Hangi Kazançlar Haramdır?
Hangi kazançlar haramdır? Kura çekmek caiz midir? Kumar, rüşvet, faiz, alışverişte vade farkı haram mıdır? Kazancı haram olan işler...
Kazançta haram olanlar...
KAZANCI HARAM OLAN İŞLER
-
Kumar
Ortaya para konularak oynanan şans oyunu demektir.
Oyunun oynandığı alet ve metot önemli değildir. Oyun, taraflardan birine veya birkaçına kâr sağlıyor ya da zarar veriyorsa, bu oyun kumardır ve yasaktır. Bu yolla kazanılan para da haramdır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Mâide, 90.) Peygamberimiz (s.a.v.), arkadaşlarına, “gel kumar oynayalım” diyen kimsenin, bu sözüne keffaret olmak üzere sadaka vermesini tavsiye etmiştir. (Buhârî, “Suretü’n-Necm”, 2.)
Kumarın haram kılınmasının sebepleri üzerinde düşünürken aşağıdaki hususlar akla gelebilir:
- Çeşitli meşru kazanç yolları vardır. Bu yollardan birisiyle geçimin sağlanması yönüne gidilmeli, bunu şansa ve tesadüfe bırakmamalıdır.
- Kumar, kişinin çalışmasına, ailesi ve toplumu, hatta insanlık için yararlı hizmetler yapmasına ve Allah’a karşı olan ibadet görevlerini yerine getirmesine engel olur.
- Kumarın zararları oynayanda kalmaz, aile bireylerini ve toplumu da etkiler ve işsiz güçsüz kimselerin çoğalmasına ve böylece birtakım sosyal bunalımlara sebep olur.
Kumar yüzünden işlenen cinayetler ve cana kıymaların küçümsenmeyecek boyutlarda olduğu ve bu yüzden nice mutlu aile yuvalarının söndüğü bir gerçektir.
Daha pek çok zararları olan kumar, haramdır ve bu yolla elde edilen kazanç da meşru olmayan bir kazançtır.
Yarışmalarda Alınan Ödüller Helaldir
Vücudun gelişip kuvvetlenmesi ve savaş yeteneğinin geliştirilmesi maksadıyla yapılan koşu, silah atışı, at koşuları ve güreş müsabakaları caizdir.
Peygamberimiz (s.a.v.), binicilik ve atıcılığı teşvik etmiş ve at yarışları yaptırmıştır. (Buhârî, “Cihâd”, 56, Müslim, “İmâre”, 25.)
“Çocuklarınıza yüzücülük ve atıcılık, kadınlara da ip eğirmeyi öğretiniz.” mealindeki hadis-i şerifte erkek ve kız çocuklarının zamanın şartlarına göre eğitilmelerinin gereğine işaret etmektedir. (Keşfü’l-hafâ, II, 68.)
Peygamberimizin (s.a.v.) eşi Hz. Âişe (ra.) diyor ki:
“Bir sefer esnasında peygamber ile yarıştım ve onu geçtim. Bir müddet sonra bir daha yarıştık —fakat kilo aldığım için— Resulullah beni geçti ve “Bu o yarışmanın karşılığıdır.” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 68.) buyurdu.
Hz. Ömer de Şam halkına yazdığı mektupta,
“Çocuklarınıza yüzmeyi, atıcılık ve biniciliği öğretiniz.” (Feyzu’l-kadîr şerhu câmi’i’s-sağîr, IV, 327.) diye tavsiye etmiştir.
Yarışmalarda başarı gösteren yarışmacılara bir üçüncü şahıs veya kuruluş tarafından ödül vermek caiz olduğu gibi, verilen ödülü almak da mubahtır.
İki kişinin, “eğer sen beni geçersen sana şu kadar para vereceğim, fakat ben seni geçersem bir şey almayacağım” diyerek şartlı yarışmaları caizdir. Böyle tek taraflı şart koşmak haram olmadığı için şarta göre galip gelen tarafın şart koşulan ödülü almasında da bir sakınca yoktur. (Dürrü’l-muhtâr, V, 396, Dürer, I, 321.)
