Hâtem-i Âsam’ın Hazretleri’nin Sohbeti

İHSAN

İlk dönem Horasan sûfîlerinden Hâtem-i Âsam Hazretleri’nin sohbetini yazımızda okuyabilirsiniz.

Hâtem-i Âsam -rahmetullâhi aleyh- bir sohbetinde şöyle buyuruyor:

ÂFİYET, CENNETE GİRDİKTEN SONRADIR

Mü’min tefekkür ve ibret nazarı ile meşgul, münâfık ise hırs ve tûl-i emel ile meşguldür. Mü’min, herkesten elini çeker ve bütün ihtiyacını yalnız Allah’tan ister. Münâfık ise herkesten ister, yalnız Allah’tan istemez. Mü’min, yalnız Allah’tan korkar, başka kimseden korkmaz. Münâfık herkesten korkar, yalnız Allah’tan korkmaz. Mü’min malını dini uğrunda feda eder, münâfık ise bunun aksine olarak dinini malı uğrunda feda eder. Mü’min, güzel işler yaptığı hâlde, yine de Allah korkusundan ağlar, fakat münâfık, kötülük yaptığı hâlde yine güler. Mü’min, (Allâh’ı hatırlamak için) yalnız ve tenha yerleri sever, münâfık ise insanlar arasına karışmayı sever. Mü’min, tohumu atar fakat bozulacağından korkar, münâfık ekilen tohumu söker, harmanda mahsul bekler. Mü’min, nizam ve huzuru temin için iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, münâfık ise riyâset ve dünyalık için emreder ve nehyeder de ortalığı karıştırır.

Bulunduğun mevkiin şerefine güvenme. Cennetten daha şerefli bir makam gözetmeyesin. Âdem’in başına gelenler ortada, ibâdet çokluğuna aldanma. İblisin başına gelenler belli, ilminin çokluğuna bel bağlama. Bel’am, İsm-i Âzam’ı bilirdi, âkıbetini düşün. Sâlihlerle görüşüp onlarla düşüp kalkmaya aldanma. Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’den üstün zât ve sîmâ olabilir mi? Ama bazı akrabaları dahî ondan yararlanamadı.

Şu üç hâlde kendine dikkat etmeyi vazife bil: Bir iş yaptığında Allah Teâlâ’nın seni gördüğünü aklından çıkarma. Bir şey söylediğin zaman, Allah Teâlâ’nın duyduğunu hiç unutma. Sükût ettiğin zaman da Allah Teâlâ’nın senin hâlini ve nasıl sükût ettiğini bildiğini dâimâ hatırında tut.

Allah Teâlâ kıyâmet günü dört kişi ile dört sınıf insanlara hüccet çeker, onları delil ve örnek gösterir. Zenginlere Süleyman aleyhisselâm, fakirlere Îsâ aleyhisselâm, kölelere Yûsuf aleyhisselâm, hastalara Eyyûb aleyhisselâm ile delil getirecek ve onları örnek gösterecektir.

Selâmet, sırat köprüsünü geçtikten sonra; afiyet de cennete girdikten sonradır. İbretle bakmaktan ilim, zikirden sevgi, tefekkürden korku artar. Kabristana uğradığı hâlde ölüler için duâ etmeyen ve kendi hâlini düşünmeyen kimse, hem ölülere, hem de kendine hıyanet etmiş olur.

Eğer sizde şu üç şey varsa ne âlâ, şâyet bu üç şey sizde yoksa hâliniz haraptır. Birincisi, elinizden kaçmış olan geçmiş günlerinizin hasreti içinde olmayınız. Çünkü geçmiş günlerinizde yapmış olduğunuz ibâdetlere ne ilâvede bulunabilirsiniz, ne de günahlar için bir bahane ve mazeret bulabilirsiniz. Eğer bugün, geçmiş günleriniz için mazeret aramakla meşgul olursanız bugünün hakkını ne zaman ödeyeceksiniz? Bugün dünü düşünmek dünü zâyî etmek olmaz mı? İkincisi; bugünü ganimet bilip çalışmak mümkün olduğu kadar taat ve ibâdet yapmak, haksızlık yapılmış olan hasımları hoşnut etmek. Üçüncüsü; acaba yarın kurtulacak mıyım yoksa perişan mı olacağım diye korkup endişelenmek.

