Halin İyi Olabilmesi İçin Dikkat Edilecekler

VİDEOLAR

Halin iyi olabilmesi için dikkat edilecekler nelerdir? Osman Nuri Topbaş cevaplıyor.

HÂLİN İYİ OLABİLMESİ İÇİN DİKKAT EDİLECEKLER – 2

Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri Gadîvet denilen bir yere gitmişti ziyarete. Orada bulunan talebelerden biri yemek getirdi. Nakşibend Hazretleri buyurdu ki, şöyle yemeğe baktı:

“‒Bu hamuru yoğuran, yemekleri pişiren kimse, işin başlangıcından nihâyetine kadar gadap hâlindeydi. Bu yemeği pişirirken öfke hâlindeydi. Bundan dolayı biz bu yemeği yemeyiz (dediler).

Zira böyle yapılan yemeklerde bir hayır-bereket yoktur. Belki de şeytan yemek yaparken hep onunla bulunmuştur. Bizler de böyle yemeği yemeyiz.” dediler.

Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri yine talebelerine şu öğütte bulunurdu:

“Yenilecek bir gıda ne olursa olsun, gaflet içinde, gazapla veya nefretle hazırlanırsa onda hayır ve bereket yoktur. Zira ona nefs ve şeytan karışmıştır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsenin kalbinde ilâhî sır ve hikmetlere karşı duygusuzluk ve hantallık meydana gelir.

Gaflete dalmadan hazırlanan ve Allah Teâlâʼyı düşünerek, zikirle yenen helâl yiyeceklerden de hayır ve rûhâniyet meydana gelir.

İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamayışları, yemedeki ve içmedeki bu hususa dikkat etmemelerindendir.”

Ki o zamanda bunu buyuruyor. Bir de şimdiyi hesap edelim…

“Ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû ve hudû hâlinde bulunup zevkle gözyaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokmayı Allah Teâlâʼyı hatırlayarak hazırlayıp yine Oʼnun huzurundaymış gibi yemeye bağlıdır. Vücuduna haram lokma karışmış bir kimse, nasıl ibadetten tat alabilir?” buyuruyor.

Demek ki bugün bilhassa bu kazancımıza çok dikkat etmemiz lâzım. Yediğimiz yemeğe de çok dikkat etmek lâzım. Bir besmeleyle mi, kelime-i tevhidle mi pişiriliyor, yoksa bir gâfilâne olarak mı pişiriliyor?

Yani bu, her yediğimiz lokmanın maddî şeyi karşısında mânevî bir faydası veyahut da zararı olduğunu düşünmemiz lâzım.

İki şey insan rûhunda çok müessirdir:

Biri aldığımız gıdânın helâliyeti ve onu yerken, pişirirken gaflette olmamak.

İkincisi de beraberinde bulunduğumuz insan.

Sohbeti şöyle toplarsak:

Anne-babanın kucağında dünyaya geldik. Dünyadan haberimiz yoktu. Fakat giderken amellerimizle gideceğiz. Amellerimizle gömüleceğiz. Amellerimiz de duâlarımız gibi kabule muhtaç.

Hulâsa; hayatımızın her safhasını İslâmʼla kıyas etmek, bir fiilî kıstas olması, Kurʼân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeʼnin hayatımızda bir fiilî kıstas olması. Hayatımızın her safhasında. Kimi yerde unutuyoruz.

İkincisi; rûhâniyeti artırmamız için, bir enerji almamız için, Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) buyuruyor.

Seherlere muhtacız. Bütün peygamberler uyanık, seherlerde. Bütün mahlûkat uyanık. Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtı kaldırıyor, uyandırıyor.

“وَالْفَجْرِ” buyuruyor. “Fecre yemin olsun.” (el-Fecr, 1) buyruluyor.

Velhâsıl seherlerde uyanık olmak. Seherlerde Cenâb-ı Hak istiğfâra davet ediyor. İbadete davet ediyor. Kelime-i tevhid olacak, îmânımızı tasdik edeceğiz. Gündüzde de bu îmânın, kelime-i tevhîdin tatbikâtı olacak. Salevât-ı şerîfe ile Efendimizʼe yakınlığımız artacak.

Efendimiz buyuruyor:

“Bütün zevkleri, lezzetleri kökünden yok eden ölümü çok çok anınız.” (Tirmizî, Zühd, 4/2307)

Bir tefekkür olacak. Cenâb-ı Hakkʼı anmakla iç âlemimizi daha nûrânî hâle getirmenin gayreti içinde olacağız. Gündüzlere de bu rûhâniyetle gündüze gireceğiz. Seherin rûhâniyetiyle, o enerjiyle gireceğiz.

Orada Cenâb-ı Hak da buyuruyor:

“…Sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)

Sohbetlerimiz ayrı bir güzellik olacak -inşâallah-. Oradan enerji alacağız. Ashâb-ı kirâm sohbetle; sohbet-sahâbî aynı kökten gelir.

Burada, Efendimizʼden bir bu namaz hususunda, bilhassa namaz…

Bir gün sahâbî diyor ki Ebû Hüreyre:

“Allah Rasûlü bir namaz kıldırdı. Selâm verdikten sonra bir sahâbîye döndü, buyurdu: (Hâlbuki Efendimiz mihraptaydı. Fakat Efendimiz arkadan da görürdü.)

«‒Ey filân! (Dedi.) Namazını güzel kılmayacak mısın?» buyurdu.

(Tâdil-i erkâna çok dikkat etmeli.)

«Namaz kılan kişi hiç nasıl namaz kıldığının farkında olmaz mı?» dedi. (Namaz kıldığının, kimin huzurunda olduğunun farkında olmaz mı, kıldığı namaza bakmaz mı?)

«Zira namazı ancak kendisi için kılmaktadır. Vallâhi ben önümden nasıl görüyorsam, arkamdan da o şekilde görmekteyim.»” (Müslim, Salât, 108)

Yani onu îkaz etti, namazını dedi, böyle dedi, huşû ile kılmamız, tâdil-i erkânla…

Hâce Hasan Attar Hazretleriʼnin şöyle bir, müʼminlere bir nasihati var:

“Devamlı müslümanların işine koş. Fakir ve yoksullara yardımcı olmak için çok çalış. (Bilhassa bugün hidâyetlere vesîle olmak için.) Eğer bir müslümanın işini bitiremezsen hiç olmazsa onun gamını çek. (Çok mühim bir nokta.) Eğer bir müslümanın işini bitiremezsen, hiç olmazsa onun gamını çek. Gece onun acısını duyarak uykuya dal. Bu davranış sebebiyle -inşâallah- sana fetih kapıları açılacaktır.”

Hassas bir gönül istiyor Efendimiz, evliyâullah hassas bir gönül istiyor.

Hâce Ebû Nasr Pârsâ Hazretleri de şöyle bir vaazda bulunuyor:

“Bir topluluğun içinde istiğfar olduğu sürece belâ ve azap onlardan uzaklaşır. İstiğfar oldukça belâ ve azap uzaklaşır. İstiğfar, bir kimsenin diliyle estağfirullah demesi değildir. (Bu çok mühim.) Bir kimsenin diliyle estağfirullah demesi değildir. Bilâkis onun söz ve amellerinin tamamının affolunmayı sağlayacak şekilde olmasıdır.”

Öyle bir istiğfar olacak ki, onu kalben duyacak, amel-i sâlihlerle teyid edecek, bu da onun affına vesîle olacak.

Okunan âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak, bu, takvâ yolunda olanlara bir müjde veriyor. Herkesin dünyevî durumuna göre ölüm tecellî edecek, son nefes tecellî edecek. Okunan âyette de, ilk âyette;

“Rabbim Allahʼtır deyip…” (Fussilet, 30)

Yani ilâhî istikâmette olup, Kurʼân ve Sünnetʼin istikâmetinde olup…

(“…Sonra dosdoğru olanlar…” [Fussilet, 30])

Yani Allah Rasûlüʼnün o rûhânî izinde gidenler için, melekler, onun son nefeste canı gırtlağa geldiği an,

“…Melekler iner, onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

İmtihan bitmiş oluyor artık. Bir şehâdetnâme geliyor Cenâb-ı Hakʼtan. Ondan sonra melekler devreye giriyor. İkinci âyette de melekler der ki:

“Biz sizin dünya hayatında da âhiret hayatında da biz sizin dostlarınızız…” (Fussilet, 31) derler. Ve Cennetʼin o güzelliklerinden bahsederler. Ondan sonra, tabi âyetlerde -ezan okundu- kim bu vasfa sahip olacak? Onların da şeyini bildiriyor.

Kurʼânʼla Allâhʼa çağıran, Kurʼânʼla amel eden.

“(Kurʼânʼla) Allâhʼa davet eden, amel-i sâlihler işleyen ve «Ben müslümanlardanım.» diyen (müslüman şahsiyet müslüman karakterini temsil eden, bu) kişinin sözünden daha güzel söz var mı?” (Fussilet, 33)

Yani en güzel söz, bunu, İslâmʼı yaşayarak tebliğ edenin sözü olduğunu ve müslüman karakter ve şahsiyetini temsil edenin sözü olduğunu Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Cümlemizi Cenâb-ı Hak bu okunan âyet-i kerîmelerin şümûlüne dâhil eylesin.

Burada uzak yerlerden gelenler var gördüğüm kadarıyla. Allah râzı olsun. Bir -yine hatırıma gelen- bir hadîs-i şerifle sohbetimizi bitirelim.

Efendimiz bu, eski devirlerden, Benî İsrâil zamanından bir hâdiseyi naklediyor:

“Bir kişi bir köye gidiyor. Köye giderken bir kişiyle karşılaşıyor. O kişi diyor ki:

«‒Sen, kardeşim! O köye gidiyorsun, ben de aynı o köye gidiyorum. Bir alışverişin varsa, dünyevî bir işin varsa, alışverişin varsa, ben yine bu senin köyünden geçeceğim, sana getireyim. Oraya kadar sen yorulma. Ben zaten oraya, zaten gidiyorum diyor. Dünyevî bir işini ben senin göreyim.» diyor.

O kişi diyor ki:

«‒Yok (diyor), benim dünyevî bir işim yok (diyor). Ben orada bir din kardeşim var (diyor), ben onu Allah rızâsı için görmeye gidiyorum (diyor). Hâlini sormaya gidiyorum.» diyor.

O kişi diyor ki o zaman:

«‒Ben (diyor) insan değilim (diyor). Ben (diyor) meleğim (diyor). Cenâb-ı Hak sana gönderdi beni. Sen nasıl o din kardeşini seviyorsan, Allah da seni o şekilde seviyor.» buyurdu.” (Bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 292)

Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemize -inşâallah- bu hadîs-i şerîfin şümûlünden hisseler ihsân eylesin.

Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..