İlmî yarışmalar da böyledir. Yani iki kişi ilmî bir meselede tartışsalar ve bunlardan biri diğerine, “Mesele senin dediğin gibi ise ben sana şu kadar para vereceğim, ama benim dediğim gibi ise bir şey istemem” diye şart koşsa bu da caizdir. (Dürrü’l-muhtâr, V, 396, Dürer, I, 321.)
Böyle tek taraflı şartlarda konulan parayı kazanan tarafın almasında bir sakınca yoktur.
Yarışmada her iki taraf için de ödül şart koşulursa yani, yarışmacılardan biri diğerine,
“Ben kazanırsam sen şu kadar para vereceksin, sen kazanırsan ben şu kadar para vereceğim” diye iki taraflı şart koşmaları kumardır ve haramdır.
Kur’a Çekmek Caizdir
Kur’a, herhangi bir konuda ilgililer arasında tercihi gerektiren bir sebep bulunmadığı hâllerde konunun çözümü için başvurulan meşru bir yoldur.
Kur’a, Kitap ve Sünnetle sabittir. Kur’an-ı Kerim’de, geçmiş peygamberlerden bir kısmının da içinde bulunduğu bazı anlaşmazlıkların kur’a ile çözüme kavuşturulduğu bildirilmektedir.
Anne ve babasının ölümünden sonra yetim kalan Hz. Meryem’in (a.s.) kimin yanında kalacağı hususunda akrabaları arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Bu anlaşmazlığı çözmek üzere kuraya başvurulmuş, kur’a sonunda Hz. Meryem teyzesinin kocası Zekeriya’ya (as.) verilmişti.
Bu husustaki kur’a çekiminden Âl-i İmrân suresinin 44’üncü ayet-i kerimesinde söz edilmektedir.
Zekeriya’nın (as.) bu uygulaması bizim için de örnek teşkil etmekte ve gerektiğinde kuraya başvurulabileceği hususunda delil olmaktadır. Zaten kur’a Peygamberimiz tarafından da uygulanmış ve böylece sünnetle de sabit olmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
“İnsanlar ezan okumanın ve ilk safta namaz kılmanın faziletini bilseler ve buna ulaşmak için kur’a çekmekten başka çare bulamasalardı, mutlaka aralarında kur’a çekerlerdi.” (Müslim, “Salât”, 28, Tirmizî, “Salât”, 166, İbn Mâce, “Salât”, 51.)
Peygamberimizin (s.a.v.) cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Zübeyr b. el-Avvâm’ın (ra.) rivayet ettiğine göre bir hanım, Uhud savaşında şehit olan Hz. Hamza’ya sarılmak üzere iki gömlek getirmişti. Bu gömleklerden biri Hz. Hamza’ya biri de Ensardan başka bir şehide sarılacaktı. Yalnız gömleklerin biri büyük, diğeri küçüktü. Büyük gömleğin hangisine sarılacağı kur’a ile belirlenmiştir. (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, I, 165.)
İslam fıkhında ve günlük hayatımızda da bunun örnekleri vardır.
Bir toplum içinde görevli imam bulunmadığı ve birçok kişi imam olmak istediği takdirde öncelik sırasına göre daha bilgili, daha güzel okuyan, günahlardan daha çok sakınan, daha yaşlı, daha ahlaklı olan, yüzü, soyu, sesi, kıyafeti daha güzel olan tercih edilir. Bütün bu niteliklerde eşit olmaları hâlinde ise aralarında kur’a çekilir. Kur’a kime isabet ederse o imam olur. (Dürrü’l-muhtâr, I/521-522.)
Bir sefer esnasında ordu komutanı bulunan Sa’d b. Ebî Vakkâs (ra.), askerlerden ezan okumak isteyenler arasında kur’a çekmiş, böylece Müezzini belirleyerek anlaşmazlığa çözüm getirmiştir. (Buhârî, “Ezân”, 9.)
Günlük hayatımızda da pek çok konuda kur’a çekme usûlüne başvurulduğu bir gerçektir. Deve sığır gibi hayvanları ortaklaşa kurban edenler, etleri ortaklar arasında tartarak taksim ederler. Daha sonra da hangi parçanın kime ait olduğunu belirlemek için kur’a çeker ve helalleşirler. Bunun gibi varisler arasında miras taksim edildikten sonra herkesin payı, hoşnutsuzluğu önlemek için çoğu zaman kur’a ile belirlenmektedir.
