Hangi Oruç Cehenneme Kalkan Olur?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi imtihan dünyasından, Ramazan ayının hikmetlerinden ve makbul bir orucun özelliklerinden bahsediyor.

HER NAMAZDA İBRAHİM (A.S.)ʼI NEDEN ZİKREDİYORUZ?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kiram hazarâtının rûh-i şerîflerine; dînimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetine, şerirlerin şerlerinden muhafazasına, bütün İslâm dünyasının selâmetine, Ramazân-ı Şerîfʼimizin ümmet-i Muhammedʼe hayır, bereket, rahmet olması niyaz ve duâsıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

İlk okunan, Tevbe Sûresiʼnin 111-112. âyetleri okundu. Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak îmânımızı test etmemizi arzu ediyor.

Sahâbî, îmânını test etti. Bu îmânını test edenlerin, 112. âyette de vasıflarını bildiriyor.

Sâffât Sûresiʼnden okunan âyetlerde de Cenâb-ı Hak, İbrahim -aleyhisselâm- nasıl Cenâb-ı Hakʼla dost oldu? Bu fedakârlığı karşısında Cenâb-ı Hakkʼın, İbrahim -aleyhisselâm-ʼı taltif etmesi, ona kıyamete kadar bir nam vermesi. İşte Tahiyyatʼtan sonra salevatlarda İbrahim -aleyhisselâm-ʼı zikrediyoruz.

Cenâb-ı Hak, İbrahim -aleyhisselâm-ʼı tebrik ediyor.

Efendim, Ramazân-ı Şerîf, Hakkʼın dostluğuna dâvet. Bir davetiye bize Ramazân-ı Şerîf. Dostluğu güçlendiren de fedakârlık. İnsan, sevdiğine karşı sevgisi ölçüsünde fedakârlık yapmayı, zevk ve vazife olarak telâkkî eder.

Rasûlullah Efendimiz:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ buyuruyor: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Demek ki Ramazânʼın bir dostluk iklimine girebilmek. Peygamber Efendimizʼin ahlâkıyla ahlâklanabilmek. Oʼnun fedakârlığından hisse alabilmenin gayreti üzere olabilmek.

İşte ashâb-ı kirâm, Rasûlullah Efendimizʼle dost oldu. Oʼnun Ramazân-ı Şerîfʼteki eşsiz sehâvetini, cömertçe infâkını, huşû ve tevâzû ile edâ ettiği ibadet hayatını kendilerine örnek olarak aldılar.

Nasıl ki uzmanlık için muhtelif seminerlere girerler. Kendilerini yoğunlaştırırlar uzman olunacak branşta. Veyahut da sporcular kamplara çekilirler. Bu şekilde girilecek müsâbakada güçlenmeye gayret ederler. İşte Ramazân-ı Şerîf de Hakkʼa yaklaşma mevsimi. Kendimizin rûhânî hayatını güçlendirme mevsimi.

Zira Cenâb-ı Hak, ebedî saâdete, kulunu Cennetʼe dâvet ediyor. Ramazân-ı Şerîf de, Cenâb-ı Hakkʼın affının, merhametinin bir tuğyan hâlinde olduğu bir ay olmuş oluyor.

Oruç, iftar, sahur, teravih, mukâbele, duâ, zikir, zekât, îtikâf, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi, bu mektebin temel dersleri, bu Ramazan mektebinin temel dersleri. Bütün bu dersleri lâyıkıyla idrâk edip imtihanlarından yüksek bir not alabilmek için, ilâhî (af) bayramına ererek ebedî kurtuluş berâtını alabilmenin en güzel yolu.

Cenâb-ı Hak bir bayram veriyor arkasından. Bayram, bu Ramazân-ı Şerîfʼin şehâdetnâmesidir. Tabi bu şehâdetnâmeye lâyık olabilmenin gayreti içinde olabilmek… Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ edebilmek… Seherlerle, ibadetlerle, duâlarla bir ilticâ hâlinde olabilmek… Kendimizi ibadetlerde yoğunlaştırmak... İbadetlerle ve hizmetle yoğrulmak… Dünyevî işleri biraz tatil etmek, esas tatil budur. Kendimizi Ramazân-ı Şerîfʼte bütün gücümüzü yoğunlaştırmak Ramazân-ı Şerîfʼte. Bu şekilde bir bayram şehâdetnâmesine nâil olabilmek…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor:

“Cibril bana göründü ve; «Ramazân-ı Şerîfʼe erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun.» dedi. Ben de «âmîn» dedim.” (Bkz. Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)

Demek ki Ramazân-ı Şerîf, bu şekilde affın tuğyân olduğu bir ay. Tabi burada, kul hakkı, borçlar, bunlar devam ediyor.

Bu Ramazân-ı Şerîf, Rasûlullah Efendimizʼin o ahlâkıyla, fazla debdebe, şâşaa, iftarlar, lüks yerler filân değil, mütevâzı olarak o şekilde bir Ramazân-ı Şerîf. Çünkü Cenâb-ı Hak:

“İbâdurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar...” (el-Furkân, 63) buyuruyor.

Yani bu riyâzat mevsimini oburluk mevsimine döndürmemek. Ramazân-ı Şerîfʼin rûhuna, özüne, mânâ ve gâyesine tamamen zıt bir durumda olmamak. Hele fukarâya sadaka, zekât, fitre, ikramlarla ulaşmanın tâlim edildiği bu mevsim. Bu mevsime çok dikkat etmek lâzım. Verirken de iftarlar vs. bir tevâzû içinde, bir hiçlik içinde olmalı.

