Hayata Hangi Pencereden Bakıyorsunuz?
“Ölenle ölünmez” derler. Evet! Ölene üzülünür ama ne zamana kadar yas tutulur. Allah ömür verdiği müddetçe yaşayacağız. Bize verilmiş olan ömür müddetini doldurunca hepimiz bu dünyadan ayrılacağız.
“Mûsâ’yı da «halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (önemli) günlerini hatırlat» diye âyetlerimizle gönderdik. Elbette bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice ibretler vardır.” (İbrahim sûresi, 5)
Çocukluğumuzda okuduğumuz, hayata ve hadiselere olumlu bakarak mutluluk oyunu oynayan Polyanna’nın hikayesini hatırlarsınız herhalde. Yaşadığı her hadisenin mutlu olacak bir tarafını bulup hayattan zevk almayı başarabilen küçük kız. Bu bakış açısını bu günün ifade tarzıyla “bardağımın yarısı boş diye karalar bağlamak yerine yarım bardak suyum var diye bardağın dolu tarafına bakıp olumlu düşünerek mutlu olmak” olarak ifade edebiliriz. Aslında Müslümanın hayata ve hadiselere bakış açısı böyle olur; daha doğrusu böyle olmalıdır. Müslüman sıkıntı veren bir hadiseyle karşılaşınca bunun bir imtihan olduğunu bilir, sabreder. Kur’an-ı Kerimde sabırla ilgili bir çok ayet vardır. Yukarıda mealini verdiğimiz İbrahim suresi 5. ayet bize sabırla şükrün iç içe olduğunu gösteriyor. Şöyle ki:
“ALLAH’IN GÜNLERİ”
Bazı müfessirler, yukarıda mealini verdiğimiz bu ayetteki “Allah’ın günleri”nden kastedilenin, ayetin son kısmındaki; “Elbette bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice ibretler vardır.” buyrulmasından yola çıkarak İsrail oğullarının hem Firavun’un zulmünde geçirdiği sıkıntılı günleri, hem de kurtuluşa erip refaha kavuştukları günleri kast ettiğini söylemişlerdir.
Bu ayetin bugün bize verdiği mesaja bakacak olursak; anlaşılan o ki, “Allah’ın günleri” ya sabır gerektiren sıkıntılı günlerdir ya da şükür gerektiren refah günleridir. “Çok sabreden ve çok şükreden herkes” tanımlaması da bize bu ipucunu veriyor. Yani hayatımız bazen sabretmek, bazen de şükretmekle geçip gitmekte. Zaten Rabbimizin bizden beklediği de musibetlere sabır ederek, nimetlerine de şükür ederek bu imtihan dünyasından kazançlı olarak ahiret aleminde ebedi saadete ermemiz.
Evet musibetlere sabır, nimetlere şükür edilir. Fakat, yaşadığımız hadiseleri, musibet olarak mı yoksa nimet olarak mı algıladığımıza bağlı olarak ya sabır penceresinden veya şükür penceresinden hayata bakıyoruz. Açıkçası aslında nimet olarak şükür penceresinden bakmış olsak mutlu olacağımız birçok hadiseye sabır penceresinden bakıp yorulduğumuzun, gerildiğimizin hatta bu yüzden mutsuz olduğumuzun farkında mıyız? Şöyle bir misalle açıklık getirelim. Bir arkadaş anlatmıştı:
– Beşinci çocuğuma hamile olduğumu öğrendiğimde adeta şok geçirdim. Dördüncü çocuğumda çevremden gördüğüm mahalle baskısı(!) beni canımdan bezdirmişti. Bana acıyıp “vah yazık!” diyeni mi ararsın, sanki hiçbir şey bilmiyor muşum gibi bana çare öğretmeye kalkışanı mı? Dahası haddini aşıp “bu devirde bu kadar çocuk...” diye azarlayanı mı? O zaman o çocuğu Rabbimizden biz istemiştik. Oysa ki Rabbimiz bu beşinciyi biz istemediğimiz halde vermişti.