Bir defasında iki kişi bir mirasla ilgili olarak peygamberimize başvurmuşlardı. Ancak her ikisinin de iddialarını belgeleyecek delilleri yoktu. Peygamberimiz (s.a.v.) bunlara,
—Bakın, ben de ancak bir insanım. Siz bana davalarınızı arz ediyorsunuz. Olabilir ki biriniz diğerine göre iddiasını daha iyi savunur. Ben de duyduğuma göre hüküm veririm. Şu var ki hak diğerine ait olduğu hâlde, benim lehine hükmettiğim kişinin elde edeceği mal, ancak cehennem ateşinden bir parçadır. Artık bu kişi o malı ister alsın, ister bıraksın, buyurdu. Bu sözleri dinleyen davacılar ağlayarak, birbirlerine,
—Hakkım senin olsun, ben istemiyorum, dediklerinde Peygamberimiz (s.a.v.),
—O hâlde miras malını ikiye bölün. Sonra hangi parçanın kime ait olduğunu belirlemek için aranızda kur’a çekin ve helalleşin, buyurdu. (Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 7, Ahmed ibn Hanbel, Müsned, VI, 320.)
-
Rüşvet
Yaptırılmak istenilen bir işte meşru olmayan bir kolaylık sağlaması için bir yetkiliye mal ya da para olarak sağlanan çıkardır.
Böyle bir gaye için bir şey vermek de almak da aracı olmak da yasaktır, günahtır. Çünkü rüşvet, haklıyı haksız, haksızı da haklı yaparak adaletin ortaya çıkmasına engel olur.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını yalan yemin ve şehadet ile yemeniz için o malları hâkimlere vermeyin.” (2/Bakara, 188.)
Rüşvet, kişiler için olduğu kadar toplumlar için de çok kötü sonuçlar doğurur. Rüşvetin yaygın olduğu yerde haksızlık çoğalır. Emniyet ve güven kalkar. Sosyal düzen bozulur. Bunun için Peygamberimiz,
“Rüşvet alan da veren de Cehennemdedir.” (Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 4, Mecma’u’z-zevâid, IV, 199.) buyurmuştur.
Böylece rüşvet olarak elde edilen kazanç da haramdır. Bundan sakınmak lazımdır.
-
Faiz (Riba)
Haram kazançlardan birisi de faizdir.
Faiz, aynı cinsten olan iki malın birbiriyle değiştirilmesindeki sözleşmede bir taraf için kabul edilen —karşılığı olmayan— bir fazlalıktır. 10 gr. altını 11 gr. altın karşılığında satmak gibi. Bu 1 gram, karşılığı olmayan bir fazlalıktır. İşte bu faizdir.
Faiz haramdır. Faizin haram oluşu Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Faiz yiyen kimseler (kabirlerinden) tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hâli “alışveriş de faiz gibidir” demelerindendir. Oysaki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (2/Bakara, 275.)
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve gerçekten Mümin kimseler iseniz, faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resulü ile savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tevbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” (2/Bakara, 278, 279.)
Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
—Yedi helak edici şeyden sakının.
—Bunlar nedir, ey Allah’ın Resulü, diye soranlara,
—Allah’a ortak koşmak, efsun yapmak, (Allah’ın haram kıldığı kimseyi) haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, düşmana hücum anında savaştan kaçmak, iffetli kendi hâlinde Mümin kadınlara zina iftirası atmaktır,(Buhârî, “Tıbb”, Müslim, “İmân”, 38, Ebû Dâvûd, “Vesâya”.) diye cevap verdi.
Faiz iki çeşittir:
a) Vade Faizi (Nesie Ribası)
Bir cinsten olan iki şeyin birini diğeri karşılığında veresiye satmak veya, cinsleri ayrı fakat ölçü birimleri aynı olan iki şeyden birini diğeri karşılığında veresiye olarak değiştirmektir.
Bu değiştirmede miktarlarının aynı veya farklı olması arasında bir fark yoktur.
