Haydut Devlet Amerika
“Haydut Devlet” ya da “Şer Ekseni” gibi tanımlamaların patendi Amerika’ya aittir denebilir. Çünkü ilk kez onlar kullanmıştır ve en çok Washington yönetimlerinin diline pelesenk olan kavramlardır bunlar.
Kuzey Kore, İran ve Irak, ABD tarafından uzun yıllar “şer ekseni ülkeler” olarak anıldı mesela. ABD, özellikle 80’li yılların sonundan itibaren kendince “Haydut Devletler” listesi hazırladı. İran, Kuzey Kore, Sudan, Suriye, Venezüella, daha önceki yıllarda ise Afganistan, Irak, Küba, Libya, Yugoslavya, ABD’nin “Haydut Devletler” listesine giren ülkelerdi.
2005 yılı başında Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı görevine gelen Condolezza Rice, şer ekseni ve haydut devlet tanımlamalarına bir başkasını ekledi: “Diktatörlüğün İleri Karakolu”.
Halkın baskı altında tutulduğu, insan haklarının sistematik olarak ihlal edildiği ülkeler bu sınıfa sokuluyordu. ABD yönetimleri “Haydut” ve “Şer Ekseni”ne dâhil ettiği ülkelerin dünya barışına bir tehdit oluşturduğunu ileri sürerek söz konusu ülkelere karşı baskı uyguladı...
Peki, “Haydut Devlet” kavramı uluslararası literatürde nasıl tanımlanıyor?
İngilizcesi “Rogue State” olan “Haydut Devlet” veya kural tanımayan devlet kavramı, küresel barışı tehdit eden, ne yapacakları önceden tahmin edilemeyen, terörizmi destekleyen, hatta bunu siyasetlerinde bir araç olarak kullandıkları iddia edilen devletleri tanımlamak için kullanılıyor.
“HAYDUT DEVLET” TANIMLAMASINA EN ÇOK UYAN DEVLET KİM?
ABD yönetimlerinin iddia ettiği gibi Kuzey Kore, İran, Venezüella mı?
Yoksa ABD’nin ta kendisi mi?
Ya da şöyle de sorabiliriz tüm dünya kamuoylarında bir anket yapılsa, “sizce haydut devletler kimlerdir? diye sorulsa, listenin başına hangi ülkenin ismi yazılırdı?
Geçmişten bu yana izleye geldikleri politikalar göz önüne alındığında ABD’nin bu listenin başında yer alacağı neredeyse kesin gibidir değil mi?
Özellikle “Önce Amerika” diyen, tehdit ve zorbalıkla dünyayı haraca bağlamak için küresel boyutta ekonomi savaşlarını başlatan, hiçbir kural tanımayan, yeri geldiğinde terör örgütlerini kullanan, Evanjelik taifesinin idaresindeki ABD yönetimi, haydut devlet tanımlamasına birebir uyuyor çünkü.
Amerikalı yazar ve tarihçi Noam Chomsky, bugün değil yıllar önce ABD ve İsrail’i iki ayrı haydut devlet olarak tanımlamıştı ki her ikisi de bugün bu unvana çok daha lâyık politikalar izliyorlar.
Eski bir ABD Dışişleri Bakanlığı personeli ve tarihçi William Blum ise “Haydut Devlet: Dünyanın Tek Süper Gücü İçin Bir Rehber” adlı kitabında Amerika’nın küresel müdahaleciliğinin nasıl işlediğini, Amerika’nın dünya üzerindeki hâkimiyetinin nasıl kurulup sürdürüldüğünü örnekler verirken şunların altını çiziyor:
ABD başka ülkelerde demokratik yollardan iktidara gelmiş 50’den fazla hükümeti devirmeye çalıştı... En az 30 ülkede demokratik seçimlere doğrudan müdahale etti... 50’den fazla yabancı lideri öldürmeye çalıştı, öldürttü… 30’dan fazla ülkenin üstüne bomba yağdırdı... 20 ülkede milli ya da halkçı hükümetleri bastırmaya çalıştı...
TRUMPLI DÜNYA ÇOK DAHA TEHDİT ALTINDA
Amerikalı tarihçiler Noam Chomsky ve William Blum’ın, “Haydut Devlet” Amerika’ya ilişkin tespitlerini not ettikten sonra bugün ABD’yi yöneten başkan Donald Trump’a ilişkin bu kez Amerikalı psikiyatristlerin söylediklerine bakalım.
Columbia Üniversitesi Psikiyatri Başkanı Jeffrey A. Lieberman The New York Times’da yer alan makalesinde narsist olduğunu söylediği Trump için ülkenin önde gelen 27 psikiyatristinin Trump’ın zihinsel kapasitesini değerlendirip şu sonuca vardığını yazıyor:
“Bir insanın hayatını emanet edemeyeceği kadar dengesiz.”