“İMTİHAN”
Önce biraz ağladım sonra kendimi teselli etmeye başladım. Derin bir nefes alıp “İmtihan!” diyor, kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Yine bir gün iç çekip “İmtihan!” dedim. Kafama bir tokmak inmiş gibi Rabbim bana şunu ilham etti: “İmtihan!” dediğin ne?
Rabbin sana lütfundan nimet olarak çocuk verecek sen buna “İmtihan!” diyorsun öyle mi?
Bu Rabbinin hoşuna gider mi? Sakat bir çocuk verirse “İmtihan!” neymiş görürsün!
Beynimden vurulmuş gibi oldum. Hemen tevbe ettim. Bir daha da “İmtihan!” demedim. Çok şükür Rabbime ki beşinci çocuğumu da sağlam olarak verdi.
Misalde gördüğümüz anne, hadiseye önce sabır penceresinden bakmış sonra şükür penceresinden bakabilmeyi Rabbi ihsan etmiş. Sabır ve şükür penceresinden bakamayan kimseler için üçüncü bir seçenek daha var. O da isyan penceresinden dışarı kaçmak. İsyan penceresi çok geniş, herkesin iman boyutuna göre, cüret boyutuna göre değişir. Kimi korkmadan öldürür, kimi horlaya horlaya büyütür vs… vs…
Aslında nimet olduğu halde külfet olarak gördüğümüz ne çok şey var hayatımızda. İşte bir örnek daha: Sabah eşini işe gönderen emzikli anne henüz evini toparlayamadan uyanan bebeğinin altını temizleyip bakımını yapmış, emzirip uyutacak da evinin işine bakacak. Tam uyudu diye yatırıyor. Uyanıp ağlamaya başlayan bebeğini tekrar emzirmeye başlıyor. Bunu defalarca tekrar ettiği halde neredeyse öğlen olacak, çocuk hâlâ emiyor.
Şimdi bu anne ya sabır penceresinden bakacak. Daha başlayamadığı işlerini gözünde büyütecek, gerildikçe gerilecek. Veya “İş olur gider. Bebeğim ise büyüyecek, bu günler istesem de geri gelmeyecek.” diye bebeğiyle oynayan bir çocuk gibi tadını çıkaracak. Yani kısacası hadiseye ya sabır penceresinden bakacak, yorulacak, gerilecek, veya şükür penceresinden bakacak mutlu olacak.
– “Ev dağınık. Öğle olmuş daha yemek yapılmamış. Biraz sonra yemeğe gelecek olan eşim; “Bir kap yemek yapmayı bile beceremedin” diye patırtı koparacak, esip gürleyecek. Sen de çıkmış “bebeğiyle oynayan çocuk gibi olmaktan bahsediyorsun.” diyenleri duyar gibiyim.
“YA SABIR”
– Haklısın ama gerilip sıkılman sonucu değiştiriyor mu? Sen gerildin diye bebek uyuyor, eşin patırtı koparmaktan sakınıyor mu? “Yâ sabır” çekip gerilmek veya tadını çıkarıp bebeğini öpe koklaya büyütüp mutlu olmak: Üçüncü bir yol daha var, isyan penceresinden kaçmak. Seç hangisini istersen.
Hayata olumlu bakıp mutlu olmak varken kendi kendimize hayatı zehir edip, gerilim içinde yaşıyoruz. Şu tabloya da bakalım bir: Sabah evini silip süpürmeye kalkışan evin hanımı, söylene söylene iş yapıyor. Kah evi dağıtan çocuklarına kızıp bağırıyor: “Babanızın hizmetçisi var sanki…” kah ev işlerinde yardımcı olmayan eşine homurdanıyor.
Bir çok ev hanımının klasik sabah virdidir bu tür yakınmalar. Gelin beraber hadiseye şükür penceresinden bakalım. Önce sağlığı ve evi temizleyecek gücü var, barınacak bir evi var, evi dağıtacak çocukları var. Akşam evine sabah işine gidip gelen eşi var. E nimet varsa külfeti de olacak.
Eşi ölmüş, çocukları da evli olduğu için evinde yalnız yaşayan bir hanım, evde yalnız kalamıyor, geceleri genellikle çocuklarının evinde kalıyor, her zaman ağlayıp duruyordu. Kendisi de aynı durumda olan başka bir hanım:
– Evin var. Maaşın var mı?
– Var
– Ne ağlayıp duruyorsun canım. Ben de senin gibiyim, doğrusu ben çooook memnunum. İster yatar uyurum, ister gece namazına kalkarım. Sabah, kalkmak istediğim saatte kalkar, kahvaltımı yaparım. Allah elden ayaktan düşürmesin kendi başımı kurtarabildiğim sürece gidip çocuklarla kalmam. Oğlum, “anne kışın bari bizde kalsan” diyor. Allah korusun! Sabah ev halkı kalkıncaya kadar yatağımda kızamık çıkarmaktansa evimde hür yaşamayı tercih ederim.
Hadise aynı, bakış açıları farklı olan bu iki hanımın aralarında geçen şu konuşmadan da gördüğümüz gibi biri sabır penceresinden bakıp ağlarken öbürü şükür penceresinden bakıp hür oluşunun tadını çıkarıyor.
“Ölenle ölünmez” derler. Evet! Ölene üzülünür ama ne zamana kadar yas tutulur. Allah ömür verdiği müddetçe yaşayacağız. Bize verilmiş olan ömür müddetini doldurunca hepimiz bu dünyadan ayrılacağız. Önce giden yerine yerleşti, ayrılık acı ama “Allah ahiret ayrılığı vermesin” demişti bir tanıdığım. Ne kadar da isabetli bir teselli etme usulü. İşte bu da hadiselere şükür penceresinden bakmanın bir yolu değil mi?
SABIR GEREKTİREN HAYAT
Şimdi de sabır gerektiren hayatına şükür penceresinden bakan, şükretmekten sabredilecek durumunu görmeyen teyzeyi son örnek olarak vermek istiyorum: Odaları hayat denilen sundurmaya açılan evinde yalnız yaşıyordu, bacağı kırılmış, düzgün kaynamadığı için kötürüm kalmıştı. Avlunun öbür ucundaki tuvalete naylonla kapladığı küçük şiltenin üzerine oturup sürünerek gidebiliyordu. Odalardan birini kendine ayırmış öbür odaları fakir bir çifte az bir ücretle kiraya vermişti. Bütün geliri de buydu. Her biri kendi aleminde olan çocuklarından hiç şikayet etmezdi. Bir Ramazan bayramında onu ziyaret etmiştik. Babam; “Nasılsın teyze” diye sordu. Yüzünde beliren gülümsemenin, gözlerinde parlayan ışığın, gönlündeki şükür duygusuna şahitlik eden ses tonunun eşliğinde “Elhamdülillah!” dedi ve ilave etti: “Bütün Ramazan orucumu tuttum, terevimi gıldım, guranımı okudum. Daha ben Allah’dan ne isteyem hacım,” sözün bittiği yer…
Şükretmenin tadını çıkarmak olarak tanımlasam abartmış olmam herhalde, oysa ki hayatında sızlanılacak o kadar çok şey vardı ki saymakla bitmez. Otuz yıldan fazla oldu hâlâ unutamam bu hadiseyi. Nimet içinde yüzdüğü halde nankörlük edenlerin, elindeki nimetlerin farkına varabilmesi dileğiyle, son örnekte kendinden bahsettiğim teyzenin ruhuna fatiha rica ediyorum.
Dipnot: 1) İnsanların haddini aşıp başkalarının çocuk sayısına müdahale etme hakkını kimden aldıkları ayrı bir makale konusu olduğu için işin o kısmına girmeyelim.
Kaynak: Aysel Gürgen, Altınoluk Dergisi, Sayı: 381
YORUMLAR