Mesela: Bir kimseye bir yıl vade ile satılan 50 gr. altını vade sonunda 55 gr. olarak almak veya bir kimseye kışın satılan bir kile buğdayı yazın harman zamanında, bir buçuk kile buğday olarak almak gibi.
Yine bunun gibi, bir kimseye kışın satılan bir kile buğday karşılığında yazın iki kile arpa veya kışın satılan iki kile arpa yerine yazın yine iki kile arpa almak da caiz değildir, faizdir.
Kur’an-ı Kerim’de yasaklanan faiz, budur. Bunun haram olduğu hususunda İslam âlimleri görüş birliği etmişlerdir. Bu, tartışmasız olarak büyük günahlardandır.
İslamiyet’ten önce cahiliye devrinde bilinen faiz bu idi. Biri diğerine altın veya gümüş, belli bir para borç verirdi. Aralarında kararlaştırdıkları vadeye göre geçen süre için belli bir miktar da fazladan ödeme yapılacağını önceden şart koşarlardı. Herhangi bir borçta vade geldiği zaman borçlu borcunu ödeyemeyecekse alacaklısına “veremeyeceğim artır” derdi. Yine buna bir miktar daha faiz eklenir ve böylece her vade yenilendikçe borcun miktarı da artardı. Öyle ki faiz ana paranın bir veya birkaç katını bulduğu olurdu.
b) Fazlalık Faizi (Ribe’l-Fadl)
Ölçü birimleri aynı olan malları kendi cinsleriyle peşin olarak değiştirirken elde edilen fazlalıktır.
Altın, gümüş, buğday, arpa, tuz ve hurma gibi maddeler, kendi cinsleriyle; mesela altın altın ile, gümüş gümüş ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, tuz tuz ile ve hurma hurma ile peşin olarak değiştirilirken miktarlarının eşit olması gerekir. Bunlardan birinin miktarı fazla olursa bu fazlalık, faiz olmuş olur. Ancak değiştirilen faiz ile ilgili malların cinsleri ayrı olursa, o takdirde faiz söz konusu olmaz. 10 gr. altının 100 gr. gümüş karşılığında peşin değiştirilmesi gibi. Bu örnekte her ne kadar ölçü birimleri aynı ise de cinsleri ayrı olduğu için fazlalık faiz olmuyor.
Değiştirilen malların yenisiyle eskisi, kaliteli olan ile kalitesiz olanı arasında bir fark yoktur.
Kaliteli bir buğday ile kalitesiz bir buğday değiştirilirken de eşit olmaları gerekir. Aksi takdirde fazlalık faiz olur.
Altın ile altın ve gümüş ile gümüş de satıldığı takdirde bunlardaki sanata ve kaliteye itibar olunmaz ve bunlar için ayrıca bir kıymet takdir edilmez.
Faizin bu çeşidi de haramdır. Bunun haram oluşu sünnetle sabittir.
Peygamberimiz (s.a.v.), beni Adiy el-Ensârî’nin kardeşini Hayber’e vali göndermişti. Bu zat Hayber’den Cenib denilen iyi cins bir hurma getirip Peygamberimize takdim etti. Peygamberimiz,
—Hayber’in bütün hurmaları böyle midir, diye sordu.
O zat,
—Hayır, vallahi, ey Allah’ın Resulü, biz bunun bir ölçeğini iki ölçek ile iki ölçeğini de üç ölçek hurma ile alıyoruz, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz,
—Böyle yapma, adi hurmayı para ile sat, sonra bu para ile (istediğin kadar) iyi cins hurma al, buyurdu. (Buhârî, Buyu’”, 89, Müslim, “Müsâkât”, 18.)
Yine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Altın, altın ile gümüş, gümüş ile buğday, buğday ile arpa, arpa ile hurma, hurma ile ve tuz, tuz ile misli misline ve birbirine eşit olarak peşin satılırlar. Ama bunların cinsleri değişecek olursa istediğiniz gibi satın.” (Buhârî, Buyu’”, 78, Müslim, “Müsâkât”, 15.)
Hadis-i Şerif’te sayılan altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz gibi mallarda faiz işlemi olduğunda mezhep imamları söz birliği etmişlerdir. Bunlara kıyasla diğer mallarda da faiz işlemi olacağı konusunda ise —zahiriler hariç— dört mezhep imamı arasında görüş ayrılığı yoktur. Sadece ortak illet konusunda farklı görüşleri vardır.
