etmek lazım” derdi..
Merhum Faruk abinin de tasavvufun bu iki ana esası ile ilgili olarak şöyle dediği nakledilir:
“Vukuf-i zamâni”den kasıt, gecenin içinde dönen bir eşref saat vardır. Sen eğer belli saatte değil de bazen önce bazen sonra kalkarsan o saati yakalaman zorlaşır. Her gün aynı saatte Rabbin huzuruna durursan, sen sabitsin o eşref saati gelir seni bulur. “Vukuf-i adedi” için de şuur uyanıklığı icab ediyor. Zikrin bir fazla veya bir eksik olmaması için dalgın olmamak gerekiyor. Bu hususlara riayet, menzil-i maksûda ulaşmayı kolaylaştırır.
EVLİYAULLAH EKMEK GİBİDİR
Ekmek hayatımızda en kıymetli nimetlerden olup büyüklerimiz ona “nân-ı aziz” demiştir. Allah dostları da toplumumuzda ekmek gibi, en değerli varlıklardır. Ekmek, insanın midesini doyurur, Allah dostları ise insanın kalbini ve gönlünü doyurur. Mideyi doyuran çok nimet vardır amma kalbi doyuran nimet pek azdır. Bu konuda bir hatırayı muhterem Sâdık Gündoğdu bey şöyle nakleder:
Ahmed Fatih Andı amca bir gün Sâmi Efendi Üstâdımız’ı Erenköy’de ziyarete gitmiş. Muhterem Üstâz hazretleri o gün kısa bir sohbette bulunmuş ve ikramlar gelmiş. Herkes ikramını alırken Sami Efendi Üstadımız, Ahmed amcaya doğru bakarak şunu söylemiş:
“- Evliyâullah ekmek gibidir.Herkes ondan istifade eder” buyurmuş.
İÇMİŞLER DE Mİ SARHOŞ OLMUŞLAR?
Allah dostları sabah akşam zikr-i dâimî üzere yaşama cehdindedirler. Bu sebebten günlük hayatlarında sükût ve tefekkürü daha çok tercih ederler. Gönül âlemlerinin zenginleşmesi için bir ömür bunun mücâdelesini verirler. Kendilerini malayâni, lüzumsuz, boş konuşmalardan uzak tutmaya çalışırlar. Sami Efendi Üstadımız günlük hayatını bu disiplin üzere kurmuş büyük bir velidir. O, söz ve davranışlarıyla mânevi evladlarına en güzel örnekliği teşkil etmiştir. Evinde, iş yerinde her yerde sükûtu ve tefekkürü kendine düstur edinmiştir. Bu konuda aile ortamında geçen hatırayı Ali Hüsrevoğlu bey şöyle nakleder:
“-Sami Efendimiz hicri yılın ilk günlerini aile olarak hep oruçlu geçirirlerdi. Bir defasında muharrem ayının ilk günü Üstâdımız’da şöyle bir hal tecelli etmiş. Vâlidemiz iftar hazırlıkları yaparken Üstâdımız da Kur’an-ı Kerim okuyormuş. Hacc Suresi’nden ilk beş ayeti yüksek sesle okumaya başlamış. Bir müddet sonra ayetlerin derin mânâlarından etkilenerek tefekküre dalmış.
Vecd içerisinde ayetleri tekrar eder hale gelmiş ve kendisini sekr hali kaplamış. Bu mânevi hal uzun müddet devam edince iftar vakti gelivermiş. Muhtereme validemiz araya girmiş ve Üstadımıza hitaben:
“Efendi! İftar vakti oldu, sofraya buyurun, siz iftarı açın da çocuklar da açsın” demiş. Üstâdımız sofraya gelmiş amma o mânevi sekr hali devam ettiği için kendine gelememiş. Ayetlerin mânâsının tesirinden sağ elini hareket ettirerek ayetleri tekrar eder olmuş. Hatta hâne halkına “Onlar içmişler de mi sarhoş olmuşlar acaba?” diye sormaya başlamış. Ayetin devamında: “Oysa onlar sarhoş değillerdir” kısmıyla da cevab verir olmuş. Kıyametin dehşeti ve insanın diriltilmesini anlatan bu ayetlerin derin tesirinde kalmış. O mânevi sekr halini ve kıyametin dehşetini hâne halkı ile paylaşmaya çalışmış. Hacc suresinin ilk beş ayetinde Yüce Rabbimiz meâlen şöyle buyurmaktadır:
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
- Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir!
- Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir!
- İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır.
- Onun (şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki (şeytan) kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.
- Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir.
GÜNEŞ BATIDAN DOĞACAK
Adana’da yaşayan eski ihvanlardan bir abi şöyle bir hâtıra anlatmıştı:
“- Birgün Adana’da, Sâmi Efendi Üstâdımız’ın huzurunda bulunuyorduk. Bir kardeşimiz, zihnine takılan şu soruyu sordu:
“-Efendim! Sevgili Peygamberimiz kıyamete yakın bazı alâmetler zuhur edecek. Bunlardan bir tanesi de güneşin batıdan doğacak olmasıdır” buyurdu. Ahir zaman alâmetlerinden sayılan bu hadis-i şerifi filan hoca farklı yorumluyor. Değişik değişik mânâlar vererek yorumlayan hoca efendiler de var. Bu hadis-i şerif hakkında siz ne buyurursunuz Efendim? diye sordu.
Sâmi Efendi Üstâdımız hiç yorum yapmadan şöyle cevab verdi.
“-Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: Güneş batıdan doğacak buyuruyor” dedi ve sustu. Hadis-i şerifin mânâsını aynen tekrar ederek cevab vermiş oldu.
Hiç kimseye sû-i zanda bulunmayıp kimsenin de arkasından konuşulmasına fırsat vermedi.
Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 385