Hangi Çarşının Müşterisiyiz?

Bugün hepimize düşen öncelikle hangi çarşı ve pazarın müşterisi olduğumuzun farkında olmak, sonra elimiz, dilimiz ve sâhip olduğumuz bütün imkânlarla yeryüzündeki her zulme mani olmaya çalışmak, gücümüzün yetmediği durumlarda duamız ile mazlumların yanında bulunmaktır.

Server-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bütün insanlığın hidâyeti için Yüce Rabbimiz’in sevip seçtiği bir rahmet elçisidir. “(Ey Peygamberim) De ki! Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği Peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O diriltir ve öldürür. O halde Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Rasûlüne, o ümmî Peygamber’e îman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’raf, 158) Bu evrensel da’vete icâbet hususunda farklı milletlerin, aşiretlerin, kavimlerin kabulleri ve redleri, hâsılı mücadeleleri çok farklılıklar arz eder.

İSLAM NESLİ

Ebedî saâdet ve huzurun yegâne da’vetçisi sevgili Efendimiz’in ilk muhatabları şüphesiz içlerinde büyüdüğü Mekke toplumu idi. Hazret-i İbrahim aleyhisselam’ın tevhîd merkezi olarak kurulan bu mübârek şehrin sâkinleri zamanla bu temiz akidelerinden kopmuş ve bir şirk toplumuna dönüşmüştü. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in 13 yıllık Mekke döneminde bütün engellemelere rağmen bu şirk toplumundan tevhid ehli bir İslâm nesli vücud buldu.

Fahr-i Kainat Efendimiz’in hicreti esnasında Medine’de ise Evs ve Hazrec isimli iki arab kabilesi ile üç yahûdî kabilesi bulunmakta idi. Yahudiler buraya Romalıların işgal, baskı ve tahriblerinden sonra Kudüs’ten gelmişler, bilhassa iktisadî bakımdan Medine’nin hâkimi durumuna erişmişlerdi. Hicret akabinde Medine’nin yerlileri Arap kabileleri gruplar halinde İslâm’a gönüllerini açıp, Mekke’den gelen mü’min kardeşleri ile “Muâhât=kardeşlik” tesis ederken yahûdilerle de bir anlaşma yapıldı. Bu suretle Medine’de nizam sağlanmış oldu.

EL-EMİN

Sadıku’l va’d-el emîn (verdiği her sözde sadakatla sebat eden el-emin) Sevgili Efendimiz’in anlaşmaya titizlikle riayet şeklindeki yüce duruşuna rağmen, yahûdiler her fırsatta ahitlerini bozdular ve Medine’de fitne ve fesad çıkarmaktan geri kalmadılar. Mekke’de müşriklerden ayrılıp nurlu Medine’ye hicret eden Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in 10 yıllık Medine devri zaten iki grupla mücadele ile geçmiştir. Bir tarafta münafıklar diğer tarafta ise yahudiler… Bu ikinci grubun Müslümanlara karşı tavrı açık ve gizli düşmanlıktı. Mü’minlere karşı en fazla mücâdeleyi bunlar yapıyordu.

Medine’de nâzil olan ilk sûre olan Bakara Sûresi’nde yahûdileri İslâm’a davet hususuna büyük ehemmiyet verilmiştir. Bu sûrede umûmî olarak bütün insanlar İslâm’a davet edildikten sonra, özelde 40 ve 162. ayetler arasında İsrâiloğullarından bahsedilmiş, nerede ise sûrenin yarısı onlara tahsis edilmiştir. Bu âyet-i celilelerde “Ey isrâiloğulları” buyrularak gâh doğrudan kendilerine hitap edilmekte, gâh gaib sığası ile bahsedilmekte, gâh farklı iddiaları reddedilmekte veya kendilerine bahşedilen nimetler hatırlatılarak gönüllerinde îman arzusu uyandırılmak istenmektedir.

Ne var ki bütün ilâhî ikaz ve irşadlara rağmen birkaç istisna dışında bu kavim İslâm’ı kabul etmemiş, kendi düşmanlıkları yanında, Kureyş müşriklerini de Rasûlullah aleyhine tahrik etmişlerdir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise Yüce Rabbimizin emriyle yahûdilerin bu eziyetlerine bir müddet sabretmiş, hatta O rahmet Peygamberi, sihir yaparak mübarek hayatına kasdeden Lebîd dahil mensûb olduğu Benû Zureyk yahûdilerinden hiç kimseyi öldürtmemiştir.

