Hangi Yemek Şifa Olur?
Hangi yemek şifa olur? Gaflet ve öfke ile neden yemek pişirilmez? Nakşibend Hazretlerinin yemek ve sofra adabı nasıldı?
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:
“Yenilecek bir gıdâ, her ne olursa olsun, gafletle, öfkeyle veya istemeyerek tedârik edilmiş ve hazırlanmış ise, onda hayır ve bereket yoktur. Zira ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka (feyiz ve huzuru bozacak) çirkin bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan hazırlanan ve Allah Teâlâ’yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden, hayır (feyz ve rûhâniyet) meydana gelir.
İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamayışlarının sebebi; yeme-içmede (harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına kâfî derecede dikkat etmeyişleri ve bu hususta) ihtiyatsız davranmalarıdır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû, hudû ve huzur-maallah hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokmayla beslenmeye ve yemeği Allah Teâlâ’yı düşünerek pişirip O’nun huzûrundaymış gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram (ve şüpheli) lokma ile beslenmiş bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.”
NAKŞİBEND HAZRETLERİNİN YEMEK ADABI
Eserlerde nakledildiğine göre Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, çoğu zaman yemeği kendi elleriyle pişirir, sofra hizmetini de bizzat kendisi îfâ ederdi. Yemek yenirken sâliklerine;
“‒Sofra başında kendinizi Allâhʼın huzurunda bilin, Oʼnun verdiği rızkı yediğinizi unutmayın...” diye nasihat ederdi.
Topluca yemek yenirken eğer biri gafletle ağzına lokma alsa, Hazret bunu firâsetiyle sezer ve:
“‒Önündeki yemeği, Allâhʼın huzurunda olduğunu unutmadan ye, Allahʼtan gayrı şeyler düşünme, dâimâ sana senden yakın olan Mevlâʼyı düşün.” buyururdu.
Bu îkazlarıyla aslında, her hâlükârda ve dâimâ Allâhʼı zikretmek, Oʼnu düşünmek ve kalben Oʼnunla olmak gerektiğini hatırlatmış olur; bilhassa Cenâb-ı Hakkʼın lûtfettiği rızkı yerken Oʼndan gâfil kalmanın, kulluk edebi bakımından çok daha büyük bir kusur olacağını telkin etmiş olurdu. Nitekim İslâmʼın yemek âdâbında Allâhʼın adını anarak başlayıp yine Oʼna hamd ve şükür ile bitirmenin tavsiye edilmiş olması da, bu hikmete binâendir.
ÖFKE İLE YAPILAN YEMEK
Yine Nakşibend Hazretleri; şâyet bir yemek gaflet ile, öfke ile, yahut kerhen, yani isteksizce ve zorla pişirilmiş ise, o yemekten kendisi yemediği gibi sâliklerine de yedirmezdi.
Nitekim dostlarından biri Nakşibend Hazretleriʼne bir ekmek hediye getirdiğinde, Hazret buyurdu ki:
“‒Bu ekmeği yemek, bizim için uygun değildir. Zira ekmek, öfke ile yoğruldu ve öfke ile pişirildi.”
Zamanımızda yapılan bâzı ilmî araştırmalar, mânevî hâllerin madde üzerinde büyük bir tesir icrâ ettiğini ispat etmiştir. Bu cümleden olmak üzere meselâ, suya güzel sözler söylenince su zerrelerinde güzel kristallerin oluştuğu, kötü ve çirkin sözler söylenildiğinde ise kristallerin bozulup çirkin bir hâl aldığı, yapılan deneyler esnâsında görülmüştür.
O hâlde bir gıdânın hazırlanması ve tüketilmesi esnâsındaki hâlet-i rûhiyenin ona yansıyacağı, ondan gelecek enerjinin de insanın mânevî keyfiyeti üzerinde müsbet veya menfî bir tesir icrâ edeceği muhakkaktır. Hâl böyleyken, bir de haram ve şüpheli gıdâların vücutta nasıl bir mânevî hantallık ve gaflet meydana getireceğini, ciddiyetle düşünmek îcâb eder.
Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, yenilen lokmaların, insanın iç âlemi üzerinde ne kadar hayâtî bir tesiri bulunduğunu şöyle ifâde eder:
“Haram yemek, kalbi öldürür; helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma var seni dünya ile, lokma var seni âhiret ile meşgûl eder. Lokma var, seni Allah Teâlâ’ya rağbet ettirir.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şah-ı Nakşibend (rahmetullahi aleyh) Erkam Yayınları