“Hangisinin Cenazesi Benim Oğlumun?” Diyen Anneler Gördüm
İsrail'in Gazze'ye karşı belki de en şiddetli saldırıları şu günlerde yaşanıyor. İsrail, 7 Temmuz'dan bu yana hava ve kara operasyonlarıyla tonlarca bomba yağdırarak çocuk, kadın demeden, Gazze'deki insanları öldürüyor. Yaklaşık bir ay boyunca Gazze'deki katliama şahit olan TRT İstanbul Bölge Müdür Yardımcısı Mehmet Akif Ersoy ile Gazze'de yaşananları ve Filistin meselesi'ni konuştuk.
İsrail'in Gazze'deki saldırılarını takip eden TRT İstanbul Bölge Müdür Yard. Mehmet Akif Ersoy Gazze'de yaşananları anlattı.
Röportaj: Ömer Faruk YASİN
Ömer Faruk YASİN: Gazze'ye, operasyonlar başladıktan sonra mı gittiniz?
Mehmet Akif ERSOY: Hava operasyonları devam ederken, 11 Temmuz’da girdim Gazze’ye.
Ö. F. YASİN: İlk gittiğiniz an ile en son Gazze’den çıkarken ki an arasında nasıl fark var? Yani durumun bu kadar vahim olduğunun farkında mıydınız?
M. A. ERSOY: Kara operasyonu henüz yoktu, havadan devam ediyordu. Biz, birkaç gün sonra ateşkes olur diye bekliyorduk. Ablukanın kaldırılma şartı bana çok uçuk gelmişti. İsrail bunu kabul etmez ama bir orta yol bulunur ve ateşkes sağlanır diye düşündük. Ama direniş gruplarıyla görüştüğümde blöf yapmadıklarını ve çok ciddi olduklarını gördüm. Böylece bu işin uzayacağını anladım. Kara operasyonları başladıktan sonra da zaten bambaşka bir noktaya ulaştı durum. Daha önce de Gazze’ye gitmiştim. Şimdiki durum çok daha kötü... Girdiğimde çok uzun sürmeyeceğini düşündüm ama çok uzadı ve etkilemeye de başladı.
GAZZE'DEN DÖNMEK İSTEMEDİM, İSRAİL'İN KARŞISINDAYIM
Ö. F. YASİN: Türkiye'ye dönmek istediniz mi?
M. A. ERSOY: İstemedim, kimse de dönmek istemezdi zaten. Ben gazeteciyim ama Filistin konusunda öncelikle insan olduğum için tarafım. Burada bir zulüm var ve zulmün karşısında taraf olmak zorundasın zaten. Antisemitist olduğum için İsrail’in karşısında değilim. İsrail’in karşısındayım çünkü İsrail çocukları öldürüyor ve ben buna şahit oldum. İsrail kadınları öldürüyor; hedef gözetmeksizin öldürüyor. Zulmediyor, yok ediyor. Ramallah’ta silah yokken bile sürekli operasyon yapıyor, yerleşimlerini arttırıyor.
Ö. F. YASİN: Türkiye’yle, daha doğrusu ailenizle irtibatınız nasıldı?
M. A. ERSOY: Şöyle bir zorluğu vardı: Sürekli yayındaydık ve arkamızda bombalar patlıyordu. Cesetler ve yaralı görüntüleri vardı. Yayında bunları gösterip anlatırken ailenize de “Biz iyiyiz, burada bir problem yok” diyorsunuz. Onlar da buna inanmıyor tabii. O dengeyi sağlamak çok zor. Ama onlar benden çok daha fazla zorlandılar. Hatta ben sitem de ettim onlara. Annem bana “Dön, ne olur dön!” diyordu. Gazze’den çıktığımda “Çok şükür!” dedi. “Sen değil de bir başkası gitsin” dedi. Nazım Hikmet’in bir şiiri var ya “Sen yanmazsan / Ben yanmazsam / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye. Hakikaten de öyle. “Benim oğlum gitmesin, onun oğlu gitmesin… Kim gönderecek?” dedim anneme. Ki benim annem Filistin meselesinde hassasiyetleri olan, şuurlu ve siyasal anlamda bu meselenin ne olduğuna dair fikirleri olan bir kadın. Ben ona “Sen bunu bildiğin halde çocuğunu göndermiyorsan eğer başkalarından nasıl bunu bekleyeceksin? Biz yapmayacaksak bu işi kim yapacak?” dedim.