Zira Cenâb-ı Hak:

“يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ : Sadakaları Ben alırım.” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 104)

Bilhassa bu Ramazân-ı Şerîf, mâtemlerin civârına varmaya (vesîle olmalı). Cenâb-ı Hak imtihan olarak bize Sûriyeli kardeşlerimizi gönderdi. Bir zamanlar aynı coğrafya parçasını beraber paylaşıyorduk.

“قَوْلًا مَيْسُورًا” (Bkz. el-İsrâ, 28) Onların bir, ruhlarına sevinç verici, onlarla bir dostluk kurabilmek, arkadaşlık yapabilmek. Yoksul evlere kumanyalar taşıyabilmek. Kurʼân talebeleriyle, yetimlerle, muhâcirlerle, mütevâzı sofralarda iftar açmaya gayret etmelidir.

Velhâsıl, gönül âlemimiz bütün mahlûkâta dergâh hâline, sığınak, barınak hâline gelecek. O şekilde Cenâb-ı Hakkʼın rızâsını elde etmenin gayreti içinde olacağız -inşâallah-.

Yine Ramazân-ı Şerîf, helâlleri riyâzat hâlinde kullanarak haram ve şüphelilerden ne kadar sakınmamız gerektiğinin tâlim edildiği bir aydır.

Orucun yine Cenâb-ı Hak katında makbul olabilmesi için, Cehennemʼe kalkan olabilmesi için, göze de oruç lâzım, kulağa da oruç lâzım, bedene de oruç lâzım, en mühimi dile de oruç lâzım.

Oruç bir bütündür. Yani bütün, Cenâb-ı Hakkʼın verdiği bütün âzâlarımıza oruç tutturabilmek. Bu şekilde orucun bir kalkan olabilmesi.

Efendimiz buyuruyor:

“Oruç sadece yemek, içmek vesâireden kesilmek değildir. Kâmil ve sevaplı bir oruç ancak; faydasız sözden, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten, (boş lâflardan) ve nefs-i emmârenin bütün temayüllerinden vazgeçebilmektir. Şâyet (Efendimiz buyuruyor) biri sana yanlış bir şey söylerse (sen ona bir cevap verme. Yani ona), «şüphesiz ben oruçluyum» de (oradan devam et).” (Bkz. Buhârî, Savm, 9; Hâkim, Müstedrek, I, 595)

Zira Cenâb-ı Hak yine âyet-i kerîmede:

“İbâdurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar. Câhiller sataştığı zaman da «selâmâ» derler geçerler.” (el-Furkân, 63)

Velhâsıl, Cenâb-ı Hak bu riyâzat ayında -inşâallah- muvaffak eylesin. -İnşâallah- bir bayram sabahına, bir Ramazan şehâdetnâmesi alarak bir bayram sabahı nasîb eylesin.

Hayatımız -inşâallah- bir Ramazân-ı Şerîf hâlinde olur ve son nefesimiz, gerçek bayram olur -inşâallah-.

Hak dostlarından Muallâ bin Fadl var. O şöyle buyuruyor:

“Selef-i sâlihîn, (yani Efendimizʼin arkasından gelenler) Cenâb-ı Hakkʼa altı ay evvelden Ramazân-ı Şerîfʼe ulaşmak için duâ ederlerdi, mağfiret ayına ulaşabilmek için, temizlenmek için. Yine bayramdan sonra da altı ay Ramazân-ı Şerîfʼin kabûlü için duâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-Sünne, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 354)

Efendim, âyet-i kerîmelere geldiğimiz zaman:

İslâm bir fedakârlık dînidir. Âyet-i kerîmede, ilk okunan Tevbe Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak:

“Allah müʼminlerden canlarını ve mallarını kendilerine verilecek Cennet karşısında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111) buyuruyor.

Bu âyet, Akabeʼde indi. Allâhʼa biat etti Medîneliʼler, Rasûlullah Efendimizʼe biat etti. Abdullah bin Revâha sordu:

“‒Yâ Rasûlâllah! (dedi.) Biz Allâhʼa biat ediyoruz -celle celâlühû-, Sana biat ediyoruz. Bunun karşılığında ne var?” diye sordu. Onun üzerine bu âyet-i kerîme indi.

Abdullah bin Revâha:

“‒Yâ Rasûlâllah! Ne güzel alışveriş yaptık.” dedi. Canlarıyla, mallarıyla Cennetʼi satın aldılar.

“‒Ne güzel alışveriş yaptık.” dedi. “Biz bu alışverişten aslâ dönmeyiz.” dediler.

Demek ki Cenâb-ı Hak bize mal veriyor. Niye veriyor malı? Ona vermiyor bana veriyor. Niye ona vermedi de bana verdi? Demek ki ona karşı benim vazifem nedir? Ben ona nasıl maddî-mânevî yardımda bulunacağım?.. Bunun bir hesabı var. Her şeyin hesabı var.

Gözün hesabı var:

Cenâb-ı Hak; “gözler konuşacak” buyuruyor. (Bkz. Fussilet, 20) Âmâ kurtuluyor bundan.

Kulağın varsa onun bir hesabı var.

Bedenin gücü varsa bedenin gücünün hesabı var.

Dilin varsa dilinin hesabı var.

Velhâsıl, her şeyimizle ağır bir imtihanın içinde olduğumuzu Cenâb-ı Hak bize tebliğ ediyor.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.