Hanginize Mîrasçısının Malı, Kendi Malından Daha Sevimlidir?
Dünya malı nesilden nesile aktarılarak yine dünyada kalır. Kul da onu nasıl kazanıp nasıl sarf ettiğinin ağır hesabıyla âhirete intikâl eder. Peki Peygamber Efendimiz (s.a.v) mal ve mirasçı ile ilgili ne buyuruyor?
Yunus Emre Hazretleri buyurur:
Yegil yedirgil bîçâre!
Eksilirse Tanrı’n vere,
Bir gün tenin yere gire,
Geri kalan nendir senin?
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbına sordu:
“–Hanginize mîrasçısının malı, kendi malından daha sevimlidir?”
Ashâb:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Hepimiz kendi malımızı daha fazla severiz!” dediler.
Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Kişinin kendi malı, hayır yaparak önceden (âhirete) gönderdiği; mîrasçısının malı ise, harcamayıp geriye bıraktığıdır!” buyurdu. (Buhârî, Rikāk, 12)
Unutmayalım ki, mülkün gerçek sahibi Cenâb-ı Hak’tır. Kul âdeta bir veznedar hükmündedir. Dünya malı nesilden nesile aktarılarak yine dünyada kalır. Kul da onu nasıl kazanıp nasıl sarf ettiğinin ağır hesabıyla âhirete intikâl eder.
BİR MALDA ÜÇ ORTAK VARDIR
Ebû Zer -radıyallâhu anh- bir mü’minin dünya nîmetlerine bakış tarzının nasıl olması gerektiğini, şöyle hulâsa etmektedir:
“Bir malda üç ortak vardır. Birincisi mal sahibi, yani sen, ikincisi kaderdir. Kader; hayır mı, yoksa felâket ve ölüm gibi şer mi getireceğini sana sormaz. Üçüncü ortak ise mirasçıdır. O da bir an önce başını yere koymanı (yani ölmeni) bekler, ölünce malını alır götürür, sen de hesabını verirsin.
Eğer gücün yeterse sen bu üç ortağın en âcizi olma!
Allah Teâlâ: «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe birre (îman, ibadet ve ahlâkta hayrın kemâline) eremezsiniz…» (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (âhirette karşıma çıkması için) onu kendimden önce gönderiyorum (sadaka olarak veriyorum.)” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18)
Dünyayı, âhiret saâdetini kazanmak için lûtfedilmiş çok kıymetli bir nîmet olarak gören Es‘ad Erbilî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:
“Kiracıların bir evden diğerine taşınırken bütün eşyâlarını beraberlerinde götürüp, sevdikleri mallardan hiçbir şeyi bırakmadıkları mâlûmdur. Hâl böyle iken insanların, her şeye muhtaç oldukları kabir evine giderken sevdikleri eşyâlarından kısmen olsun bir şeyi beraberlerinde götürmemeleri (yani infâk edip kendilerinden önce âhirete göndermemeleri), gerçekten hayret verici bir durumdur.”[8]
Fânî mal-mülk ve servet ile elde edebileceğimiz asıl saâdet, onu infâk ederek ebediyet sermayesi yapabilmektir. Bu ise tefekkür-i mevt ile ihyâ olmuş kalplerin sanatıdır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Allâh’ın verdiği nîmetleri yine O’nun kullarına ikram etmekten büyük bir zevk ve lezzet alırdı. “Beden yemekle, ruh ise yedirmekle doyar.” denildiği gibi, Efendimiz de âdeta açları doyurmanın hazzıyla doyardı.
Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh-’ın beyânına göre:
“Efendimiz’den bir şey istendiğinde, «hayır» dediği vâkî değildi.” (Müslim, Fedâil, 56)
Nitekim bir gün bir kimse Efendimiz’e gelerek bir şeyler istedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Yanımda sana verebileceğim bir şey yok, git benim nâmıma satın al (borca gir), mal geldiğinde öderim.” dedi.
Efendimiz’in böyle bir sıkıntıya girmesine gönlü râzı olmayan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlâllah! Yanında varsa verirsin, yoksa Allah Sen’i gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef kılmamıştır.” dedi.
Merhamet ve cömertlik ummânı olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, Hazret-i Ömer’in bu sözünden hoşnut olmadığı, mübârek sîmâsından belli oldu. Bunun üzerine Ensâr’dan bir zât:
“–Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah! Ver! Arş’ın Sahibi azaltır diye korkma!” dedi.
Arzusunu te’yid eden bu sahâbînin sözleri, Rasûlullah Efendimiz’in çok hoşuna gitti, tebessüm etti ve:
“–Ben de (zâten) bununla emrolundum.” buyurdu. (Heysemî, X, 242)
Şu da bir hakîkattir ki infâk etmek, malı eksiltmez.[9] Bilâkis infaktaki ihlâs nisbetinde bereketlendirir. Allah yolunda infâk edilen mal, tıpkı budanan bir ağaç gibi daha canlı ve verimli bir hâle gelir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah kime dilerse, ona kat kat verir. Allah, ihsânı bol olan, hakkıyla bilendir.” (el-Bakara, 261)
Hak dostları da bu şuur içinde, infâk edebilmeyi en kârlı kazanç bilmişlerdir. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
“Şunu iyi bil ki mal; infâk etmekle, görünüşte elden çıkar gider ama, onu verenin gönlüne yüzlerce mânevî hayat gelir!”
“Ekin eken, önce ambarı boşaltır, ama sonra hâsılâtı pek çok olur. Tohumu uzun süre ambarda tutan, sonunda onu farelere yem eder.”
Şeyh Sâdî de aynı hakîkate işaretle şöyle buyurmuştur:
“Para yığmakla yükseleceğini sanma. Duran su fenâ kokar. Bağışlamaya çalış. Akan suya gök yardım eder; yağmur yağdırır, sel gönderir, onu kurutmaz.”
“Akıllı insanlar, mallarını öbür âleme giderken beraberlerinde götürürler. (Yani önceden Allah yolunda infâk ederler.) Ancak cimrilerdir ki, hasretini çekerek burada bırakıp giderler.”
Cenâb-ı Hak, Kur’ân ve Sünnet ikliminde, takvâ üzere bir hayat yaşayıp müslümanlar olarak can verebilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Dünyada da âhirette de iyilikler, güzellikler ve hayırlar ihsân eylesin. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş,Altınoluk Dergisi, 2021 – Şubat, Sayı: 420