GAZZELİLERİN HİKÂYESİNİ ANLATMAK...
Ö. F. YASİN: Orada çok uzun kaldınız ve yük de sizin omuzunda kalmış gibiydi çünkü…
M. A. ERSOY: TRT dışında kimse yoktu evet, biraz paylaşmak lazım bu yükü ama muhakkak gitmek lazım.
Ö. F. YASİN: Sürekli canlı yayınlar ve haberler yapıyordunuz ama Gazze’de yaşananlar gerçekten gözler önünde mi?
M. A. ERSOY: Gazze’de yaşananları yayınlarla, dünyaya haber vermeye çalışıyoruz ama bir süre sonra alışmaya başladığımız şeyler olmaya doğru evirildi. Televizyonlardan izlediğiniz de insanlar “Aa, Gazze’ye yine bombalar düşmüş” diyor. Hâlbuki hepsinin bir hayatı var. İnsan hayatının kıymetini anlayabilmek için biraz empati yapabilmek çok önemli. Bu empatiyi yaptırabilecek olanlar da bir yerde haberciler. O yüzden habercilerin temel sorunlarından bir tanesi de bu. O insanların hikâyesini anlatabilmek önemli. Bir annenin, çocuklarını kaybetmiş bir annenin, her gelen ambulansa koşup “Acaba hangisinin cenazesi benim oğlumun?” diye hem feryat edip, ağlayıp hem de cenazelere sarıldığını; bir hamile kadının saldırılarda çocuğunu kaybetmesini anlatabilmek…
EŞİ VE ÇOCUĞUNUN VEFAT ETTİĞİNDEN HABERSİZ BİR KADIN
Şifa Hastanesinde yayın yapıyordum. 30 yaşında, on yıllık evli ve sağlık problemlerinden dolayı çocuğu olmayan, tek çocuklu bir kadın ile röportaj yapacaktım. Aynı zamanda saldırılar sırasında sağ ayağını kaybetmişti. Kadının abisiyle yayına girmeden önce konuştum. Abisi “Eşi, çocuğu, kardeşi hayatını kaybetti ama o yaşadıklarını zannediyor. Hiçbir şeyden haberi yok. Lütfen çok fazla soru sormayın ve yormayın” dedi, sonra kadınla röportaja girdik. Kadın röportaj sırasında bize saldırı anını anlattı. “Sabah namazına kalkmıştık. Namazdan sonra bir anda patlama sesleri duyuldu. Sonra insanlar sokaklara çıktı. Biz de kaçmaya başladık. Eşim kızımı aldı kaçtı, Allah’a şükür. Ben de yaralandım saldırılarda. Buna da şükür. Direnmeye devam edeceğiz.” Annesi de vefat etmişti, yanında kayınvalidesi vardı. Kayınvalidesi de çok dolmuştu. Ağlamıyordu ama dudaklarını ısırıyordu. Onun gibi çok insanın böyle içine ağladığını gördüm Gazze’de. O röportaj esnasında ben de dağıldım. Çünkü benim her şeyden haberim vardı. Ve ben o kadının yanında bu durumu Türkçe olarak anons geçtim. Bana anlattığı hikâyenin içindeki herkes aslında hayatını kaybetmişti.
SALDIRILARDA YOK OLAN “EL BATŞ” AİLESİ
İlk saldırıların ardından eşi, çocukları, torunları ile beraber 18 kişinin şehit olduğu El Batş ailesinin yaşayan tek mensubu bir kadınla röportaj yaptık. İnsanlar her saldırı esnasında ve her saldırıdan sonra “Hasbinallahu ve ni’mel vekil” diyorlar. İnsanlar duvarın dibine sığınıyor; hemen ileride kardeşleri can çekişirken bir yandan ağlıyor, bir yandan da kelime-i şehadet getiriyor. Çünkü her an ölebilirler.
Şucaiyye’de, Huzaa’da insanlar çatışma bölgelerine giremedikleri için, yaralılar, kan kaybından, açlık ve susuzluktan hayatlarını kaybettiler. Ambulanslar yaralıları tahliye etmek için bölgeye girdiklerinde vuruldular. Kızılhaç yetkililerinin girmesine müsaade etmediler.