Hanefilere göre, bir malda faiz olabilmesi için iki illet (vasıf) bulunması şarttır: Cins ve ölçü birliği.
Bu iki illet, hangi mallarda olursa olsun, bulunduğu zaman peşin olarak satışlarda fazlalık faiz olduğu gibi, fazlalık olmasa bile veresiye satış da caiz değildir.
Mesela bir kile buğdayı peşin olarak bir buçuk kile buğday karşılığında satmak haram olduğu gibi, bir kile buğdayı yine bir kile buğday karşılığında vadeli satmak da haramdır.
Çünkü Peygamberimiz, faiz ile ilgili malların eşit olarak ancak peşin satılabileceğini bildirmiştir.
Diğer taraftan demir, bakır, kireç gibi değişimi tartı ile yapılan maddeleri de kendi cinsleriyle peşin olarak farklı ağırlıkta, veresiye olarak eşit veya farklı satmak da faizdir.
İki illetten (vasıftan) hiçbiri bulunmaz ise hem peşin satışta fazlalık, hem veresiye ve vadeli satış, ikisi de helal olur.
Mesela ağırlık ölçüsüne bağlı altın, ölçek ölçüsüne bağlı buğday ile peşin veya veresiye olarak satışları —nasıl olursa olsun— caizdir. Çünkü hem cinsleri hem de ölçü birimleri aynı değildir.
Eğer iki mal arasında iki illetten yalnız biri bulunursa peşin olarak satış caiz iken, veresiye satış helal olmaz.
Mesela: Bir ölçek buğdayı iki ölçek arpa karşılığında peşin olarak satmak caizdir. Bunun gibi aynı ağırlıktaki bir altın, iki kat ağırlıktaki gümüş karşılığında peşin olarak satılabilir. Ancak bunların veresiye satışı caiz değildir. Bu iki örnekte de cinsleri ayrı olduğu hâlde ölçü birimleri aynıdır.
Uzunluk ölçüleriyle ölçülen ve sayılan mallarda fazlalık faizi cereyan etmez.
Mesela: On yumurta on beş yumurta ile beş metre kumaş yedi metre kumaş ile peşin olarak değiştirilebilir.
Birbirine çok benzeyen Vade faizi (Nesie ribası) ile ödünç verme arasındaki fark, ödünçte vadenin bağlayıcı olmamasıdır. Yapılan anlaşma gereği, bedeli belli bir vade sonunda verilmek üzere satın alınan bir malın bedelini vadesinden önce alacaklının isteme hakkı olmadığı gibi, borçlu da ödeme mecburiyetinde değildir.
Fakat ödünç öyle değil, alacaklı her an ödünç verdiği şeyi isteme hakkına sahip olduğu gibi, borçlu da her istendiği anda onu ödemek mecburiyetindedir.
Faizin Haram Olmasının Sebebi
Faiz haramdır ve büyük günahlardandır.
Şüphe yok ki Cenab-ı Hakk’ın haram kıldığı her şeyde bizim için birtakım zararlar vardır. Bu zararlardan korunmamız, Allah’ın yasakladığı şeylerden sakınmakla mümkündür.
Faiz de, böyle birtakım zararları olan bir yasaktır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Faiz, karşılığı olmayan bir kazançtır. Verilen yüz gram altına karşılık, alınan yüz on gramda on gram, karşılıksız alınmış demektir. Oysa insanların malları, canları gibi dokunulmazdır. Başkasına ait olan bir malı karşılıksız almanın izahı yoktur.
- Faiz, fiyatları artırır.
Faizli kredi kullananlar faizi de maliyete ekledikleri için fiyatların artmasına ve tüketicinin geçim darlığı çekmesine sebep olur.
- Faiz, insanları çalışıp kazanmak ve üretim ile meşgul olmaktan alıkoyar. Çünkü ellerinde bulunan sermayeyi faize vermek suretiyle artırıp geçinen kimseler ticaret ve sanatla uğraşma zahmetine katlanmak istemezler. Bu sebeple yüksek üretim yapmaya yetenekli olan birçok kimseden iş dünyası mahrum kalır. Hâlbuki toplum, ticaret ve sanat gibi faaliyetlerle refah düzeyine erişir.
