Hasan Basrî Hazretleri’nin Sohbeti
Basralı meşhur tâbiîn, âlim ve zâhid Hasan Basrî Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz...
Hasan Basrî Hz. -rahmetullâhi aleyh- bir sohbetlerinde şöyle buyurur:
NİMETLER SEBEBİ İLE GÜNAHA DALANLARA YAZIK!
“Ey insanoğlu! Kendi ayıpların dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmil îman sahibi olamazsın. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarına bir göz at; onları düzelterek işe başla. Ne zaman ki, kendi ayıplarını düzeltmeden işe başlarsın, işte o vakit ıslahına öncelikle muhtaç olduğun bir başka ayıpla karşılaşırsın.
Ey insan! Âdil olmak istiyorsan, başkalarının ayıpları ile meşgul olmaktan vazgeç. İşte böyle davrananlar Allâh’ın en sevgili kullarıdır. Bir adamın şu şiiri söylediği işitilmiştir: “Gördüğüm kişilerin en cüretlileri, kendi ayıplarını unutup başkalarının ayıpları ile meşgul olanlardır.”
Hz. Ömer radıyallâhu anh’ın şu sözlerini işittim: “Bir din kardeşinle karşılaştığında söze önce selâmla başlaman, ona en sevdiği ismi ile çağırman ve meclisine teşrif ettiğinde kendisine yer göstermen senin bu din kardeşine karşı olan sevginin alâmetleridir. Zîra kalp temizliği bunlarla sağlanır.”
Selef-i Sâlihin radıyallâhu anhum sizlere edep ve güzel ahlâkı öğrettiler. Onlar gibi edeb ve ahlâk sahibi olmaya çalışın ki, Allâh’ın rahmetine eresiniz.
Vah şu hâlimize! Birimiz kardeşine rastlıyor da onu tanımazlıktan geliyor. Hâl ve hatırını sorarak: “Ya Rabbi! Şu kardeşimi ve bizleri bağışla. Hepimizi cennetine koy.” diyerek ona duâ etmiyor.
Fakat dinar ve dirhem söz konusu olunca durum daha değişik oluyor. Eyvah bizlere! Eskiler bizim gibi değildi. Onlara uymakla emrolundunuz. O hâlde niçin muhâlefet ediyorsunuz?
Ey insanlar! Bugün bizlere ne oluyor, sırf iyi gün dostu oluyoruz. Kötü günde birbirimizi unutmuş görünüyoruz. Allah Rasûlü’nün ashabı böyle değillerdi. Onlara aykırı hareketlerden Allâh’a sığınırız.
Ey insanoğlu! Şüphesiz senin ömrün sayılı günlerden ibarettir. Geçen her gün senden bir parça alarak gider. Allah İbni Mesud radıyallâhu anh’a rahmet eylesin! Şu sözü ile O sanki sizi görmüş oldu: “Sizin zâhidiniz dünyayı ister, müçtehidiniz kusurlu, âlimleriniz ise câhildir.”
Allah’tan korkan kuldan bütün varlıklar korkar. İnsanlardan korkan ise her varlıktan korkar.
Rivâyete göre, Hz. Ömer radıyallâhu anh şöyle söylemiştir: “Her zaman insanlarla beraber olmayın. Bazen onlara yakın olun, bazen de onlardan uzak durun.” Bu söz şu mânâya gelir; güzel ahlâk konusunda onlarla kaynaşın, fakat kötü işlerde insanlara yaklaşmayın.
Bir Müslümanın din kardeşine karşı yapmakla mükellef olduğu dört vazife vardır:
- İyilerine yardım etmek,
- Dâvetlerine icâbet etmek,
- Günahkârlarına mağfiret talep etmek.
- Hak’tan sapanlarını doğru yola çağırmak.
Kim bir Müslüman kardeşinin arzusunu yerine getirir veya onun bir ihtiyacını giderirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
Anlamak ilmin kabı, ilim amelin delili, sâlih amel de hayrın sürücüsüdür. Nefsin arzuları günahların bineği mal, mütekebbirlerin hastalığı dünya ise âhiretin pazarıdır.
Allâh’ın nimetleri sebebi ile günahlara dalanlara çok yazık.
