Halifetullah Kime Denir?

Halîfetullâh: Allâh’ın yeryüzünde halîfe kıldığı insan anlamlarına gelir.

HALİFETULLAH KELİMESİNE ÖRNEKLER

Dünyanın hakîkatini insana hatırlatan Hüdâyî Hazretleri, insanın sahip olduğu yüce makâma, yani halîfetullâh olma sırrına dikkat çeker. Bu sırrı, insanın Hak katından bu varlık âlemine gelişi ve yine Hakk’a dönüşü hakîkati çerçevesinde şöyle anlatır:

Ezelden aşk ile biz yâne geldik!

Hakîkat, şem’ine pervâne geldik!

Tenezzül eyleyip vahdet ilinden,

Bu kesret âlemin seyrâne geldik!

Geçip fermân ile bunca avâlim

Gezerken âlem-i insâne geldik!

Fenâ buldu vücûd-i fânî mutlak,

Bıraktık katreyi ummâne geldik!

Nemiz ola Hudâyâ Sana lâyık

Hemân bir lûtf ile ihsâne geldik!

Umarız erelim bâkî hayâta,

Civâr-ı Hazret-i Rahmân’e geldik!

Geçip âhir bu kesret âleminden,

Hüdâyî halvet-i Sultân’e geldik!..

*****

“Allâh Teâlâ’nın ahlâkı ile ahlâklanınız.” (Münâvî, et-Teârîf, s. 564) hadîs-i şerîfi de bu mânâya işâret etmektedir. Zîrâ esmâ-i ilâhiyenin en büyük nisbette tecellîsi, mahlûkât arasında daha ziyâde insanda görülmektedir. Meleklerde kibriyâ ve

mudill gibi esmânın tecellîleri olmadığı için nefs engeli de yoktur, günah işlemezler. Bu sebeple nefs engelini aşıp vâsıl-ı ilâllâh ve halîfetullâh olabilme istîdâdı, yalnız insana lutfedilmiştir.

*****

Şeytan, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın çamurunu gördü, yüceliğini göremedi. Bu dünyâya âit çamuru seyretti, fakat öteki âleme âit olan mâneviyâtına âmâ oldu. Şeytan’ın bilemediği taraf, insanın “Hakk’ın halîfesi” (halîfetullâh)

olmasıydı. Çünkü o, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı nefsinin gözüyle değerlendirmişti. Böylece idrâki, Hazret-i Âdem’in maddesinden öteye geçememişti. Ölçüyü Hak’tan değil, nefsinden almıştı. Bu yüzden şaşırdı, hissiyâtıyla hareket etti. O âna kadar arzusu dışında hissiyâtına dokunan bir teklifle karşılaşmamış olan ve böyle bir imtihân geçirmemiş bulunan iblîs, ilâhî hikmeti kavrayamadı. Nefsinin girdapları arasında boğulup perişan bir şekilde Allâh’a âsî oldu.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.