Şu üç hâlde iken seni ölümün yakalamasından sakın! Kibir, hırs ve böbürlenme hâlleri. Çünkü Allah Teâlâ kibirlenen kimseye en miskin kimseden gelen bir zillete düşürmeden, gururlanan kimseyi aç ve susuz bırakmadan, yemek istediği bir şeyin boğazından geçmesine mani olmadan, hırslı kimseyi de kir ve pisliğin içinde bırakmadan bu dünyadan ayırmaz.

Beş türlü kalp vardır. Kalp vardır ölüdür, kalp vardır hastadır, kalp vardır gâfildir, kalp vardır mühürlüdür, kalp vardır sapasağlamdır. Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın kalbi hastadır. Nasipsiz kimsenin kalbi gâfildir. Kalbimizde perde vardır diyerek fena iş yapanın kalbi de mühürlüdür. Allah Teâlâ’dan korkup dâimâ ibâdette bulunan kimsenin kalbi de sağlam olan kalptir.

Dört şey olmadan, dört şeyi iddiâ eden yalancıdır; Allâh’ın haram kıldığı şeylerden sakınmadan, Allâh’ı sevdiğini iddiâ eden; fakirleri yoksulları aşağı görerek, Rasûlullah Efendimiz'i sevdiğini iddiâ eden; elinden geldiği hâlde fakirlere sadaka vermeyerek, Cennet’i sevdiğini iddiâ eden ve günahlardan sakınmadığı hâlde, Cehennem ateşinden korktuğunu iddiâ eden yalan söylemiştir.

Acele Şeytan’dan, teenni (ağır olmak) Rahmân’dandır. Yalnız beş şeyde acele sünnettir. Bunlar da; misâfiri yedirmek, cenâzeyi defnetmek, yetişkin kızı evlendirmek, borcu ödemek, günaha tövbe etmektir.

Tevbe; gafletten uyanmak, günahı hatırlamak, Allah Teâlâ’nın lütfunu, hükmünü zikretmektir. Tövbekâr dört şeyi yapar:

  1. Dilini gıybetten,
  2. yalandan,
  3. hasetten,
  4. boş sözden korur. Kötü arkadaşlardan ayrılır. Günâhını hatırladığı zaman, Rabbinden hayâ eder. Ölüme hazırlanır. Böyle olup da Allâh’ın rızâsı dışında iş yapmayan kimseyi, Allah sever, şeytandan korur ve cehennemden emin kılar.

HASTAYI ZİYARET SEVAP

Ebû Abdillah el-Havvâs diyor ki: “Aramızda Hâtem olduğu hâlde sırtlarında yalnız yün cübbeleri bulunan azıksız 320 kişi ile hacca gitmek üzere yola çıktık ve Rey şehrine uğradık. Burada misâfirperver, fakirleri sever, tüccardan bir zâta misâfir kaldık. Bizi ağırladı. Sabah olunca Hâtem’e:

“Burada hasta bir fakih var, onu ziyarete gideceğim, arzu ederseniz siz de teşrif edebilirsiniz” dedi. Hâtem:

“Hastayı ziyaret sevap, fakihin yüzüne bakmak ise ibâdettir, siz kabul ettikten sonra ben de gelirim” dedi. Hasta olan zât Rey Kadısı idi.

Evin önüne geldiğimizde baktık ki, mükemmel bir konak. Bunu gören Hâtem hayret ederek:

“Âlim bir zâta mütevâzı bir ev kifâyet ederdi.” diye kendi kendine söylendi. İçeri alındılar. Mefruşatla süslenmiş geniş bir sofayı gören Hâtem’in hayreti biraz daha arttı. Nihâyet yatak odasına kabul edildiklerinde, Hâtem baktı ki hasta, yumuşak bir döşek üzerinde yatıyor; başı ucunda hizmetçisi elinde yelpazeyi sallıyor. Tacir, hastanın başı ucunda oturdu, hâl ve hatırını sordu. Hâtem ise ayakta bekliyordu. Hasta kendisine oturmasını işaret etti. Hâtem kabul etmedi. “O hâlde bir isteğiniz mi var?” diye hasta kendisinden sorunca, Hâtem:

“Evet sizden bir sualim var” dedi. Hasta: “Sor bakalım” deyince, Hâtem: Yatak içinde otur, ondan sonra soracağım” dedi. Hasta da oturdu. Hâtem: “Kimden okudun?” diye hastaya sordu. Hasta:

- Büyük âlimlerden, onlar da Rasûlullah’ın ashabından.