Ö. F. YASİN: O sırada İsrail birliklerinin evlere operasyon yaptıkları doğru mu?
M. A. ERSOY: Huzaa’ya bir kere girdik o sırada da bu kadar bombardıman yoktu. Sonradan öğrendim ki İsrail askerleri, Gazzeli sivillerin evlerine girip kafalarına sıkarak öldürmüş.
Saat 20:30’da Netanyahu ile Savunma Bakanı Yaloon basın toplantısı yaptı. Basın toplantısının ardından, İsrail Cebaliye’yi vurma kararı aldı ve “Evlerinizi boşaltın!” uyarısı yapmaya başladı. Şucaiyye gibi Cebaliye’ye de operasyon başlattılar. Bir kısmı tahliye oldu, bir kısmı ise kaçamadı. Zaten Gazze küçücük bir yer, bir anda insanlar kaçmaya çalışıyor; sokaklarda müthiş bir kargaşa oldu.
Ö. F. YASİN: Bu insanlar evlerini terk edip nereye gidiyorlar?
M. A. ERSOY: Hiçbir yere. Gazze’nin içlerine, sokaklara, okullara, binalara, apartman koridorlarına… Halk İsrail ordusundan yarım saat süre istedi fakat İsrail müsaade etmedi. Kızılhaç’la temas kurdular, sonuç alamadılar. Ben yayına çıkıp bağırdım: “Birazdan bütün dünyanın gözü önünde, aynı Şucaiyye’deki katliama benzer bir katliam Cebaliye’de yaşanacak!” Sadece izliyoruz. İnsanlar çığlık çığlığa kaçışıyor. Bize telefon edip bağırıyorlar, çocuklar ağlıyor. Ben sadece dinliyorum. “Çıkmamız lazım, ne olur bir şey yapın! İsrail ordusu ile konuşun. Siz basın mensubusunuz. Dünyaya söyleyin, bir şeyler yapın! Buradan çıkmak istiyoruz.” Hiçbir şey yapamıyorsunuz. İsrail ordusunu arıyorsunuz, yanıt yok. Kızılhaç’la iletişim kurduk. Onlar da “İsrail’i ikna edemiyoruz” diyorlar. Çıkıp televizyona, yalnızca anlatıyorsunuz: “Birazdan burada, az önce çığlıklarını duyduğumuz insanlar ölecek.”
“SAATLER ÖNCE KONUŞTUĞUNUZ İNSANLARI BİR DAHA GÖREMİYORSUNUZ”
Bayramın birinci günü 8-9 yaşlarında çocuklar basın toplantısı yaptılar. Dediler ki “Arkadaşlarımızın yarısı şehit oldu. Burada bulunan arkadaşlarımızın belki çoğunu yarın göremeyeceğiz. Bizim dünyadaki diğer çocuklardan ne farkımız var? Bayrama bombalar altında giriyoruz. Neden bir şeyler yapmıyorsunuz?” Sanki içlerine doğmuş gibi ertesi gün çocuk parkını İsrail füzeyle vurdu. 11 tane çocuk hayatını kaybetti. Kucaklaştığınız, fotoğraf çektiğiniz çocukları, insanları bir daha göremiyorsunuz.
Çocuk cesetleri Şifa Hastanesine gelirken, artık dayanamadım ve “Alın çocuğunuzu karşınıza, bir bakın ve İsrail bombaları altında can verdiğini, sadece 3-5 saniye aklınızdan geçirin. Ne hissedeceksiniz?” dedim. Bizim yayınlarda anlattığımız şeyleri kelimelere sığdırmak mümkün değil. Görüntüler yetmiyor, bu hikâyeleri anlatabilmek için. O hissi ne kadar aktarabildik izleyiciye, bilmiyorum. Gazze ile ilgili abarttığımız hiçbir şey yoktu. Aksine çok eksik kaldığımız şeyler vardı. “Gazze’de ne olduğunu gerçekten biz Türkiye’ye, dünyaya aktarabiliyor muyuz?” diye düşünmeden edemiyordum. “Anlatıyoruz ve dünya hala bu kadar sessiz mi? Anlatıyoruz ve bu insanlar hala hiçbir şey yapamıyor mu?” diyorduk.