Ey insanoğlu! İman ne temenni ile olur, ne de süslenip püslenmekle. Şüphesiz ki, onun mekânı kalptir; fakat onun varlığı ancak sâlih amellerde belli olur.
Bir Müslüman, eğer, derdini bir din kardeşine açamıyorsa, onu başka kime açacaktır? Öteki Müslüman din kardeşinin işini kendi işi bilip gereğini yapmazsa, o hâlde onunla kim ilgilenecektir? Çünkü Müslüman, Müslüman kardeşinin aynasıdır; baktığında, ona ayıplarını gösterir. Şâyet bir kabahati varsa, o kabahatini affeder.
Yemin ederim ki, sizden evvel gelen selef-i sâlihin işte böyle yaşamışlardı. Hatta onlardan biri diğer kardeşine uğradığında ona şöyle söylerdi: “Ey kardeşim! Ben artık ne günahlarımı görebiliyor ne de ayıplarımı tanıyabiliyorum. Eğer bende bir hayır görüyorsan onu bana haber ver. Hatta yapmamı emret. Bir kötülük gördüğünde ise beni ondan vazgeçir.”
Hz. Ömer radıyallâhu anh da şöyle demişlerdir: “Kötülüklerimizi bize gösteren kişilere Cenâb-ı Hak merhamet etsin!”
Evet, onların durumu işte böyle idi. Onlardan her biri din kardeşinin nasihatini dinler ve bu nasihat sayesinde nefsini ıslah ederdi. Mü’min, mü’min kardeşinden bir parça gibidir. Kardeşi üzüldüğünde o da üzülür; sevindiği zaman o da sevinir. Elbetteki senin din kardeşinden bir nasibin olacaktır. O hâlde kardeş ve dostlarını iyi seç. Ayıbı gerektiren kötü işlerden de dâimâ uzak dur. Bazı önemli şeylerde daha dikkatli olun. Zîra insan bir şeyler yer, bir yerlere gider veya bir mecliste bulunur da, oracıkta kalbinin değişiverdiğinin, dininin elden gittiğinin farkında bile olmaz.
Ey insanlar! Bugünün işini yarına bırakmaktan sakının. Sâlih kişilerden duydum; onlar şöyle diyorlardı: “Biz tevbe etmedikçe ölmek istemeyiz; fakat nedense ölüm gelmeden önce bir türlü tevbe etmeyiz!”
Ey Âdemoğlu! “Kişi sevdiği ile beraberdir” sözü sakın seni aldatmasın, zîra iyiler gibi sâlih amel yapmadıkça sen onların derecesini elde edemezsin. Yahudi ve Hristiyanlar da peygamberlerini seviyorlardı. Hayır, Allâh’a yemin ederim ki, onlar ne peygamberleri ile haşrolunacak ne de onların zümresine gireceklerdir. Çünkü onlar cehennem odunudurlar; varacakları yer de sadece cehennemdir.
Ey Âdemoğlu! Üzerinde söz ve amellerini kaydeden iki meleğin durduğunu kat’î olarak bildiğin hâlde, sen neden hâlâ zanla iş yapıyor, durmadan başkalarını töhmet altında tutuyorsun? Niçin iyiliklerinin zikredilmesini seviyor da, kötülüklerinin hatırlatılmasından hoşlanmıyorsun? Hakîkat şudur ki, gündüz çalışmak akıllı kişiyi gece ibâdetinden alıkoymayacağı gibi, gece ibâdeti de onun gündüz çalışmasına mani değildir. Zîra Allah korkusu onun kalbine artık iyice yerleşmiştir.
Nice insanlar vardır ki, onlar iyilikle avutulup medh u senâ ile helâk olmuşlardır. Methetmekten sakının! Zîra methetmek, zebhetmek; yani kişiyi boğazlamaktır. Rivâyete göre, Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizin huzurunda bir adam methedilir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz methedenlere dönerek: “Onun sırtını parçaladınız. Eğer o kişi burada olup sizin methinizi dinlemiş olsaydı, ebedî iflâh olmazdı.” buyurmuşlardır.
