Haramların Cazibesine Karşı Direnebilmek

Günümüzde alabildiğine allanıp pullanan günahlar karşısında dik durmak her babayiğidin harcı değildir. TV ve internet aracılığıyla her yere kolayca girebilen, ahlâkî değerleri çürüten fuhşu özendiren yayınlar özellikle genç nesilleri zehirlemekte, onları dünyevi ve uhrevi yüce hedeflerden alıkoymakta, zaman ve enerjilerini heder etmektedir. Bu düpedüz toplumun manevi yapısını dinamitlemektir, intihardır. Bu yıkıma karşı durmak en büyük cihattır.

İran asıllı İbn Mukaffâ (724-759) diyor ki: “Allah insanları haramların lezzeti ve ibadetlerin külfetiyle imtihan eder.” İnsanların yasaklara karşı fıtrî bir düşkünlüğü vardır. Babamız Hz. Adem’le, anamız Hz. Havva’nın şeytanın iğvasıyla yasak meyveden yemeleri ve Cennetten çıkarılmaları da bunu göstermektedir. İnsana günah işleme kabiliyeti imtihan için verilmiştir. Melekler günah işleyemedikleri için imtihana tabi değildirler. Netice itibariyle de kaybetme veya kazanmaları söz konusu değildir. İnsan ise farklıdır. “Allah her nefse kötülük duygusunu ve ondan sakınma yollarını ilham etmiştir. Nefsini kötülükten temizleyen kimse mutlaka kurtuluşa ermiştir. Nefsini günahla kirletip örten kimse ise elbette ziyana uğramıştır.” (Şems, 8-10)

Meleklerde akıl var şehvet yok, hayvanlarda şehvet var akıl yok, insanlarda ise hem akıl hem de şehvet vardır. İnsan, aklını şehvete hakim kılarsa melekleşir, şehveti aklına hakim kılarsa hayvanlaşır, hatta daha da bayağılaşır.

NEFSİN MEYLETTİĞİ ŞEYLER DAHA ZİYADE HARAMLARDIR

Akıl kelimesi, engel olmak anlamına gelir. Sahibini tehlikelere ve kötülüklere karşı engelleyip koruduğu için akıl denmiştir. Devenin yularına da ikâl denir. Zira yular da hayvanı zapteder. Akıl nurdur. Onunla insan kendisinin ve varlıkların mahiyetini kavrar. Kendi ve aleyhinde olan şeyleri idrak eder.

Aklın zıddı hevâ’dır. Hevâ ise nefsin, işin sonunu hesab etmeden bir şeye meyl etmesidir. Nefsin meylettiği şeyler ise daha ziyade haramlardır. Zira haramların cazibesine karşı durmak zordur. Sabır direnme demektir ve üçe ayrılır. Farzları yerine getirme, haramlardan kaçınma ve musibetlere göğüs germe şeklindeki sabrın en zoru haramlar karşısında direnebilmedir.

İnsan akıl ve iradesine tabi olduğu nisbette insandır. İbnü’l Cevzi’nin dediği gibi eğitimli bir av köpeği sahibi katında diğer köpeklerden daha değerlidir. Zira korktuğu veya mükafatlandırılacağını bildiği için yakaladığı avı yemeyip sahibine teslim etmektedir. Köpek bile peşin arzusuna hakim olup işin neticesine göre hareket edebiliyorsa, kötü arzularının karşısında rüzgarın önündeki yaprak gibi savrulan kimsenin ne değeri olabilir? Hayvanlarda akıl olmadığı için insanlar gibi sorumlu değildirler. Hapse atılmazlar, idam cezasına çarptırılmazlar. Bununla birlikte zararları nisbetinde sahipleri sorumlu tutulur.

Akıllarına değil de arzularına tabi olanlar, çocuklar ve cahil obur hastalar gibidirler. Çocuklar kâr ve zararlarını bilemezler. Perhiz yapmayan obur hastalarda boğaz uğruna sağlıklarından olurlar. İradesi olmayan insan freni boşalmış araba gibidir, hem kendisini hem de başkalarını perişan eder.

BİR ANLIK ZEVK VE ÖMÜR BOYU FELAKET

İnsanoğlu genellikle acelecidir. İstikbâldeki büyük kazançlardan ziyade peşin küçük menfaatlere göz diker. Bir anlık keyif ve zevk için geleceğini mahveder. İbn Mukaffâ’nın dediği gibi; “Bir anlık zevk ve ömür boyu felaket”. İnsan bir anlık gaflet, tamahkârlık, ihmal veya hatanın cezasını bazan hayatıyla öder. Hak edilmeyen peşin menfaatler tuzaktaki yeme benzer. Gözü kör eden hırs sahibini köle eder.

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de keyfi davranışlar, hevâ ve hevese tabi olmak kınanmış, aklın, ilmin ve adaletin rehber edinilmesi emredilmiştir. “Ne varki zalimler, bilgisizce kendi heveslerine uydular.” (Rûm, 29) “Onların arasında Allah’ın indirdikleriyle hüküm ver. Onların keyiflerine uyma. Allah’ın indiklerinin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın.” (Mâide, 49)

Sırf arzu ve heveslerine göre hareket edenler bir bakıma arzularını mabutlaştıranlardır. Mutlak anlamda itaat edilen varlık Allah’tır. Allah’a itaat etmeyip hevâlarına tabi olanlar arzularını putlaştıranlardır. “Arzusunu kendisine ilah edinen kimseyi bilip tanıdın mı?” (Furkan, 43) Arzularını putlaştıranlar Cehennem yakıtı olacak putlarla birlikte Cehennemde olurlar. Allah’ın emirlerine uyanlar ise ebedi Cennete konuk olurlar.” “Her kim Rabbinin yüce makamından korkar ve nefsini kötü arzulardan men ederse şüphesiz onun varacağı yer Cennettir.” (Nâziât, 40-41)

Nefis daima kötülüğü emreder. Peygamberler bile nefsin şerrinden Allah’a sığınmışlardır. “Yûsuf dedi ki; Ben kendi nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü, Rabbimin merhamet ettikleri dışındaki nefis daima kötülüğü emreder.” (Yûsuf, 53) Nefsin her isteğine boyun eğenlere “Nefis eşeği” derler. Eşek binilmek, yük taşımak içindir. Onu sırtına bindirenler eşekle yer değişmiş olurlar.

ŞEYTANIN GÖREVİ ÇİRKİNLİKLERİ GÜZEL VE SÜSLÜ GÖSTERMEKTİR

Kaside-i Bürde sahibi Muhammed Bûsıri ne güzel söylemiş: “Nefis emzikli çocuk gibidir. Onu kendi haline bırakırsan daha çok emmek ister. Sütten kesersen vazgeçiverir.”

Nefsi bayağı isteklerden vazgeçir. Onun seni yönlendirmesinden sakın. Çünkü nefsani istekler, hâkim olduğu kimseyi ya helâk yahut rezil eder. İnsan zehrin yağda olduğunu farketmediği için, nefis ona nice öldürücü lezzetleri güzel göstermiştir. Zaten şeytanın görevi de çirkinlikleri güzel ve süslü göstermektir.

Arzuların tamamı elbette kötü değildir. Zaten hiç arzu olmasaydı hayat dururdu. İstekler geminin yelkenini şişiren rüzgar gibidir. Hiç rüzgâr olmazsa yelkenli hareket etmez fakat rüzgar fırtınaya dönüşürse yelkenli alabora olur. Mühim olan isteklerin ölçülü ve dengeli olmasıdır. Yüce Mevlâ insan fıtratına pek çok arzular yerleştirmiştir. Bu durum şöyle ifade edilmektedir. “Kadınlara, oğullara, kantarlarca altın ve gümüşe, otlağa salınmış atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara süslü gösterilmiştir. Bunlar sadece dünya hayatının nimetleridir. Oysa varılacak güzel yer Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmran, 14) Bu nimetleri elde etmenin dînî ve ahlâkî ölçüleri vardır. Ayrıca bu nimetler gaye değil sadece birer vasıtadır. Gerçek mü’min bu istek ve arzuları dînî kurallar çerçevesinde karşılar. Bütün insanlık için model olan Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyel buyurmuş: “Sizden hiç biriniz, arzusunu benim Allah katından getirdiklerime tâbi kılmadıkça gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Fethül-Bâri, 1/65). Müslüman kayıtsız şartsız Allah’a ve Rasûlüne teslim olandır. “Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)

Sırf arzusuna uyup Mevlâ’nın buyruklarına hiç aldırmayanları Rabbimiz hararetten dilini bir karış çıkarmış nefes nefese olan köpeğe benzetmiştir. “Bir de onlara, mesajlarımızı ulaştırdığımız halde onlara aldırmayan, şeytanın peşine takılıp azgınlardan olan kimsenin durumunu haber ver. Eğer isteseydik onu mesajlarımızla yüceltirdik. Fakat o dünyaya sarıldı ve hevâsına uydu. Onun durumu; üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir.” (A’râf, 175-176)

GÜNAHLARIN CAZİBESİNE KAPILMAMAK İÇİN

Günahların cazibesine kapılıp başka hiçbir şeye ilgi duymayanlar eroine, esrara, alkole mübtela olanlar gibidir. Aralıksız işlenen günahlar âdeta karakter haline gelmiştir. Gözler, kulaklar ve kalpler mühürlenmiştir. Günahtan, isyandan pişman olma, utanma ve çekinme hali kalmayınca insanlık âdeta sıfırlanmıştır. Hayvanlarda utanma, sıkılma ve vicdan azabı olmadığı gibi, insanlıktan tecerrüd etmiş kişilerde de bu duygular silinmiştir Ahsen-i takvim olan insanın, esfel-i sâfilin’e düşmemesi için haramlardan uzak olması gerekir. Tehlikelerin kenarında dolaşanlar farkında olmadan kendilerini tehlikelerin ortasında bulurlar. Yüce Mevlâ, en tehlikeli günahlardan olan zinaya karşı bizleri şöyle uyarıyor: “Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ, 32) Bir sonraki ayette yetimin malına da yaklaşmamamızı emrediyor. Zira zina ve haram kazanç insanın başlıca zaaflarındandır.

Hele günümüzde alabildiğine allanıp pullanan günahlar karşısında dik durmak her babayiğidin harcı değildir. Alevler içinde yanmamak İbrahim olmayı gerektirir. Günümüz Nemrutlarının ateşleri günah odunlarıyla tutuşturulan ateşlerdir. Normal odun ve kömürle tutuşturulan, ateşleri su ile söndürmek mümkün ve kolaydır. Üstelik bu ateşler mevziidir. Fakat günah ve şehvet ateşlerini söndürmek kolay değildir. TV ve internet aracılığıyla her yere kolayca girebilen, ahlâkî değerleri çürüten fuhşu özendiren yayınlar özellikle genç nesilleri zehirlemekte, onları dünyevi ve uhrevi yüce hedeflerden alıkoymakta, zaman ve enerjilerini heder etmektedir. Günahları, çirkinlikleri allayıp-pullayarak pazarlamak, kötülüklere karşı kalkan ve siper olan edep, haya, iman duygularını zaafa uğratmak günümüzün en korkunç cinayetlerindendir. Bu düpedüz toplumun manevi yapısını dinamitlemektir, intihardır. Bu yıkıma karşı durmak en büyük cihattır. Bu insanlığın var olma savaşıdır.

HARAMLARIN ANLIK ZEVKİNE KAPILMA!

Haramlara karşı hassas olmak fert ve toplum hayatının sigortasıdır. Hz. İsa (a.s.) “Dar kapıdan girin” buyurmuş. Günahlara karşı lâkayt davranmak kademe kademe haramlara karşı olan reaksiyon duygusunu azaltır. Neticede anormallikler normal görülmeye başlanır. Çirkin güzelin, batıl hakkın yerine geçer. Hz. Peygamber (s.a.v.) haramlar yanında şüpheli şeylerden de uzak durulmasını emretmiş, haramlık şüphesi taşıyan şeylerden uzak duranların dinlerini ve ırzlarını koruyabileceklerini, aksi halde koruluğun kenarında koyun otlatan çoban gibi her zaman sınırı aşma tehlikesiyle karşı karşıya olacaklarını ikaz etmiştir. “Biz bir harama düşeriz korkusuyla yetmiş helalin kapısını kapattık.” diyen sûfinin hassasiyeti göz önünde tutulmalıdır.

Haramlar süslü de olsa öldürücü zehir hükmündedir. Balı çok seven bir kimse balın içine zehir katıldığını bilirse bala asla yaklaşmaz. Haramların aldatıcı câzibesine, arkadan gelecek felaket hesap edilerek, heves değil akıl devreye sokularak karşı durulabilir. Aklın gereği, haramların anlık zevkine değil, helallerin daimi şevkine talip olmaktır.

Kaynak: Ali Rıza Temeli, Altınoluk Dergisi, Sayı: 392

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.