Halife Nasıl Seçilir?
İslâm hukukuna göre halife nasıl seçilir? Halifelerin seçilme şekilleri.
Klasik dönem İslâm amme hukuk doktrininde halifenin şûra veya ehlü’l-hal ve’l-akd denilen (ümmetin bilgili, seçkin ve toplumda hürmet gösterilen temsilcilerinden oluşan) kurulun seçimiyle veya bir nevi genel seçim demek olan halkın beyʻatıyla iş başına gelmesinin önemi vurgulanır.
HALİFE NASIL SEÇİLİR?
İbn Kesîr, devlet başkanının nasıl tayin edileceği hususundaki ihtilafları dile getirerek Hulefâ-i Râşidîn üzerinden bunları şöyle örneklendirir: “Ehl-i Sünnet âlimlerinden bir grubun Ebûbekir hakkında dedikleri gibi devlet başkanlığı ancak nas ile tayin edilir. Veya yine Ehl-i Sünnet’ten diğer bir grubun dediği gibi devlet başkanına yapılan ima ile seçilir. Veya Hz. Ebûbekir’in Ömer’i tayini gibi mevcut halifenin kendisinden sonra birini tayin etmesiyle olur. Veya Hz. Ömer’in yaptığı gibi mevcut halife tercihi salih insanlardan oluşan bir şûrâ heyetine bırakır. Veya Ehl-i hall ve’l-akd’in, birine beyʻat etmek üzere icma etmesi veya içlerinden birinin beyʻat etmesiyle olur. Cumhura göre buna itibar edilir. İmamu’l-Harameyn bununla ilgili icma olduğunu söyler. En iyisini Allah bilir. Veya bir kişinin insanları zorla itaat altına almasıyla olur. Ayrılık ve ihtilafa yol açmamak için ona itaat edilir. Şâfiî bu şekilde ifade etmiştir.”[1]
İslâm âlimleri, dinî kuralları açıkça çiğneyen halifenin vazifeden azledileceğini, halifenin ilâhi bir gücünün bulunmadığını ve ümmete ait hâkimiyeti temsil ettiğini, ferdî olarak Allah’a karşı sorumluluk taşıması yanında vazifesi sebebiyle müslümanlara karşı da mesuliyetinin olduğunu söylemişlerdir.[2]
Ümmete ait olan bu hâkimiyetin halife tarafından nasıl kullanılacağı, adının ne olacağı, dünyada Müslümanların tek bir devlet veya organizasyon altında birleşmeleri, anayasal kurumların oluşum ve vazife dağılımı gibi daha çok şekille ilgili konular ise İslâm’ın umumi esaslarıma aykırı düşmediği müddetçe her toplumun şart ve imkânları dâhilinde belirleyip karar vereceği hususlar olarak görülebilir.[3]
Mevcut halifenin kendi yerine geçecek kişiyi belirlemesinin aday gösterme mi yoksa tayin mi olduğu hususu Müslüman amme hukukçuları arasında tartışılmıştır. İslâm hukukçuları umumiyetle, her durumda halktan veya ehlü’l-hal ve’l-akdden beyʻat alınması gereği üzerinde durarak halifenin yetkisini veraset ve saltanat usulünden değil ümmetten aldığı fikrini vurgulamaya çalışırlar.[4]
“MUHAKKAK Kİ SANA BEYʻAT EDENLER ANCAK ALLAH’A BEY’AT ETMEKTEDİRLER”
Günümüz araştırmacılarından bu fikri savunan Ekrem Ziyâ Ömerî şöyle der: “İnsanların halifeye bey’at etmesi gösteriyor ki sultanın (hüküm ve idarenin) kaynağı ümmettir. Sulta teokratik değildir, insanlardan hiçbirine Allah tarafından verilmiş bir salâhiyet de değildir. Bilâkis o, Müslümanlarla idarecileri arasında bir akit, bir anlaşmadır. İdareci Allah’ın dinini korur, hükümlerini icra eder, halkın maslahatlarını gerçekleştirir. Buna mukabil müslümanlar da zorlukta ve kolaylıkta, hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları durumlarda her hâlükârda ona itaat ederler. İslâm’da rahiplik yoktur, idarenin bazı insanlara Allah tarafından kutsal bir vazife olarak verildiği inancı da yoktur. Bilâkis ümmet ve idareci olmak üzere iki tarafın da hür bir şekilde katıldığı bir bey’at vardır. Bütün mana derinliğiyle ve mesuliyetleriyle… Bu derinlik ve mesuliyetler ise şu âyet-i kerimenin mânâsından kaynaklanmaktadır: “Muhakkak ki sana beyʻat edenler ancak Allah’a bey’at etmektedirler…”[5]
Hz. Ebûbekir’in halife olduktan sonraki hutbesine bakıldığında, idareci ile halkın arasındaki alâkayı en güzel şekilde ortaya koyduğunu görürüz. Buna göre halifenin o makama gelişi ümmetin iradesiyle ve açık bir akitleşmeyle gerçekleşmiştir: Hükümdarın şeriata sarılmasına mukabil halk da ona itaat edecektir. Ümmet, idareciyi kontrol edecek, hayırda ona yardımcı olup eğrildiğinde siyasetini düzeltecektir. Hükümdar adaleti tesis edeceğini, cihada devam edeceğini ve toplumu ahlâkî bozukluklardan temizleyeceğini beyan etmiştir.[6]
Ömerî’ye göre Hz. Ebûbekir’in Hz. Ömer’i yerine tavsiye etmesi, ümmetin iyiliğini düşünerek ve ehl-i hall ve’l-akd’e yol göstererek sadece bir aday teklifinden ibarettir. Bununla hilafet tahakkuk etmez. Eğer ümmet-i Muhammed bu teklife muvafakat eder ve gösterilen adaya bey’at ederse işte o zaman hilafet münʻakit olur. Müslümanlar Medine-i Münevvere’de Hz. Ömer’e bey’at edip diğer şehirlerden de onun için bey’at alınınca Hz. Ömer halife olmuş oldu.[7]
Dipnotlar:
[1] İbn Kesîr, Tefsîr, I, 221. [2] Avcı, “Hilafet” mad., DİA, XVII, 540. [3] Avcı, “Hilâfet” mad., DİA, XVII, 540. [4] Avcı, “Hilafet” mad., DİA, XVII, 540. [5] el-Feth 48/10; Ekrem Ziyâ Ömerî, es-Sîratü’n-Nebeviyyetü’s-Sahîha, Medîne-i Münevvere: Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1415, II, 673. [6] Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, s. 53. [7] Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, s. 56.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.
YORUMLAR