Amellerinizi hulûs-ı kalple, sırf Allah rızâsı için yapın. Çünkü Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurdukları rivâyet edilmiştir: “Sizden her kim namazını toplum içinde güzelce kılar da, yalnız başına olduğunda ona riâyet etmezse, bu bir hafife almadır. Kul bu davranışı ile Rabbine hakâret etmiş sayılır.”
Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz yine şöyle buyurmuşlardır: “Her kim amellerine riyâ katarak onu insanlara ilân ederse, kıyâmet günü Cenâb-ı Hak onu hor ve hakir kılar. Kötü amellerini orada teşhir eder.”
Ey insanoğlu! Âbidler gibi konuşup, zâlimlere has zorbalık yapmaktan niçin utanmıyorsun?
Ey Âdemoğlu? Derviş kılığına girmiş bozgunculuk yapıyorsun. Müridler gibi mütevâzı görünerek nefsine gururla bakıyorsun. Vay senin şu hâline! Mü’min olan böyle mi yapar! Hayır, şu yaptıklarının îmanla alâkası yoktur. İhlâsı olan bu şekilde hareket etmez. Şüphe yok ki, sen, kıyâmet günü gözlerin hain bakışlarını, kalplerin ince sezişlerini bilen Allah Zü’l-Celâl’in huzuruna çıkarılacak, yaptıklarından O’na hesap vereceksin.
Hâlinden şikâyetçi, rızkından hoşnut olmayan bir kul Rabbine karşı ne kadar insafsızdır!
Kollanıp gözetlenmeye nefsinden daha evlâ, bağlanmaya dilinden daha lâyık, terkedilip bırakılmaya nefsi arzularından daha gerekli hiçbir şey yoktur.
Serkeş atın geme olan ihtiyacı, senin nefsine hâkim olmandan daha fazla değildir.
Ey Âdemoğlu! Ecelin gelmeden gitmeyecek; rızkın tükenmeden ölmeyeceksin. Hakkın olmayan şeylerle de rızıklanmayacaksın. O hâlde niçin kendini yoruyor, nefsini mahvediyorsun?
Ey Âdemoğlu! Hiç korkmuyorsun. Haramları sanki helâl biliyor, günah-ı kebâirden çekinmeyerek durmadan günah işliyorsun. Buna rağmen kalkıyor, Cenâb-ı Hak’tan iyi şeyler temenni ediyorsun. Ama fâcir kimmiş bunu pek yakında öğreneceksin. Evet, sen bunu, “selim bir kalp ile Allâh’a kavuşmaktan başka ne mal ne de evlâdın sana fayda vermediği bir gün” öğreneceksin.
Hatâ ve günahları terk ederek onlardan uzak bir hayat sürmek, tevbe edip günahların affını talep etmekten daha kolaydır.
Ey insan! Sana daha yakın olan hayrı bırakıp niçin şerle meşgul olursun? Ey Âdemoğlu! Büyük günahlardan mutlaka sakın. Zîra sâlih amellerini boşa giderecek, kalbini tağyir ederek onu bozacak büyük günah işlemedikçe sen dâimâ hayır üzere olursun.
Ey insanlar! Şu dünyada kim paraya daha çok kıymet verir, onu yüceltirse, kıyâmet günü Allah Teâlâ onu hor ve hakir kılar. Şöyle anlatılmıştır: Dirhem ve dinar darbedilip ilk basıldığı vakit, İblis melun onları birbirine vurmuş, başının üstüne koyarak şöyle demiştir: “Sizi seven benim kölemdir. Artık onu dilediğim gibi kullanırım. Âdemoğlu dünyayı sevdikten sonra, artık ne puta tapmamalarından gocunurum, ne de Allah’tan başka Rab edinmemelerine üzülürüm. Zîra onların dünyayı sevmeleri felâket olarak kendilerine yeter.”
Ey insanlar! Şu Kur’ân mü’minler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim O’na uyarsa, hidâyete erer, doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur, felâketlere sürüklenir.
İnsanlar arasında şer ehli kişiler vardır. Onlar Kur’ân -ı Kerim okurken sünnet ve âdâbına uymaz. Onun hükümlerine bağlılığı terk ederler. Hem Allâh’ın hem de mahlûkatın herkesin lâneti işte böyleleri üzerinedir.