Yahûdiler, sihirbazlıkta çok maharetli olan Lebîd’e altın karşılığında Varlık Nûru’na sihir yapmasını teklif etmişler, o da bunu kabullenerek kendi usûlünce düğümler yaparak Nebiler Sultanı’na sihir yapmış, bu sihrin tesiri ile Sevgili Efendimiz hastalanmıştı. Hastalık günlerce sürmüş, zât-ı risâletleri yemeden ve içmeden dahi kesilmişti. Allah Teâlâ sevgili Resûlü’ne bu sihri kimin yaptığını, nerede nasıl yapıldığını bildirdi. Hazret-i Ali ve Ammar -radıyallahu anhüma- görevlendirilip sihir bulundu. Cebrail aleyhisselâm bu esnâda Felak ve Nas surelerini getirdi, her bir âyet okundukça bir düğüm çözüldü, Efendimiz de sanki bir bağdan kurtulmuş gibi rahatlayıverdi. Bu nazik duruma rağmen Allah Rasûlü bu sihri yapan Lebîd’in ne yüzünü gördü ne de bu suçunu anıp başına kaktı.

Medine döneminde çok özel bir yeri olan Hayber fethinde yine Sevgili Peygamberimiz: “(Ey yahûdi topluluğu) Lâ ilâhe illallah deyiniz. Bununla mallarınızı ve kanlarınızı koruyunuz. Âhiretteki hesabınız ise Allah’a aittir.” buyurmasına rağmen onlar: “Mûsâ’nın aramızdaki kitabı Tevrat’a yemin olsun ki biz ne istediğiniz şeyi yaparız ne de dinimizi bırakırız.” diye karşılık verdiler. Bu anlamsız direnişlerinin devam etmesi üzerine Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- İslâm sancağını vermek üzere Hazret-i Ali’yi çağırdı, ona zırh giydirip sancağı vererek şöyle buyurdu: “-Yâ Ali! Haydi ilerle! Allah fethi müyesser kılıncaya kadar sağa-sola bakınma!”

Hazret-i Ali -radıyallahu anh- derhâl hareket etti, sonra durdu ve arkasına dönmeden seslendi: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlarla ne (yapmaları) için savaşayım?”

ÖNCE ONLARI İSLAM’A DAVET ET

Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “-Onlarla, Allah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet getirinceye kadar savaş. Bunu yaptıkları an -dînin yasaklarını çiğnemedikçe- kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Asıl hesapları(nı görmek ise) Allah’a aittir. Acele etmeden, gâyet sâkin bir şekilde onların yanına var. Önce onları İslâm’a dâvet et! Şâyet bu dâvetinle bir kişi müslüman olsa, bu, sana kızıl develer verilmesinden daha hayırlıdır!..” (Buhârî, Ashâbü’n-Nebî, 9; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 32-34; Heysemî, VI, 151)

Hayber müslümanların zaferiyle neticelenmesine rağmen, sakinleri bir yere sürgün edilmedi, kendi arazilerinde ortakçı olarak kaldılar. Tarih boyunca zulme uğradıkları her dönemde Müslümanların şefkat ve merhamet gölgesine sığınan bu kavim, bugün bütün dünyanın gözü önünde Müslüman kanı dökmeye devam ediyor.

SİZİN ÇARŞINIZ VE PAZARINIZ BURASIDIR

Asr-ı Saâdette de sâhib oldukları ekonomik güçle “Allah’ın oğulları olmak” gibi bir iddiayı dillendiren yahudilere karşı, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Medine’ye teşrif ettiklerinde Müslümanlara yahudilerinkinden ayrı bir çarşı ve pazar yeri göstermek istemişti. Evvela Zübeyr bin Avvam’a ait bir arazinin bir tarafını işaret etseler de yahûdilerin düşmanlıkları üzerine Medine çarşısı için daha münâsip bir yer bularak: “Sizin çarşınız ve pazarınız burasıdır” buyurmuşlardı.

Bugün hepimize düşen öncelikle hangi çarşı ve pazarın müşterisi olduğumuzun farkında olmak, sonra elimiz, dilimiz ve sâhip olduğumuz bütün imkânlarla yeryüzündeki her zulme mani olmaya çalışmak, gücümüzün yetmediği durumlarda duamız ile mazlumların yanında bulunmaktır.

“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” (Bakara, 250)

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 454

İslam ve İhsan

MEDİNE’DE GEZİLECEK YERLER

Medine’de Gezilecek Yerler

MEDİNE İLE İLGİLİ HADİSLER

Medine ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.