“AĞLAMADAN YAYINA ÇIKMAK ÇOK ZORDU”
Burada insanlar ölüyor, bebekler ölüyor. Hayatlar yok oluyor. Koca bir kenti yıktılar. “Duyuyor musunuz?!” diyorsunuz. Orada gazetecilik yapmak ve objektif olabilmek çok zor bir şeydi. Ağlamadan yayına çıkıp bir şeyler anlatabilmek kolay bir şey değil Gazze’de.
Cebaliye’de insanlar bizi arayıp “Çocuklarım var benim. Ne olur bir şeyler yapın. Öleceğiz biz.” Diyor ve siz hiçbir şey yapamıyorsunuz. Bunu anlatıyorsun, anlattıktan sonra dünyanın bu tepkisizliğini anlayamıyorsun.
Ö. F. YASİN: Siz diğer Arap coğrafyalarını da gördünüz. Filistin’i, Gazze’yi o ülkelerle kıyas etmek mümkün mü?
M. A. ERSOY: Filistin meselesinin özel bir ehemmiyeti elbette var. Benim Filistin meselesine belki ideolojik, belki inançlarımla ilgili bir bakış açım, perspektifim var. Ama acının dini, rengi, ırkı, milleti olmaz. Irak’ta çocuklarını kaybeden bir kadının acısıyla, Filistin’de, Suriye’de çocuklarını kaybeden bir kadının acısı kıyaslanamaz. Acılar yarıştırılmaz.
Orta Doğu’daki en kirli olmayan, en temiz savaş Filistin savaşı. Bir tarafta ümmetin birbirini katlettiği; IŞİD’in, El Kaide’nin, El Nusra’nın bir biriyle savaştığı; Esad’ın ordusundaki sünni askerlerin savaşmak zorunda kaldığı; Irak’ta mezhep savaşının olduğu; Libya’da, Yemen’de, Tunus’ta, Afganistan’da kendilerini Müslüman olarak tanıtan örgütlere, samimi bir Müslüman olarak gitmiş ve orada İslam adına savaştığını düşünen birilerinin Müslümanları öldürdüğü, Müslümanların kafalarını kestiği bir savaştansa, Filistin Savaşı en temiz savaştır. Kimin ne yaptığı ve kimin ne olduğunun belli olduğu savaş.
Fakat İsrail direniş grupları ile savaşmıyor. Orada sivilleri bombalıyor ve siviller üzerinden direniş gruplarına mesaj veriyor: “Bana saldırma. Bana saldırırsan halkını öldürürüm” diyor. Bunu kendileri de itiraf etti. 72 saatlik ateşkes olacakken “Tamam, biz sivilleri bombalamayı bırakacağız. Tünelleri bombalamaya devam edeceğiz.” Mesele tünellerse neden havadan bombalıyorsun?
Ö. F. YASİN: BM’nin, uluslararası kuruluşların tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. A. ERSOY: Şucaiyye’de katliam yaptılar, BM tahkim komisyonu oluşturacaktı. ABD itiraz etti, Avrupa ülkeleri çekimser kaldı ve 27 oyla kabul edildi. Komisyon kurulacak ve Şucaiyye’ye gelecekken Cebaliye’de, Huzaa’da, Han Yunus’ta, Refah’ta katliam yaptılar. BM, Amerika hiçbiri İsrail’in umurunda değil. Kara harekâtını uluslararası destek alarak başlattıklarını söylüyorlar.
“BM’NİN DEĞİL İSLAM ÜLKELERİNİN NE YAPTIĞI ÖNEMLİ”
Birleşmiş Milletler kokuşmuş bir zihniyet. Srebrenitsa’da, Somali’de ne yapıp ettiklerini gördük. Bugüne kadar ne yapmışlar? Biz daha çok “Araplar, Müslümanlar, İslam ümmeti, İslam coğrafyası ne yapıyor?” bunu düşünmeliyiz. Müslümanların Filistin meselesi dışında, konsensüs oluşturup ortak bir tavır geliştirdiği, somut bir adım attığı bir süreç yok. İslam İşbirliği Teşkilatına üye olan 53 ülkenin üzerinde mutabık olduğu tek mesele Filistin davasıdır. Suriye meselesinde, Mali, Somali, Mısır meselelerinde ayrı düşünürler. İran’a, Hizbullah’a, Hamas’a bakış açıları hep birbirinden farklıdır. Ama Filistin meselesinde bir mutabakat vardır. İsrail işgalci ve düşman bir ülkedir. İsrail ile işbirliği içerisinde olan televizyonlarında bile İsrail’den “düşman, işgalci güçler” diye bahsederler. Bu bir devlet ağzıdır. Fakat yapabildikleri tek bir şey, attıkları tek bir adım yoktur.