- Onlar kimden aldı?

- Rasûlullah’tan.

- Ya Rasûlullah kimden aldı?

- O da Cebrail’den, O da Hazret-i Allah’tan, dedi.

- Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla, Allah Teâlâ’dan Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’e, ondan ashabına, âlimlere ve onlardan da sana gelen ilimlerde evi daha büyük ve içerisi daha süslü olanın Allah katındaki kıymeti daha üstündür diye bir şey duydun mu?

Hasta: “Hayır” dedi.

Hâtem: “Ya, nasıl öğrendin?” Hasta:

- Dünyadan yüz çevirip âhirete teveccüh eden, yoksullara yardım edip âhireti için hazırlanan kimsenin, Allah katında mevkiinin daha üstün olduğunu öğrendim. Hâtem:

- O hâlde sen kime uydun? Peygambere sallâllâhu aleyhi ve sellem’e, ashabına radıyallâhu anhüm ve sâlihlere mi yoksa Firavun’a ve tuğla-kireç ile ilk inşaatı yapan Nemrûd’a mı? Ey fenâ âlimler! İşte dünya düşkünü câhiller sizin gibileri görür de ‘Âlimler böyle olunca biz niçin daha ileri gitmeyelim, derler’ dedi ve kadının hastalığına hastalık katarak huzurundan çıktı.

Rey halkı Mukatil ile Hâtem arasında geçen bu mâcerayı duyup Hâtem’e: “Kazvin’dekilerin bundan da daha muhteşem yaşayışları vardır” dediler. Hâtem de Kazvîn’e müteveccihen yola çıktı. Oradaki Kadı’nın huzuruna girdi. Kadı’ya: “Ben acemi bir kimseyim, Allah sana rahmet etsin, nasıl abdest alacağımı bana öğretir misin” dedi. Kadı memnuniyetle kabul ederek hizmetçisine su getirtti ve uzuvlarını üçer kere yıkamak suretiyle abdestini aldı: “İşte böyle abdest alırsın” dedi. Hâtem: “Dur, müsaade et. Gözünün önünde ben de bir abdest alayım” deyince Kadı kalktı ve izlemeye başladı. Hâtem abdest azalarını üçer kere yıkayacak yerde dört kere yıkadı. Bunu gören Kadı: “İsrâf ettin” dedi. Hâtem: “Niçin” diye sorunca, Kadı: “Üç kere yıkayacak yerde dört kere yıkadın” dedi. Hâtem: “Sübhânallah, şaşılacak şey, sen bütün bu tantana ve debdebenle isrâf etmiyorsun da ben bir fazla su dökmekle mi isrâf ettim?” deyince, Kadı; Hâtem’in maksadını anladı ve (teessüründen) kırk gün evinde kapandı, kaldı.

Hâtem; Bağdâd’a geldiği zaman halk başına toplandı ve kendisine: “Ya Ebâ Abdirrahmân, sen lisânı peltek bir Acem olduğun hâlde nasıl olur da seninle her konuşanı susturursun” dediler. Hâtem: “Bende üç haslet var. Bunlar sâyesinde hasımlarıma üstün gelirim. Hasmım doğruyu bulunca sevinirim, hatâya düşünce mahcûb olurum, hasmımı cehâletle suçlamaktan çekinirim” dedi. Ahmed b. Hanbel bunu duyunca: “Bu, akıllı bir insana benziyor, ziyâretine gidelim” dedi. Vaktâ ki yanına girdiler, Ahmed b. Hanbel: “Yâ Ebâ Abdirrahmân, dünyadan nasıl selâmet bulabiliriz” diye sordu. Hâtem: “Şu dört haslete sâhip olmadan dünyada huzûr ve selâmet bulamazsın; insanların kusurlarını bağışlar, onlara karşı kusur etmez, elinden gelen ikramı yaparsın ve onlardan bir şey beklemezsin. İşte ancak böylelikle selâmeti bulursun.” dedi.