Andolsun ki, sizden öncekiler Kur’ân -ı Kerim okumaya başladılar mı, bu tilâvetleri sabahlara kadar sürerdi. Sabah olunca, bu hâlleri onların sîmâlarından okunurdu. Fakat bugün sizden biriniz Kur’ân -ı Kerimi okuyor, ancak okuduğu kelâm hançeresinden aşağı inmiyor. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, Kur’ân -ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Bu Kur’ân, âyetlerini iyiden iyi düşünsünler, temiz akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.” (Sad, 29)
Ama yemin ederim ki, bu, Kur’ân’ın ahkâmını terk edip, sadece lâfız ve harflerini ezberlemekten ibaret değildir.
Sizden biri “Bir harfini bile atlamadan bütün Kur’ân-ı okudum” derse yalan söylüyordur. Yemin ederim ki, o Kur’ân’dan bir şey okumamıştır. Bunlar ne kurrâdır ne de âlim. Hikmet ehli de değillerdir. Zîra kurrâların böyle konuştukları ne zaman duyulmuştur ki...
Kendisi ile amel etmeyi kastederek, Cenâb-ı Hak bir âyetinde şöyle buyurmuştur: “Hakîkat biz sana ağır bir söz vahyediyoruz.” (Müzzemmil, 5)
Cenâb-ı Hak bir başka âyetinde şöyle buyurmuştur: “Öyle ise biz O’nu okuduğumuz vakit sen onun kıraatine uy.” (Kıyame, 18) Bunun mânâsı; “onun helâlini helâl, haramını da haram bil” demektir.
Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem’in vefatından önce birâzı müstesnâ, Ashâb-ı Kirâm’dan çoğu Kur’ân’ı hıfzetmişlerdi. Onlar Kur’ân -ı Kerim’e tâzim gösterir, emirlerine riâyet ederlerdi. Muhkem ve müteşâbih âyetlerini hıfzeder, mûcibince amel ederlerdi.
Kur’ân-ı Kerim okuyanlar üç sınıftır:
- O’nu bir ticaret malı kabul ederek okuyup maddî çıkar sağlayanlar,
- Tecvid ve hurûfâtına riâyetle güzel Kur’ân okudukları hâlde, hükümleri ile amel etmeyenler. Yani Kur’ân tilâvetini makamlarının yükselmesi, itibarlarının artması için vesile ittihaz edenler. Günümüzde bu tür Kur’ân okuyanlar çoğalmıştır. Allah (c.c.) böyle kullarını ıslah etsin. Başkalarını ise bu akıbete düşmekten korusun.
Kur’ân -ı Kerim’i okuyup, üzerinde derin derin düşünenler. O’nun kudret pınarından içerek şifâya kavuşanlardır.
Ey Allâh’ın kulları! Cenâb-ı Hâk taat ve ibâdetleriniz, sâlih amelleriniz için belli bir vakit tayin etmemiştir. Ölüm gelmeden, fırsat elden gitmeden çalışabilirsiniz. Bugün size düşen taat ve ibâdete koyulmaktır. Zîra Rabbimiz Kur’ân -ı Kerim’de: “Ölünceye kadar, Rabbine ibâdette bulun!” (Hicr, 99) diye emretmiştir.
Bedir Harbi’ne katılmış yetmiş sahâbe ile görüştüm. Siz onları görseydiniz, bunlar delidir, derdiniz. Sahâbe sizi görseydi, hayırlılarınızın İslâm’dan nasipsiz olduğunu, şerlilerinizin hesap gününe inanmadıklarını sanırdı.
Eğer sizlerden biri Ashâb-ı Kiram devrine erişip, Selef-i Sâlihîn’den benim gördüğüm kişileri görseydi, gecesi gündüzüne karışır, her zaman hüzün ve keder içinde olurdu. Aynı zamanda, sizden ciddi görünenin ne kadar gayrı ciddi, çalışkan bilinenin ne kadar az çalıştığını anlardı. Eğer Ashâb-ı Kirâm’dan biri şu mescidin kapısından girerek yanımıza gelmiş olsaydı, kıblemiz hariç hiçbir şeyi tanımazdı.
İnsanları helâke götürenler, boş emel ve amelsiz sözlerle, sabırsız mârifet, yakînsiz îman sahibi olmalarıdır. Bana ne oldu, bilemiyorum. Fısıltılar işitiyor; fakat bir dost göremiyorum. Çok adam görüyor; lâkin âkil bulamıyorum. Allâh’a yemin ederim ki, insanlar evvelâ Hak yola girdi. Fakat bir süre sonra bu yolu terk ettiler. Her şeyden önce Rablerini tanıdılar; fakat sonra O’nu unutup inkâr ettiler. Haram ve yasakları iyice öğrendiler; lâkin sonra onları helâl saydılar.
Sizlerin dini, dilinizin ucundadır. İçinizden birine, “Hesap gününe inanıyor musun?” diye sorulmuş olsa, evet cevabını verir. Cezâ gününün sahibi olan Allâh’a yemin ederim ki o yalan söylüyor.
Şu vasıflar bir mü’minin güzel ahlâkındandır: Dininde sadakat, yumuşaklıkta ciddiyet, yakîn içinde îman, hilm içinde bir ilim, ilme yaraşır hilm, arkadaşlıkta nezâket, yoklukta rızâ, varlıkta iktisat, çoluk çocuk bakımında şefkat, güçsüze merhamet, Hakk’ı sahibine tevdî, istikameti gözetmek, herkese karşı insaflı olmak...
Mü’min bir kul kendisini sevmeyene zulmetmez. Sevdiklerine yardım konusunda ise günah işlemez. Göz ve kaş işareti yaparak veya kötü söz söyleyerek hiç kimseyi incitmez. Boş ve faydasız işleri terk eder. Koğuculuk yapmaz. Kendisini ilgilendirmeyen şeylerin peşinden gitmez. Ne başkalarının kendisi üzerindeki haklarını inkâr eder, ne de özür beyânında haddi aşar. Gerek mâsiyet gerekse musîbet olsun; başkalarının başına gelen felâketlere kat’iyyen sevinmez.
Mü’min namazına çok düşkün ve namaz kılarken huşû sahibidir. Onun sözü şifâ, sabrı takvâ, sükûtu tefekkür, bakışı ibrettir. İlim öğrenmek için âlimlerle beraber olur. Onların yanında ya dinlemek için susar veya sorup öğrenmek için konuşur. Güzel bir iş yaptığında Allâh’ın lütuf ve keremini gözler. Günah işlediğinde tevbe ve istiğfar eder. Öfkeye kapılarak birine kırıcı bir söz söylese arkasından hemen özür diler. Nâhoş bir hareketle karşılaşsa, ona karşı hilm gösterir. Zulme uğrayınca sabreder. Haksızlık karşısında bile adaletli olur. Yalnız Allâh’a sığınır. İşlerinde sadece O’ndan yardım diler. Gerçek mü’min, toplum içinde vakarlı, yalnızlıkta sükûnet içinde olur. Allâh’ın verdiği rızka her zaman kanaat eder. Bolluğa şükreder, belalara sabreder. Gâfillerle otursa dahi zikredenlerden sayılır. Zikredenlerle oturduğunda istiğfar edenlerden yazılır.
Evet, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ashâbı bu ahlâk üzere yaşadılar. Her türlü üstünlük onlara mahsustur. Onlar Rablerine işte bu hâlde kavuştular. Sizin sâlih selefiniz işte böyle Müslüman kimselerdi. Hâlbuki bugün siz nefislerinize uydunuz. Bu sebeple saf ve temiz mayanızı bizzat kendiniz bozdunuz.
“Bir millet kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah’tan başka hâmi de bulunmaz.” (Rad, 11)
Ey Allâhım! Ey bizleri görüp gözeten, rızkımızı verip bizleri terbiye eden Mevlâmız! Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’e ve O’nun pâk ve tâhir olan ehli beytine salât ü selâm olsun! Ya Rabbî! Muhlis kullarına, müttakî dostlarına ihsan ettiğin nimetleri bize de nasip et. Çünkü sen her şeye kâdir ve her hayırlı işin yardımcısısın. Artık Allah bize yeter! O ne güzel vekil, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır! Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsûstur.”
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları