Hamrâu-l Esed Gazvesi Nedir?

Hamraül Esed, Uhud Gazvesi’nin ertesi günü Kureyş ordusunu takip için gerçekleştirilen seferdir.

Korku ile Uhud’dan ayrılarak Mekke’nin yolunu tutan müşriklere, Allâh büyük bir gaflet vermişti. Akılları başlarına ancak yolda geldi. Tekrar geri dönüp mü’minlerin üzerine saldırmayı düşündüler.

Bu arada Medîne’ye avdet etmiş bulunan Allâh Resûlü de düşmana bir gözdağı vermek gerektiği fikrindeydi. Allâh Teâlâ bu hususta aslâ gevşeklik göstermemek gerektiğini bildiren âyetini inzâl buyurdu:

“Düşman topluluğunu tâkip etmede gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, şüphesiz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz Allâh’tan onların ümîd edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Kuşkusuz Allâh her şeyi bilendir, hikmet sâhibidir.” (en-Nisâ, 104)

Fahr-i Kâinât ashâbına:

“–Düşmanları kim tâkip etmek ister?” diye sordu.

Derhâl, aralarında Hazret-i Ebûbekir ve Zübeyr’in de bulunduğu bir birlik hazırlandı. Düşmanı tâkip için çıkılan bu sefere katılanların hemen hepsi yaralı idiler. Bu yaralı mücâhidler, hazırlıklarını yaparak Ebû İnebe kuyusunun yanında Resûlullâh’ın saflarına katıldılar.

Üseyd bin Hudayr, yaralarının tedâvîsiyle meşgûl olmayı bırakarak:

“Ben Allâh’ın ve Resûlü’nün dâvetini işittim ve ona itaat ettim!” dedi ve hemen silâhlanıp Peygamber Efendimiz’in yanına geldi.

Sa’d bin Ubâde da aceleyle hazırlanıp kabîlesine de hemen hareket etmelerini emretti. Onlar da hemen silâhlarını kuşanıp geldiler.

HAMRAÜL ESED SEFERİ

Allâh Resûlü’nün de iştirâk ettiği bu birlik, derhâl düşmanın ardına düştü.

Abdullâh bin Sehl ile kardeşi Râfî, Uhud’da Fahr-i Kâinât ile birlikte savaşmışlar ve yaralı olarak Medîne’ye dönmüşlerdi. Allâh Rasûlü’nün düşmanı tâkip için Müslümanları dâvet ettiğini işittikleri zaman:

“–Vallâhi bir binitimiz yok, yaramız da ağır. Fakat Resûlullâh’ın bulunduğu bir seferi hiç kaçırır mıyız?!” diyerek hemen yola çıktılar. Yarası diğerine göre hafif olan, ağır yaralı olanın gâh yürümesine yardım etti, gâh onu sırtında taşıdı. Bu şekilde, Âlemlerin Efendisi’nin yanından ayrılmadılar.

Bu fedâkârlıkları sergileyen mü’minler, ilâhî iltifâta mazhar oldular:

“Yara aldıktan sonra yine Allâh’ın ve Peygamber’in çağrısına uyanlar, (bilhassa) içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sâhibi olanlar için pek büyük bir mükâfât vardır.”(Âl-i İmrân, 172)

HAMRAÜL ESED NEREDE?

Birlik, Medîne’nin sekiz kilometre ilerisinde bulunan ve bu sefere adını veren “Hamrâü’l-Esed” mevkiine kadar gitti. Sancak, Hazret-i Ali’de idi. Gece olunca, Allâh Resûlü, beş yüz ayrı yerde ateş yakılmasını emir buyurdu. Muhteşem bir manzara ortaya çıktı. Etraftan bakanlar, orada son derece büyük ve muazzam bir ordu bulunduğunu zannediyorlardı. Nitekim o sırada Mekke’ye gitmekte olan ve henüz Müslüman olmamış bulunan Mâbed adlı bir şahıs, müşrik ordusuna yetişip Müslümanların kendilerini tâkip ettiğini haber verdi. Onların kalabalık olduklarını anlatmak için de:

“–Ben ömrümde böyle kalabalık bir ordu görmüş değilim.” dedi. Durumu öğrenen müşriklerin yüreklerine müthiş bir korku düştü:

“–Müslümanların kımıldayacak hâli kalmamıştı. Bu nasıl olur?” diyerek birbirlerine baktılar. Ardından sebebini anlayamadıkları bir hisle:

“–Haydi bir belâya uğramadan buradan çekip gidelim!” dediler.

Bir türlü geri dönüp çarpışmayı göze alamadılar. Nihâyet hızlı bir şekilde Mekke’ye doğru yollarına devâm ettiler. Onların bu şekilde çekip gitmeleri üzerine Allâh Resûlü de ashâbıyla birlikte tekrar Medîne’ye döndüler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.