- Faiz, insanları birbirlerine borç vermek suretiyle yardımlaşmalarına, birbirlerinin dert ve sıkıntıları ile ilgilenmelerine engel olur. Bu ise toplum bireyleri arasında birlik ve dayanışmanın zayıflamasına sebep olur.
- Faizin yaygın olduğu toplumlarda zengin ile fakir arasındaki refah farkı gittikçe büyür, zengin daha zengin, fakir de daha fakir olur. Bu ise birtakım sosyal dengesizliklerin doğmasına ve toplumu rahatsız eden gelişmelere sebep olur.
- Faizcilik yapmayanlar ellerindeki bu imkânı kullanmamak suretiyle zarar etmiş görülebilirler. Fakat bunlar, nefislerinin arzu ve isteklerine uymayarak, yüce yaratıcının emrini yerine getirmek için, O’nun ecir ve mükâfatına ererler. Bir taraftan da Cenab-ı Hak, onların faiz karışmayan ve içinden Allah hakkı verilen servetlerini bereketlendirir ve çoğaltır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Allah, faizi mahveder (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları çoğaltır (içinden sadaka verilen malları bereketlendirir.)...” (2/Bakara, 276.)
-
Alışverişte Vade Farkı
Alışverişte vade farkını, faizle ilişkisi bulunup bulunmaması açısından incelemek üzere, bunu faiz bölümünün sonuna eklemeyi uygun bulduk.
Önce alışverişin hükmünü açıklayalım:
Alışveriş mubah ve meşru bir işlemdir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Allah, alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır.” (2/Bakara, 275.)
“Ey iman edenler, aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah esirgeyendir.” (4/Nisâ, 29.)
Peygamberimize (s.a.v.),
—Hangi kazanç daha temizdir, diye soruldu. Peygamberimiz,
—Kişinin kendi elinin emeği ile hile ve hıyanetten uzak alışveriştir, buyurdu. (Sübülü’s-selâm, III, 4.)
Alışveriş toplumun ihtiyacıdır. Bunu gidermeye çalışmak aynı zamanda bir hizmettir.
Sonuç olarak alışveriş mubah ve meşru bir kazanç yoludur. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.), doğru sözlü ve kendisine güvenilir tacirin, kıyamet günü, Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber bulunma mutluluğuna ereceğini müjdelemiştir. (Tirmizî, Buyu’”, 4, İbn Mâce, “Ticâret”, 1.)
Bu kısa açıklamadan sonra asıl konuya gelelim:
Peşin alışveriş yapmak caiz olduğu gibi veresiye alışveriş yapmak da caizdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de,
“Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirlerinize borçlandığınız vakit onu yazın!” (2/Bakara, 282.) buyrulmuştur.
Âlimlerin çoğu, bu ayet-i kerimenin hem veresiye satışa hem de ödünç vermeye müsaade ettiğini belirtmişlerdir.
Bizzat Peygamberimizin, bir Yahudiden veresiye yiyecek aldığı ve demirden bir zırhını da rehin bıraktığı bilinmektedir. (Buhârî, Buyu’”, 14.)
Bu delillere dayanarak İslam âlimleri peşin alışveriş gibi veresiye alışverişin de caiz olduğunda söz birliği etmişlerdir.
Veresiye, yani vadeli satış caiz olunca peşin satış kıymeti üzerine vade farkı eklenmesi konusu İslam âlimleri arasında farklı görüşlerin doğmasına sebep olmuştur.