33 SENEDE 8 ŞEY ÖĞRENDİM

Diyor ki: Otuz üç sene hocam Şakîk’in yanında bulundum, sekiz şey öğrenebildim:

  1. Baktım ki herkesin ayrı ayrı bir dostu var. Fakat bütün dostlar, nihâyet mezar başından geri döndüğü için ben, hiç birine güvenmedim, ancak mezarımda da bana arkadaş olacak iyi amelleri kendime dost seçtim.
  2. Allah Teâlâ’nın: “Allâh’ın azametinden korkup, nefsini arzu ve isteklerinden alıkoyanın varacağı yer cennettir.” (Nâziât, 40-41) meâlindeki âyet-i kerîmesini düşündüm. Hak olduğunu bildim ve nefsimin behîmî arzularını yenmeye çalıştım ve bu suretle Allah Teâlâ’ya itaate devam ettim.
  3. Baktım ki herkes elindeki kıymetli sermayesini koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çâreye başvuruyor. Hâlbuki Allah Teâlâ’nın: “Sizin elinizde olan her şey tükenecek, ancak Allah katında olan bâkîdir.” (Nahl, 96) âyet-i celîlesini düşündüm ve ben de kaybolmaması için kıymetli kabul ettiğim bütün varlığımı Allâh’a emanet ettim. O’nun rızâsı uğrunda harcadım.
  4. Baktım ki insanların her biri mal, haseb, şeref ve nesep aramaktadır. Anladım ki bunlar bir şey değil. Allah Teâlâ’nın: “Allah katında en keremliniz, en çok müttakî olanınızdır.” (Hucurât, 13) âyet-i celîlesine baktım da, Allah katında kerim olmak için malı, mansıbı değil, takvâyı seçtim.
  5. Baktım ki, insanlar mütemadiyen birbirine saldırıyor, yekdiğerini telîn edip duruyorlar. Sebebini, haset denilen çekememezlikte buldum. Sonra Allah Teâlâ’nın: “Biz, onların dünya hayatındaki geçimlerini taksim ettik.” (Zuhruf, 32) âyet-i celîlesini düşündüm ve anladım ki bu, Allah Teâlâ’nın taksimidir. Bunda kimsenin tesiri yoktur. Ben de Allâh’ın taksimine râzı oldum. Haset hastalığını attım ve kimseye düşmanlık etmedim.
  6. İnsanların birbirine düşman olup birbirlerini öldürdüklerini gördüm. Allah Teâlâ’nın: “Asıl düşmanınız şeytandır. Onu düşman tanıyın.” (Fatır, 6) âyet-i celîlesini düşündüm ve asıl düşmanın şeytan olduğunu anlayınca, yalnız onu düşman tanıdım ve başka kimseye düşmanlık yapmadım.
  7. Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek için helâl-haram demeden her türlü zillete katlanıyorlar. Allah Teâlâ’nın: “Bütün yaratıkların rızkı Allah üzerinedir.” (Hûd, 6) âyet-i kerîmesini düşündüm. Benim de bu canlı varlıklardan biri olmam hasebiyle, rızkıma Allah Teâlâ’nın kefil olduğunu anladım; isteklerime bakmadan, Allah Teâlâ’nın bende olan hakkı ile meşgul oldum.
  8. Baktım ki insanlardan bir kısmı servetine, ticaretine; bir kısmı sıhhatine olmak üzere, kendileri gibi bir yaratıklara tevekkül etmekte (güvenmekte) ve ona bel bağlamaktadır. Allah Teâlâ’nın: “Allâh’a tevekkül edene Allah yeter.” (Talâk, 3) mealindeki âyet-i celîlesini düşündüm ve ben de (fânî olan başka şeylere değil) ancak Hazret-i Allâh’a tevekkül ettim ve O’na bağlandım. O da bana yeter.

DİNÎ MUSÎBET DÜNYEVÎ FELÂKETTEN DAHA EHVEN

Vakit yaklaşınca güzelce abdestimi alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur, aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kâbe’yi iki kaşım arasına, sıratı ayaklarımın altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma alırım. Azrail’i tepemde kabul eder ve bu namazı son namazım diye kabul ederim. Korku ve ümit ile Huzûr-u Rabbü’l- Âlemîn’de durur, tahkik ile tekbir alır, ağır ağır ve mânâsını düşünerek Kur’ân okurum. Tevâzu ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker, sol ayağımı yatırır üzerine otururum, namazımı ihlâs ile kılarım. Ondan sonra da yine kabul olup olmadığını bilemem korkusunu muhâfaza ederim. Bir vakit cemaat ile namazdan geri kaldığımda beni yalnız Ebû İshak taziye etti. Eğer bir çocuğum ölse en aşağı beni yirmi bin kişi taziye ederdi. Çünkü insanlar katında dinî musîbet dünyevî felâketten daha ehvendir.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları