Hariciler Hakkında Hadis-i Şerifler

Ali (r.a) şöyle buyurmuştur: “Size Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den hadis naklettiğim zaman, semâdan yere düşmem bana, O’nun adına yalan söylemekten daha sevimli gelir. Sizinle aramızda cereyan eden bir şey hakkında konuştuğumuzda ise (durum farklıdır.) Çünkü harp hiledir. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i şöyle buyururlarken işittim: «‒Âhir zamanda öyle insanlar gelecek ki, yaşları genç, akılları kıt olacak. İnsanların sözlerinin en hayırlısını söyleyecekler (Kur’ân tilâvet edecekler), ancak okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm’dan çıkıp gidecekler. Îmânları hançerelerinden aşağıya inmeyecek. Onları nerede görürseniz öldürün! Zira onları öldürmek, kıyamet günü öldüren için ecir olacaktır».” (Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Zekât, 154)

Ebû Saîd (r.a) şöyle anlatır:

“Alî (r.a) Yemen’den Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e, toprağından arıtılmamış bir mikdâr altın cevheri göndermişti. Allah Rasûlü (s.a.v) bunu şu dört kişi arasında pay­laştırdılar: Akra bin Hâbis el-Hanzalî, Uyeyne bin Bedr el-Fezârî, Zeyd et-Tâî ve Alkame bin Ülâse. Bu taksime Kureyş ve Ensâr öfkelendiler ve:

«–Necid ehlinin ileri gelenlerine veriyor da bizleri bı­rakıyor» dediler.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

«–Ben böyle yapmakla sadece onları İslâm’a ısındırmak istiyorum» buyurdular.

Bunun üzerine gözleri çökük, yanakları çıkık, alnı ilerde, gür sakallı, saçlarını kazıtmış, (paçalarını kıvırmış) biri öne geldi ve:

«–Allah’tan kork ey Muhammed» dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz:

«–Ben karşı gelirsem Allah’a kim itaat eder? Allah Teâlâ yeryüzündeki bütün insanlar hakkında bana güvenirken siz güven­miyor musunuz?» buyurdular.

Bu esnâda bir kişi Efendimiz (s.a.v)’e, «onu öldüreyim mi?» diye sordu, ama Allah Rasûlü (s.a.v) buna izin vermediler. Zannediyorum ki, bunu soran Hâlid bin Velîd idi.

O bedevî arkasını dönüp giderken Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:

«–Şunun neslinden veya bunun arkasından öyle bir kavim türeyecektir ki, onlar Allah’ın Kitâbı’nı okuyacaklar fakat bu onla­rın boğazlarından aşağıya geçmiyecek, onlar okun avı sür’atle delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, ehl-i İslâm’ı öldürecek, puta tapanlara dokunmayacaklar. Eğer ben onlara yetişseydim, Ad kavminin öldürülüşü gibi onları muhakkak öldürürdüm (hiçbirini bırakmazdım)!».” (Buhârî, Enbiyâ, 6, Meğâzî, 61)

*

Ebû Saîd el-Hudrî’den rivayet edildiğine göre Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Aranızda öyle bir grup ortaya çıkacaktır ki, namazınızı onların namazları, oruçlarınızı onların oruçları ve diğer amellerinizi de onların amelleri yanında az göreceksiniz. Onlar Kur’ân okurlar, fakat okudukları boğazlarından aşağı geçmez. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar…” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 36)

MÜSLÜMANLAR TEFRİKAYA DÜŞTÜĞÜ ZAMAN ORTAYA ÇIKACAKLAR

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Huneyn ganimetini dağıttığı esnâda Benî Temimlerden Zü’l-Huvaysıra isimli biri gelip Peygamber Efendimiz’in başucuna dikilmiş ve:

“–Yâ Muhammed! Ben bugün yaptığın şeyi gördüm!” demişti. Rasûlullah (s.a.v):

“–Ne gördün?” diye sorduklarında Zü’l-Huvaysıra:

“–Senin adâlet yapmadığını gördüm! Âdil davran ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah (s.a.v) gazaplandılar. Ona:

“–Yazıklar olsun sana! Ben âdil olmazsa kim adâlete riâyet eder?! Ben adâletle davranmış olmasaydım, umduğuma eremezdim; sen de, bana tâbi olduğun için ziyan etmiş, eli boşa çıkmış olurdun!” buyurdular.

Hz. Ömer (r.a):

“–Yâ Rasûlallah! İzin ver! Onun boynunu vurayım!” dedi.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Hayır, bırak onu! Onun birtakım taraftarları olacaktır ki, kendilerini iyice dine vermiş görünecekler. Herhangi biriniz, onların namazı yanında kendi namazını, onların oruçları yanında kendi orucunu küçümseyecek!

Onlar Kur’ân da okuyacaklar! Fakat okudukları Kur’ân köprücük kemiklerinden ileri geçmeyecek! Onlar, okun yaydan çıktığı gibi, dinden, İslâm’dan fırlayıp çıkacaklar! Öyle ki, çıkan okun demirine bakılır, onda hiçbir şey, hiçbir iz bulunmaz! Sonra okun yaya giriş yerine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Sonra okun yelesine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz! Hâlbuki ok atılanın bağrını delip geçmiş, fakat oka bir şey bulaşmamıştır! Onlar, müslümanlar tefrikaya düştüğü zaman ortaya çıkacaklardır!

Bir adam görürsün ki onun pazularından birinde kadın memesine yahut sallanan bir et parçasına benzeyen bir fazlalık vardır!” buyurdular.

Hadîsin râvîsi Ebû Saîdi’l-Hudrî (r.a) şöyle der:

“Ben bunu Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den işittiğime şehadet ederim. Yine şehadet ederim ki Ali bin Ebû Tâlib (r.a) onlarla çarpışmıştır. O esnâda ben de yanındaydım. Bu adamın aranmasını emretti. Adam bulunup getirildi. Baktım, aynen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in tarif ettiği gibiydi!”[1]

OKUN AVI DELİP GEÇMESİ GİBİ DİNDEN ÇIKANLAR

Rasûlullah (s.a.v) Cirâne’de, işlenmemiş altın ve ganimetleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal Hz. Bilâl’in eteğinde idi. Bir adam:

“–Ey Muhammed âdil ol! Sen adâletli davranmıyorsun!” dedi.

Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz:

“–Yazıklar olsun! Eğer ben de âdil davranmazsam, kim adâlet gösterebilir?” diye mukabele etti.

Ömer (r.a), Hz. Peygamber’in üzüldüğünü görünce:

“–Ey Allah’ın Rasûlü! Bana müsaade buyurun, şu münafığın kellesini uçurayım!” dedi.

Rasûlullâh (s.a.v) müsâade etmedi:

“–İşte bu adamın mutlaka arkadaşcıkları da var. Bunlar Kur’ân’ı okurlar, ama okudukları gırtlaklarından aşağı geçmez. Bunlar, okun avı delip geçmesi gibi dinden çıkıp giderler!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 12/172)

HÂRİCİLERİN GÖRÜŞLERİ

Yezîd-i Fakir şöyle anlatır:

Hâricîlerin bir görüşü (yani büyük günah işleyenlerin ebediyyen Cehennem’de kalacağı) iyice kalbime işlemişti. Derken haccetmek, sonra hal­ka karşı çıkarak propaganda yapmak niyetiyle kalabalık bir cemaat içinde yola çıktık. (Yolda) Medine’ye uğradık birde baktım. Cabir b. Abdil­lah… Bir direğin yanma oturmuş; cemaata Rasulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den hadis rivayet ediyor. Bir ara cehennemliklerden bahsetti. Bu­nun üzerine kendisine:

“–Ey Rasulullah’ın arkadaşı? Siz ne konuşuyorsunuz? Hâlbuki Allah:

«(Ya Rabbi!) Şüphesiz ki, sen kimi Cehennem’e atarsan onu muhak­kak surette rezil rüsvay edersin.» (Âl-i İmrân, 192) ve:

«Ehl-i Cehennem, Cehennem’den çıkmak istedikçe oraya iade edi­lirler…» buyuruyor. (es-Secde, 20) Binaenaleyh siz ne diyorsunuz?” dedim. Cabir (r.a):

«–Sen Kur’an okur musun?» dedi.

«–Evet!» cevabını verdim.

«–Makâm-ı Muhammed (Aleyhisselâm)’ı, yani Allah’ın onu yükselteceği makâmı hiç işittin mi?»

«–Evet.»

«–İşte o makâm, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Mahmûd olan makâmıdır ki, Allah Teâlâ onunla (Cehennem’den) çıkaracaklarını çıka­rır!» dedi.

Sonra Câbir (r.a) Sırât’ın konmasını, insanların onun üzerinden geçişini an­lattı. Ben bunları ezberimde tutamamış olmaktan korkarım. Şu kadar var ki; Cabir bir kavmin bir müddet Cehennem’de kaldıktan sonra oradan çı­karılacağını yani susam çöpleri gibi çıkarılarak Cennet nehirlerinden bir nehre atılacaklarını ve orada yıkanarak kâğıt sayfaları gibi (bembeyaz) çıkarılacaklarını söyledi.

Müteakiben hacdan döndük (ve bir birimize):

«–Yazıklar olsun size! Şu yaşlı zâtın Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) adına yalan söyleyece­ğini mi zannediyorsunuz?» diyerek (hâricîlik davasından) döndük. Vallahi Bizden bir adamdan başka hâricîlikte kalan olmadı.” (Müslim, İman, 320)

HARÛRİYYE FIRKASI

Kadınlardan biri Hz. Âişe (r.a) vâlidemize:

“‒Kadın, temiz olduktan sonra (hayız zamanında kaçırdığı) namazlarını kazâ etmeli mi?” diye sormuş.

Âişe (r.a):

“‒Sen Harûriyye fırkasından mısın (ki böyle söylüyorsun)? Biz, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) ile birlikte iken âdet görürdük de bize bunu emretmezlerdi.”

Diğer rivâyette “Bunu yapmazdık.” cevabını vermiş. (Buhârî, Hayz, 20)

Şerh:

Başka bir rivayette, Muâze bint-i Abdullah el-Adeviyye (r.a), Hz. Âişe’ye suâlini “Hayızlı neden orucu kaza ediyor da na­mazı etmiyor?” şeklinde sormuştur.

Cevaptan anlaşılıyor ki, namazı kazâ et­memeye ruhsat verilmesi, hafifletmek içindir: Günde beş defa tekerrür eden bir ibâdeti kaza etmek kolay değildir. Ramazan orucu ise yılda bir kere farz olur. Sene içinde birkaç günlük orucu kazâ etmek daha kolaydır.

Harûriyye, Kûfe yakınındaki Harûra köyüne mensûb sapık Hâricîler fırkasıdır. Bu tâifenin ilk toplantısı orada olduğu için kendilerine Harûrîler de denilmiştir. Bunlar dîn işinde sertlik tarafını tuttuklarından pek çirkin dalâletlere sapmışlardır. Meselâ hayızlı kadının, hayız zamanında geçen namazlarını kaza et­mesinin vacip olduğunu söylerlerdi ki, bu görüş İcmâ-ı Ümmet’e muhâliftir.

Câbir ve Ebû Saîd (r.a)’dan gelen rivâyetlerde de Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) hayızlı kadının namaz kılmayacağını ve oruç tutmayacağını beyan etmişlerdir. (Buhârî, Savm, 41; Temennî, 3)

Tâbiînin büyük âlimlerinden Ebu’z-Zinâd (r.a) şöyle buyurur:

“Sünnetler (yani dinde tâbî olunan meşru fiil, yol ve sağlam Nebevî metodlar) ile şer’î hususlar, çoğu zaman re’yin (kıyâsın, aklın) zıddına olur. Müslümanların, onlara tâbî olmaktan başka çareleri olmaz. Bunlardan biri de: Hayızlı kadın, o günlerde tutamadığı oruçları kazâ eder ama kılamadığı namazları kazâ etmez.” (Buhârî, Savm, 41)

BOĞAZLARINDAN AŞAĞIYA GEÇMEYENLER

Sehl bin Saʻd (r.a) şöyle anlatır:

“Biz Kur’ân okurken, birimiz diğerine okuyup öğrenirken Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yanımıza geldiler. Şöyle buyurdular:

«‒Allâh’a hamd olsun! Allâh’ın kitâbı birdir. Sizin içinizde en hayırlı insanlar mevcut, içinizde kırmız tenlisi de var siyah tenlisi de. Okuyun! Kur’ân’ı, (zâhiren) ok gibi dosdoğru okuyup da (mânâsı) boğazlarından aşağı geçmeyen insanlar gelmeden evvel okuyun! O insanlar, okudukları Kur’ân’ın ücretini hemen almak isterler de âhirete hiçbir şey bırakmazlar».” (Beyhakî, Şuab, IV, 206/2403)

ÂHİRETE BİR ŞEY  BIRAKMAYACAKLAR

Câbir bin Abdullah (r.a) şöyle anlatır:

“Biz, içimizde Arab da Acem de bulunduğu hâlde Kur’ân okurken Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yanımıza geldiler ve şöyle buyurdular:

«Okuyunuz, (bu okuyuşlarınızın) hepsi de güzeldir. (İleride öy­le) insanlar gelecek ki, Kur’ân’ı ok gibi dosdoğru okuyacaklar, (ama kar­şılığını)   dünyada alacaklar, âhirete bir şey bırakmayacaklar».” (Ebû Dâvud, Salât, 134-135/830; Ahmed, III, 146, 153, 357, 397; V, 338)

İSLÂM'I TAHRİF EDENLER

Hz. Ömer (r.a) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur:

“…Sizden sonra bir kısım insanlar çıkacak ve recm’i yalanlayacak, deccâl’i, şefaati, kabir azâbını ve bazı insanların Cehennem’de günahları nisbetinde yanıp simsiyah olduktan sonra oradan çıkarılacağını yalanlayacaklar.” (Ahmed, I, 23; Abdu’r-Razzâk, Musannef, VII, 330)

Dipnotlar: [1] Buhârî, İstitâbe, 7, Menâkıb, 25; Ahmed, II, 219; III, 56, 65; İbn-i Hişâm, IV, 144; Vâkıdî, III, 948.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.