Hasta Ziyareti Adabı Nasıl Olmalıdır?

Hasta ziyaret adabı nasıl olmalıdır?

“Hasta ziyâretinde bulunan kimse, dönünceye kadar cennet yolundadır.” (Müslim, Birr, 39)

Sağlık ve hastalık, insanların imtihân ve îkâz edildikleri iki mühim husustur. Sıhhatli vakitlerde gaflete düşmeyip Allâh’a hamd ve şükür duygularıyla; hastalık anlarında da tazarrû ve niyâzlarla Yüce Rabbimiz’e gönülden yaklaşmaya çalışmalıyız. Her iki hâli de iyi değerlendiren akıllı mü’minler, netîcede hep kârlı çıkarlar.

Hemen her yaşta, insanların müptelâ oldukları çeşitli hastalıklar vardır. Hastalık, üzüntü ve sıkıntı kaynağıdır. Bu durumda insan, eşini dostunu ve akrabâsını yanında görmek, onların tatlı sözleri ve yardımları ile teselli bulmak ister. Hatta sağlığında arayıp sormadığı kişilerin bile, kendisini ziyâret edip hâlini-hatırını sormasını bekler. Gelmedikleri takdirde üzülür. Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, hasta ziyâreti gibi insanları birbirine yaklaştıran içtimâî ibâdetleri bütün insanlara emretmiştir. Berâ bin Âzib -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:

“Resûlullah (s.a.) bize hasta ziyâretini, cenâzenin arkasından gitmeyi, aksırana «yerhamükellâh» demeyi, yemin edenin yeminini yerine getirmesini, haksızlığa uğrayana yardım etmeyi, dâvet edenin dâvetini kabul etmeyi ve selâmı yaygınlaştırmayı tavsiye etti.” (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Libâs, 3)

Hasta olan kişi gönlü kırık ve hassas bir hâle bürünür. Yüce Allâh ise kalbi kırık olan böyle insanlara daha yakındır. Hastaları ziyâret etmek Cenâb-ı Hakk’ın çok hoşuna gittiği için, bu ziyâretleri kendisine yapılmış kabul etmektedir. Resûlullah (s.a.) bu hakîkati şu şekilde dile getirir:

“Allâh Teâlâ kıyâmet gününde:

– Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyâret etmedin, buyurur. Âdemoğlu:

– Sen Âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyâret edebilirdim, der. Allâh Teâlâ:

– Falan kulum hastalandı, ziyâretine gitmedin. Onu ziyâret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın, buyurur. Âdemoğlu:

– Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim, der. Allâh Teâlâ:

– Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin? Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin, buyurur. Âdemoğlu:

– Ey Rabbim! Sen Âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim, der. Allâh Teâlâ:

– Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin, buyurur.” (Müslim, Birr, 43)

Dolayısıyla kul, kimi ziyâret ettiğini değil, kimin emrini yerine getirdiğini düşünmelidir. Bu sebeple Efendimiz ashabına, bir hastanın yanına girince ondan dua istemeyi tavsiye etmiş ve hastanın duasının meleklerin duası gibi olduğunu bildirmiştir. (İbn-i Mâce, Cenâiz, 1)

Hasta ziyâreti, hastanın hâl ve hatırını sormak, gönlünü almak ve gücü yettiğince ihtiyaçlarını karşılamak demektir. Bu çerçevede hasta ziyâreti müekked sünnettir. Vâcip olduğu görüşünde olan âlimler de bulunmaktadır. Bir hastayı, hiç kimse ziyâret etmez ve ihtiyaçlarını karşılamazsa, orada yaşayan bütün Müslümanlar bundan mes’ul olurlar. Böylece tıpkı aç olanı doyurmak gibi hasta ziyâreti de farz-ı kifâye hükmünü alır.

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-, Efendimiz’in hasta ziyâreti ile alâkalı şöyle bir hâdise anlatmaktadır:

“Biz, Resûlullah (s.a.) ile oturuyorduk. O sırada Ensâr’dan bir kişi gelip selâm verdi, sonra da geri döndü. Efendimiz ona:

«– Ey Ensâr’dan olan kimse! Kardeşim Sa’d bin Ubâde nasıl?» diye sordu. O da:

– İyiye gidiyor, cevabını verdi. Bunun üzerine Allâh Resûlü:

«– Kim benimle birlikte onu ziyârete gelecek?» buyurarak ayağa kalktı. Biz de on, on beş kişi kalktık. Ne ayağımızda ayakkabı veya mest ne başımızda bir giyecek ne de üstümüzde bir gömlek vardı. Çorak arâzide yürüyorduk. Nihâyet Sa’d’ın yanına geldik. Yakınları, Efendimiz ve beraberindeki arkadaşlarının yaklaşması için onun etrafından geri çekildiler.” (Müslim, Cenâiz, 13)

Yine Hz. Âişe vâlidemiz Allâh Resûlü’nün bu güzel hasletini şu çarpıcı misalle anlatmaktadır:

“Sa’d bin Mu’az Hendek savaşı sırasında kol damarından yaralanmıştı. Resûlullah (s.a.) onun için mescide bir çadır kurdurdu. Maksadı, onu daha sık ve yakından ziyâret etmek (onunla ilgilenmek)ti.” (Buhârî, Megâzî, 30)

Görüldüğü gibi Resûl-i Ekrem Efendimiz, insanların her türlü sıkıntısıyla yakından ilgilenmiştir. Hasta olanları sorması, arkadaşlarını ziyâret etmesi, ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını gidermeye çalışması, ölenlerin cenâzesine katılıp namazını kıldırması ve geride kalanlara baş sağlığı dilemesi gibi sevgi ve merhamet temeline dayalı davranışlar, onun ahlâk-ı hamîdesinin birer tezâhürü idi. Hasta ziyâreti gibi içtimaî vazîfeleri yerine getirirken çoğu kere ashâbından bazılarıyla birlikte gider, onları da bu hususlarda terbiye ederdi. Bu ziyâretlere yoksulluk ve ihtiyaç içinde olmak da bir engel değildi. Aksine bu, onların birbirlerine daha çok yakınlaşmalarına, ihtiyaçlarını ortaklaşa karşılamalarına ve ellerindeki nimeti paylaşmalarına vesîle oluyordu.

Hasta ziyâreti konusunda müslim gayr-i müslim, tanıdık tanımadık, yakın komşu uzak komşu arasında ayrım gözetilmemelidir. Nitekim Allâh Resûlü hasta olan bir yahûdi çocuğu ziyâret etmiş ve Müslüman olmasına vesîle olmuştur. (Buhârî, Cenâiz, 80)

Kaynak: Faruk KANGER Lokman HELVACI, ADABI MUAŞERET

İslam ve İhsan

MESCİD ADABI NASIL OLMALIDIR?

Mescid Adabı Nasıl Olmalıdır?

MESCİD ADABI NASIL OLMALIDIR?

Mescid Adabı Nasıl Olmalıdır?

HASTA ZİYARETİ İLE İLGİLİ HADİSLER

Hasta Ziyareti ile İlgili Hadisler

HASTA ZİYARETİ İLE İLGİLİ HADİSİ ŞERİFLER

Hasta Ziyareti İle İlgili Hadisi Şerifler

HASTA ZİYARETİ VEYA SEVDİĞİ BİR KİŞİYİ ZİYARET ETMENİN FAZİLETİ İLE İLGİLİ HADİS

Hasta Ziyareti veya Sevdiği Bir Kişiyi Ziyaret Etmenin Fazileti İle İlgili Hadis

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.