Hayâ Edilen Meseleleri Öğretirken Nelere Dikkat Etmeliyiz? | Peygamberimizin Eğitim Dili

Hayâ edilen meseleleri öğretirken nelere dikkat etmeliyiz? Peygamber Efendimiz (s.a.v) nasıl bir eğitim dili kullanırdı?

İnsanlığın ziyneti olan hayâ, sahibini her türlü kötülükten muhafaza eden mânevî bir kalkandır. Yalnız bu hayâ duygusu, farz olan ilimleri öğrenirken sahibine mâni olmamalıdır. Yani hayâ sebebiyle bir mü’min, edebî ve zarûrî bilgileri öğrenmekten ve öğretmekten çekinmemelidir.

Nitekim âyet-i kerîmede:

“...Allah, hakkı söylemekten çekinmez (hayâ etmez)...” buyurulur. (el-Ahzâb, 53)

Peygamber Efendimiz, hayâ edilmesi gereken konuları anlatmaya başlarken bu âyet-i kerîmeyi okurlardı. Yine ashâb-ı kiram da, guslü gerektiren hususlar gibi insanın hayâ ettiği mevzûları Efendimiz’e soracaklarında, evvelâ bu âyet-i kerîmeyi okur, sonra da Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e suallerini sorarlardı.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- ensar kadınları hakkında şöyle der:

“Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Hayâları onları dînî meseleleri derinlemesine öğrenmekten alıkoymamıştır.” (Müslim, Hayz, 61)

Bir eğitimci de hayâ edilmesi gereken mevzuları anlatacağında ashâb-ı kirâmın yaptığı gibi kısa bir giriş yapmalı, mevzuun ehemmiyetine binâen ve daha iyi anlaşılması için biraz açık konuşacağını ifade ettikten sonra mevzuyu herkesin anlayacağı açıklıkta îzâh etmelidir.

Meselâ Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm-, bir defasında evvelâ;

“Şu bir gerçek ki ben sizin babanız mesâbesindeyim, sizi terbiye ve tezkiye eder, ihtiyaç duyduğunuz bilgileri öğretirim...” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 4) buyurmuş, bu kısa girişten sonra da tuvalet âdâbını teferruatlı bir şekilde ashâbına anlatmıştır.

Diğer taraftan, mahrem mevzuları öğretirken, -mevzuyu kapalı bırakmamak şartıyla- kinâyeli konuşmaya da dikkat etmelidir. Erkeklerle ilgili meseleleri erkeklerin, kadınlarla ilgili meseleleri de kadınların anlatması daha münasiptir.

Nitekim kadınlar, hayâ ettikleri bazı meselelerini her zaman rahatlıkla Efendimiz’e soramamışlardır. Bu sebeple hanım sahâbîler, pek çok husûsî meselelerinin çözümünde Peygamber Efendimiz’in zevcelerini elçi olarak kullanmışlardır.

Bizzat sordukları bazı suallere Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- engin hayâsı sebebiyle kinâyeli cevaplar verdiğinde, geniş açıklamayı yine vâlidelerimizden almışlardır. (Buhârî, Hayz, 13, 14; Müslim, Hayz, 60; Ebû Dâvûd, Tahâret, 107; Dârimî, Vudû, 75; Nesâî, Gusl, 21; Muvatta’, Tahâret, 105)

Bu mevzuyla ilgili bir diğer husus da hayâ edilen meselelerde soru soran kişiyi bizzat mevzûnun içine dâhil etmeden cevap vermek gerektiğidir. Meselâ; «Sizden biri... İnsanlar şöyle yapmalıdır...» gibi cümleler kullanmak daha doğrudur.

Bir defasında Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbıyla otururken, cemaatten biri sesli bir şekilde yellenmişti. Ancak kimin olduğu belli değildi. Deve etinden yapılmış yemeklerini yedikten sonra namaz vakti geldi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- abdesti bozulan sahabînin abdest almaya kalktığında bilinmesine mâni olmak için yanındakilere;

“Deve eti yiyen herkes abdest alsın!” buyurdu. Böylece sesli bir şekilde yellenen kişinin gizli kalmasını temin ederek onu utandırmadı. (Bkz. İbn-i Asâkir, Târîhu Dimaşk, LXII, 373 [12878])

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir topluluktaki suçlu şahsı bilse bile onu rencide etmemek için -âdetâ- belirsiz hâle getirir ve o kusurdan bütün topluluğu sakındırırlardı. Bazen de muhataplarının hatasını onlara yakıştıramadığını hissettirmek maksadıyla:

“−Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum.” (Bkz. Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Salât, 119) buyurarak, kendilerine âdetâ galat-ı ru’yet (yanlış görme) izâfe ederlerdi.

Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir adamdan menfî bir söz ulaştığında:

“Falan niye böyle söylemiş?” demezdi. Lâkin;

“İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?” buyururdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

Kaynak: Osman Nûri TOPBAŞ, O'NUN EĞİTİM LİSÂNI, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

SÖVMEMEK | PEYGAMBERİMİZİN EĞİTİM DİLİ

Sövmemek | Peygamberimizin Eğitim Dili

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.