Bu savaşın ilk hedeflerinden biri İsrail’in, Filistin Birlik Hükümetini dağıtmak istemesiydi. Bu birliğin muhafaza edilmesi çok önemli. Türkiye’nin çok ciddi çabaları oldu. Zira Mahmud Abbas Türkiye’deyken ilişkiler kopmak üzereydi. Hamas çok sert açıklamalar yaptı. Daha sonra Abbas Mısır’a gitti ve Mısır’ın ateşkes planını kabul etti. Amerika’nın ateşkes planını kabul etmeyen İsrail, Mısır’ın ateşkes planını kabul etti. Mısır’daki darbeden sonra Mahmud Abbas’ın Mısır’la çok yakın ilişkileri olduğunu görüyoruz. Mısır Hamas’ı bir terör örgütü olarak görüyor. Mısır’daki televizyonlarda Müslüman ve Arap spikerler Netenyahu’ya “Elinize sağlık. Oradaki teröristleri yok etmelisiniz” dedi. Vahameti görün diye anlatıyorum. Batının açıklamaları falan hiç önemli değil.
BM OKULUNUN BAHÇESİNDE DEĞİLSEN HİÇBİR KIYMETİN YOK
Ö. F. YASİN: Batılı ülkelerin tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. A. ERSOY: ABD, BM okulunun vurulmasını kınadı. Ama bütün dünyanın görüntülerini çektiği parklarda, kumsalda ölen çocuklarla ilgili tek bir mesajları olmadı. Heronlardan 24 saat gördüğü Gazze’de yanlışlıkla vurduğu tek bir hedef bile yok İsrail’in. Hepsini bilerek yapıyor. Bir çocuğun canının kıymetli olması için BM okulunda mı olması lazım? Bu mudur kriter? BM okulunun bahçesine girdiysen canının bir kıymeti, uluslararası toplumda bir karşılığı var ama o bahçenin dışında kaldıysan ya da evinden kaçıp bir bahçe ararken yakalandıysan canının hiçbir kıymeti yok. Bu nasıl bir vicdan? Bunları nasıl anlatacaksanız televizyonlarda? Binlerce görüntü, fotoğraf, paramparça çocuk cesetleri yayınlandı; onlarca röportaj yapıldı. Bakıyorsunuz Amerika bomba vermeye devam ediyor.
GAZETECİLERİN ORTAK KANAATİ: “İSRAİL SOYKIRIM YAPIYOR”
Ö. F. YASİN: Sizinle beraber Gazze'de olan diğer gazeteciler için durum nasıldı?
M. A. ERSOY: Gazze’ye giren bütün gazeteciler, Avrupalı ve Amerikalılar dâhil, İsrail’le ilgili kendi ülkelerinin ajandalarında ne olursa olsun, hepsi bu saldırılara "soykırım" dedi. Çok ağlayan yabancı gazeteci gördüm, çok anons geçemeyen gazeteci, kamerasını kullanamayan kameraman gördüm. “Artık dayanamıyoruz!” diyorlardı.
“İSRAİL GAZZE’YE İSTEDİĞİ ZAMAN GİREMİYOR”
Ö. F. YASİN: İsrail’in amacı Gazze’yi tamamen temizleyip kendi yerleşimine mi açmak?