Konu ile ilgili olarak Hanefilerin en muteber kaynak fıkıh kitaplarından olan el-Mebsût’ta şöyle denilmektedir:
“Bir kimse şu kadar süre için şu fiyata, peşin olarak da şu fiyata satış sözleşmesi yapsa yahut bir ay vade ile şu fiyata, iki ay vade ile şu fiyata dese, bu satış fasittir, çünkü belli bir fiyat ve bedel karşılığında alışveriş yapılmamış, bedel kesinleşmemiştir. Ve Peygamberimiz bir satış içinde iki şartı yasaklamıştır. Bir satışta iki şart bu demektir. Şer’î sözleşmelerde böyle mutlak yasaklama sözleşmenin fasit olduğunu gerektirir. Bu, satıcı ile alıcı bu şekilde (hangi bedel üzerinde anlaştıklarını kararlaştırmadan) ayrıldıkları takdirde böyledir. Eğer aralarında anlaşır ve tek fiyat üzerine sözleşmeyi bitirirlerse, bu caizdir. Çünkü bu takdirde sözleşmenin sahih olmasının şartını yerine getirmeden ayrılmamış olurlar.” (el-Mebsût, XIII, 8.)
Bundan anlaşılan şudur:
Sahih olmayan sözleşme, satılan malın peşin fiyatıyla veresiye fiyatını satıcı müşteriye söyledikten sonra, alıcının bu fiyatlardan hangisini kabul ettiğini açıkça belirtmeden sadece kabul ettiğini söylemekle yetinmesidir.
Satıcının söylediği fiyatlardan birini alıcının kabul etmesi hâlinde, satış sözleşmesi sahih ve bu satışın caiz olması gerekir.
Esasen satıcı sattığı malın peşin ve veresiye fiyatını söyledikten sonra alıcının “kabul ettim” demesi hâlinde şüphesiz satıcı hangi fiyatı kabul ettiğini soracak ve alacağı cevaba göre satış sözleşmesi kesinlik kazanacaktır.
Sonuç olarak, bir malı peşin fiyatına oranla farklı bir fiyat ile vadeli satmak caizdir.
-
Karaborsacılık (İhtikâr)
İhtikâr, “yiyecek maddeleri satın alıp fiyatları yükselsin diye saklamak” demektir.
İmam Ebû Yûsuf’a göre, sadece yiyeceklerde değil, bütün ihtiyaç maddelerinde ihtikâr geçerlidir.
İhtikâr, tahrimen mekruh olup bunu yapan kimse Allah katında sorumludur. Karaborsacılık haksız bir kazanç yoludur. İhtikârda kırk günlük süre belirtilmesi, dünyada yapılacak işlem itibariyledir. Yoksa halkın ihtiyacı olan malı, az bir müddet olsa bile, saklayıp halka zarar veren kimse günah işlemiş ve ahirette azabı hak etmiş olur.
Karaborsacılık yapan, kendi menfaati için başkalarını zarara ve sıkıntıya sokan, içinde yaşadığı topluma zulüm ve haksızlık eden kimsedir.
Dürüstlükle ve ahlaki değerlerle bağdaşmayan, din kardeşliği anlayışına ters düşen karaborsacılık ve vurgunculuk, Müslümana asla yakışmayan çirkin bir iş, kötü bir davranıştır.
Kendi menfaati için başkalarının zarara uğramasını beklemek, biraz daha fazla kazanmak için toplumun sıkıntıya düşmesini arzu etmek ne fena huydur.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bunların iç yüzünü şöyle açıklıyor:
“Karaborsacı ne kötü insandır! Ucuzluk olunca üzülür, pahalılık olunca sevinir.” (Mecmau’z-zevâid, IV, 101, hadisi, Taberânî rivayet etmiştir.)
Bir hadis-i şeriflerinde de, “Malı piyasaya süren kazanır, saklayıp biriktiren lanetlenir.” buyurmuştur. (İbn Mace, “Ticâret”, 6.)
Peygamberimizin şu uyarılarına da dikkat edelim.
Buyuruyor ki:
“Kin karaborsacılık yaparsa, o, asidir, günahkârdır.” (Müslim, “Müsâkât”, 26, Tirmizî, Buyu’”, 40.)
“Her kim, Müslümanların yiyecekleri üzerine karaborsacılık yaparsa, Allah onu cüzzam hastalığına müptela kılar ve onu iflas ettirir.” (İbn Mâce, “Ticâret”, 6.)
“Kırk gün ümmetimin yiyecek maddelerinde karaborsacılık yapan kimse, sonra bu kazancını sadaka olarak dağıtsa onun bu sadakası kabul edilmez.” (İbn Asakir rivayet etmiştir.)
Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet
YORUMLAR