M. A. ERSOY: Buraya kadar anlattıklarım işin insani boyutu. İşin bir de siyasi, stratejik boyutlarına gelecek olursak; İsrail, Gazze’yi tamamen silahsızlandıracağını söylüyor. İsrail, Ramallah’a, Batı Şeria’ya istediği zaman girer, çıkar. Tutuklamalar yapar; operasyonlar yapar; kısacası Ramallah kendi toprakları gibidir. Ama Gazze öyle değil. Gazze’de direniş grupları var ve silahlılar. İsrail askerleri öyle kafaları estiği zaman Gazze’ye giremiyor. Bunu Gazze’de de yapmak istiyorlar ve bunun için çok geciktiklerini de düşünüyorlar. Çünkü direniş grupları çok büyük zarar görmedi ve çok silahlandılar. İsrail sivilleri bu yüzden daha çok katlediyor. Tünelleri yıkacağım diyor ama İsrail’in bütün bir Gazze’yi yıkması lazım çünkü Gazze’nin her tarafı tünellerle dolu. Peki bunu yapabilir mi? Potansiyeli var, uluslararası toplum da bu desteği verdiği sürece yapabilir. Zaten yavaş yavaş kenti dışarıdan yıkmaya ve işgale başladı. İçeriye doğru da devam ediyor.
Obama’nın açıklaması olmuştu “Hamas’a baskı yapılsın ve esir asker serbest bırakılsın” diye. Burada katliamlar yapan, işgal eden, abluka altında tutan, bir ülkeyi açık hava hapishanesine çeviren Hamas değil ki!
İlk intifada da 95’teki intifada da Filistin halkında silah yoktu. Ama siz her geçen gün işgal ettiniz bu toprakları. Filistin ile Oslo görüşmeleri yaptınız, hemen ardından yeni yerleşim yerleri açtınız. 1967 sınırlarını tanımadınız. Uluslararası toplumun, BM’nin hiçbir açıklamasını, kınamasını dikkate ve ciddiye almadınız. Filistinlilerin her gün kanına girdiniz. İstediğiniz zaman Filistin’e girdiniz, çocukların kollarını kırdınız, onları tutukladınız, işkence ettiniz, hapishanelere attınız, katlettiniz, öldürdünüz, sahillerde balıkçılarını vurdunuz. Bu insanların silahları yoktu, hiçbir güçleri yoktu. Ama siz öldürmeye, saldırmaya devam ettiniz. Taş attılar, devam ettiniz.
Hangi yöntem denenmedi Filistin’e karşı? Hamas şimdi bir ölüm-kalım mücadelesine girdi. Neden bu kadar yok edileceğini bile bile, uluslararası toplumun İsrail’e tepki vermeyeceğini, Amerika’nın destek vereceğini, Arapların sessiz kalacağını, bu kadar çok öleceklerini bile bile mücadeleye girdiler?
GAZZELİLER İÇİN ARTIK YAVAŞ ÖLÜM YOK
Ö. F. YASİN: Neden?
M. A. ERSOY: Artık yavaş ölüm istemiyorlar çünkü. Hamas’ın ateşkes şartlarını gördüğümde, bölgeyi az çok takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak “Bunlar çok uçuk talepler, İsrail bunları kesinlikle kabul etmez” dedim. Ama bölgeye gittiğimde şunu gördüm: Blöf yapmıyorlar. Artık tükenmişler. “Ya Gazze’den çıkacağız ya da biteceğiz” diyorlar.
Gazze’ye İsrail’inden habersiz bir pirinç tanesi bile sokamıyorsunuz. Sokacağınız her pirinç tanesi için belli miktar İsrail malı almak zorunda bırakılıyorsunuz. İsrailliler konuştuğumuzda “Biz ne istiyorlarsa veriyoruz” diyorlar. Bir karikatür vardı. Gazze’nin etrafı çevrilmiş, bir hapishane gibi ve duvarların üzerinden bir el kuru ekmek uzatıyor. “Filistinliler özgürlük istiyorlar!” dedim. Filistinliler, İsraillilerle iletişim kurmak, onlardan ekmek dilenmek istemiyorlar. Kendileri çalışıp, çabalayıp, kendi devletlerinde özgürce yaşamak istiyorlar. Kendi havaalanlarının olmasını istiyorlar. Kendi sahil ve limanlarının olmasını istiyorlar.
İsrail, bu özgürlük verilirse Filistinlilerin ülkeye silah sokacağını iddia ediyor. Siz bir kuşatmayı kaldırın, uluslararası gözlemciler bunu bir görsün, onlar bir devlet olsunlar. Sen silahlanıyorsun, dünyanın en son teknolojik silahlarına sahipsin, atom bomban bile var. Yanı başında her gün katlettiğin bir Filistin’inin neden silahı olmuyor. Nerede uluslararası standart ve ilkeler, savaş hukuku? İşgal altında tuttuğu ülkenin insanlarını öldürüyor İsrail, savaş suçu işliyor Cenevre konvansiyonlarına göre. Ama dünyada tık yok! “Biz Hamas’a baskı yapmalıyız çünkü İsrail çok güçlü” diyorlar.
İSLAM ÜLKELERİNİN BİRBİRLERİYLE OLAN MÜCADELELERİNDEN HOŞNUTLAR
Güçlü ve zalim, güçlü ve haksız olan İsrail’in yanında mı duracağız? Niye güçlü? Çünkü sesiniz çıkmıyor ve hiçbir şey yapmıyorsunuz. Çıksın Arap ülkeleri “İlişkilerimizi ve petrolü kesiyoruz, bütün İsrailli diplomatları sınır dışı ediyoruz. Filistin’e de yardım başlatıyoruz. Bütün parlamenterlerimizi de canlı kalkan olarak Gazze’ye gönderiyoruz” deyip, gemiler, uçaklar kaldırsınlar ablukayı kırmak için.
İsrail ve ABD’nin en çok müstefit oldukları konu İslam ülkelerinin birbirleri ile olan mücadeleleri. Artık dengeleri düşünmenin zamanı çoktan geçti. O dengeleri düşündükçe ateş hepimizin, bütün İslam coğrafyasının kapısına dayanacak.
Ö. F. YASİN: Peki nasıl bir son görünüyor Gazze için?
M. A. ERSOY: İsrail geri adım atmazsa ateşkes çok zor. Direniş grupları uzun süre daha savaşacak güce sahipler.
Ö. F. YASİN: Filistin halkı Türkiye hakkında ne düşünüyor? Beklentileri ne?
M. A. ERSOY: Türkiye’yi seviyorlar, kendilerine destek verdiğini biliyorlar. Ama somut olarak şöyle düşünüyorlar: “Biz yalnızız ve tek başımıza savaşıyoruz.”
Ö. F. YASİN: HAMAS’ın askeri kanadına adını veren İzzettin el Kassam’ın Osmanlı ile ilişkili olduğunu biliyoruz. Meselenin I. Dünya Savaşı’na dayandığını düşünüyor musunuz?
M. A. ERSOY: Filistin’le ilgili tüm bu sorular ve tüm bunlara verilecek cevaplar, Filistin meselesine bakış açısındaki tüm bu ayrışma bir Amerikan-İngiliz-İsrail projesidir. İzzettin el Kassam ve El Fetih diye bir şey yoktur; Filistin halkı diye bir halk vardır. Mücadelenin adı Hamas değildir; direniş gruplarıdır. Bunların içinde Fetihçiler de vardır, İslami Direnişçiler de Hamas ve Kassam da Aksa şehitleri de vardır. Bu ayrışmayı, mezhebi, meşrebi taassuplarımızı, siyasi bölünmüşlüklerimizi bir kenara bırakmadığımız sürece mücadele yürütmek zor olacak.
Bakın İngilizler IŞİD diye bir örgüt çıkardılar ve biz onların bize dayattığı gündemlerle bir şeyler konuşuyor, sorular sorup, o sorular üzerinden analizler yapıp cevaplar arıyoruz. Bütün stratejilerimizi onların bize dayattığı gündemler üzerinden şekillendiriyoruz ve farkında değiliz. Kafamızı kaldırmamıza müsaade etmiyorlar. Onların bize dayattığı gündemlerin dışına çıkmamız gereken zamanlardayız. Bunların çizdiği sınırları, bunların dayattığı gündemleri, bunların oluşturduğu mezhebi ayrıştırmaları, sosyal-demografik dağılımları, koşulları, ekonomileri konuştuğumuz sürece, biz ümmet olarak kendi gündemimizi belirleyemeyeceğiz ve bu toprakların insanları hangi dine mensup olursa olsun, kendi hayatları ve gündemlerini yaşamayacak.
ARTIK KENDİ GÜNDEMİMİZİ OLUŞTURMAYA BAŞLIYORUZ
Bugüne kadar Türkiye’de dış habercilik dediğimiz şey Reuters’den, AP’den gelen haberleri çevirmekti. Onların gündemleriyle kendi halkımızı yıllarca zehirledik, kendi halkımızın algılarını yönettik. Kendimiz farkında değildik, vatandaş zaten farkında değildi. BBC “İsrail Gazzeli militanlara operasyon düzenledi” diye haber yapıyor ve sen de bunu çevirip kendi ülkende yayınlıyorsun. Yıllarca bizim dış habercilikten anladığımız şey gelenleri çevirip yazmaktı. Gitmiyoruz, bakmıyoruz, tanımıyoruz, öğrenmiyoruz; coğrafyayı bilmiyoruz, dilini bilmiyoruz, sosyolojisini bilmiyoruz. İngilizler gelip bir takım operasyonlarla fitne tohumları ekmişler; bölmüşler, parçalamışlar biz hala Osmanlı mirası üzerinden bölge okumaları yapıyoruz. Güzel, ama çok şey değişti.
Bizim hiç tanımadığımız, sadece medya üzerinden fotoğraflarını gördüğümüz dostlarımız ve düşmanlarımız var. Biz Seyyid Kutub’u gerçekten tanıyor muyuz? Usame bin Ladin’i, Humeyni’yi, Mukteda es-Sadr’ı, Abdülmecid Zindani’yi tanıyor muyuz? Bunlar çok tepki alacak, aşırı laflar biliyorum, ama örnek olsun diye söylüyorum. Biz tanımadığımız insanları sevdik, tanımadığımız insanlardan nefret ettik; tanımadığımız mezhepleri kötüledik; tanımadığımız insanlarla kavga ettik.
Ö. F. YASİN: Yani bütün bildiklerimizin bize dayatıldığını mı söylüyorsunuz?
M. A. ERSOY: Evet, tam olarak öyle söylüyorum. Mısır’da İçişleri Bakanlığı önünde katliam yapılıyor dendiğinde, İçişleri Bakanlığı önünde gösterici bile yoktu. Trablus’u uçaklar vuruyor dendiğinde, Trablus’ta bir tane bile uçak yoktu. Yazıyorlar, elimize veriyorlar. Yeni yeni Türkiye muhabirler göndermeye başladı, TRT ile. Anadolu Ajansı ofisler açmaya başladı. Kendi gündemlerimizi oluşturup, neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
Yabancı dilde çıkarılan bütün gazeteler uluslararası istihbarat kuruluşlarına ve diplomatik temsilcilere yönelik mesajları içerir. MİT daha önce Eygpt İndependent gazetesini çevirip, Mısır’da olan biteni Türkiye’ye anlatıyordu. Mısır’ı, Eygpt İndependent’den anlayabilir misin? Ülkenin gerçekleriyle bağdaşır mı, bağdaşmaz.
“BÜTÜN MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR” ŞUURUNA SAHİP OLMALIYIZ
Ö. F. YASİN: Türkiye olarak şimdi neler yapıyoruz?
M. A. ERSOY: Bölgeyi öğrenmeye çalışıyoruz ve çok yetersiziz. Çok adam yetiştirmemiz lazım, dil bilen ve bölgeye merakı olan. Evet, bir kapı açıldı, vizyon ortaya kondu ama çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla Gazze, Filistin, Irak, Suriye Libya, Yemen veya başka yerleri, sahayı iyi bilmeliyiz. Demografisini, sosyolojisini, ne olup bittiğini iyi bilmeliyiz. Orada yaşayan insanlar da kendilerine dayatılan gündemlerle hareket etmemeli.
Ve son olarak biz “İnnemel mü’minine ihvatun” şuurunu kafamıza yerleştirmediğimiz müddetçe cennete giremeyeceğiz. Bunu iyi anlamalıyız. Türkiye’de herkesin müntesibi olduğu veya olmadığı bir sürü cemaat var değil mi? Neden bu kadar çok cemaat var ve neden hepsi birbiriyle kavga ediyor? Bırakın ülkeleri aynı parti içinde dahi bir sürü cemaat; aynı mezhebin içinde bir sürü farklı grup var.
Öncelikle insani ilkelerle hareket etmeliyiz, çünkü savaşlar ahlak gerektirir. Bunun dışında Müslüman kimliğini taşıyorum diyorsan, karşındaki insan da Müslümanım diyorsa onu sevmek zorundasın. Allah sana başka seçenek sunmuyor.
YORUMLAR