Bizatihi Amerikalı siyaset bilimcileri ve tarihçileri tarafından “Haydut devlet” olmakla suçlanan ABD’nin, yine bizzat Amerikalı psikiyatristlerinin “dengesiz” teşhisi koyduğu bir lider tarafından yönetilmesi bugün dünya barışı açısından işin vahametini katmerleştiriyor kuşkusuz. Nitekim, “Haydut Devlet” vasıflarına en uygun yönetim olarak görülen, kötülük imparatorluğu Amerika’ya ilişkin bugün küresel düzeyde yapılan tüm değerlendirmelerin, analizlerin en önemli ortak noktası, Trump dönemi ile birlikte Amerika’nın dünya barışını en çok tehdit eden ülke haline geldiğidir. Bu tespite Amerikalıların çok büyük bir kısmının da katıldığını belirtelim..
TRUMP’IN FİTİLİNİ ATEŞLEDİĞİ TİCARET SAVAŞI
Psikiyatrik bir vak’a olarak bugünki ABD yönetiminin önceki yönetimlere oranla çok daha saldırgan ve agresif bir politika izlemesi aslında şaşırtıcı değil.
Biz yine de soralım, Donald Trump yönetiminin bugün küresel düzeydeki saldırgan ve agresif politikasının sebebi ne?
Bu noktada dillendirilen nedenlerin başında ABD’nin, dünyadaki başat konumunun aşınmaya başlaması geliyor. Özellikle Atlantik–Avrasya rekabetinde Asya’nın daha avantajlı duruma geçmesi, bir türlü çare bulunamayan cari açık problemi, Trump yönetiminin agresifleşmesinin en önemli nedenleri arasında sayılıyor.
Atlantik-Avrasya rekabetinde kaybetme eğilimine giren Amerika’ın, “Dengesiz” lideri, ülkesinin ekonomik ve siyasi hegemonyasını korumanın telaşına düşünce ekonomik zor kullanmayı çözüm yolu olarak gördü. Tıpkı haydut devletler gibi…
Başta en büyük rakibi Çin olmak üzere müttefiklerinin de aralarında bulunduğu pek çok ülkeye karşı ticaret savaşının fitilini ateşledi. Amerikan Ticaret Kanunlarındaki ‘ulusal güvenliğe tehdit’ gerekçesini öne sürerek çelik ithalatında yüzde 25, alüminyum ithalatında ise yüzde 10 gümrük vergisi getirdi. Çelik ve alüminyumun silah sanayinin temel girdisi olduğunun altını çizelim. Sadece çelik ve alüminyum değil Trump yönetiminin, Çin’den ithal ettiği 1300 ürüne yüzde 25 oranında ‘Gümrük Vergisi’ getirdiğini açıklamasının hemen ardından Çin de karşı bir hamle olarak 106 ABD ürününe yüzde 25 vergi uygulayacağını açıkladı. Çin’in ABD’ye yönelik misillemesine diğer ülkelerin de katılması ile bugün küresel ticaretin bütünüyle bozulma potansiyeli ortaya çıkmış oldu.
TİCARET SAVAŞI NEREYE VARIR?
Ekonomistler, Trump’ın fitilini ateşlediği ticaret savaşlarının sonunun nereye varacağını hesaplamakla meşguller şu sıralar. Sosyal bilimciler ise geçmişteki ticaret savaşlarının sıcak savaşlara dönüşerek insanlığa büyük bir bedel ödettiğini hatırlatıyor.
Bu noktada Trump yönetiminin asıl derdinin sadece ABD’nin ticaret açığını kapatmak ya da doların uluslararası başat rezerv para birimi olarak korumaya çalışmak değil aynı zamanda ticaret savaşıyla siyasi hegemonyasını da tahkim etmeye çalışmak olduğu da vurgulanıyor.
DÜNYA BARIŞINI TEHDİT EDEN TRUMP’IN BU ÇILGINLIĞINI DURDURMAK MÜMKÜN MÜ?
ABD’li tarihçi William Blum’a bir kez daha kulak verelim. Blum bundan yıllar önce tam olarak da 2005 yılında turkishtime dergisine verdiği mülakatta dünyanın pek çok ülkesinin Amerika’ya karşı çıkacak cesareti kendilerinde bulamadığını belirtiyor.
Blum’a göre; “Zira Amerika, kendisiyle işbirliği yapmayan, onun istediği düzene karşı çıkan ya da çıkma potansiyeli taşıyan her toplumu, her devleti, “düzeltme”, “yola getirme”, hiç olmadı, “cezalandırma” yoluna gitmiştir bugüne dek.” diyor.
“Bu, özellikle biraz da Amerika’ya bağımlı hale gelmiş, getirilmiş Üçüncü Dünya ülkelerinin kolunu kanadını kırıyor. Bu anlamda, Amerika’nın gücünü sarsmaya doğrudan kalkışacak cesareti bulabileceklerini düşünmüyorum.” diye de ekliyor.
Tabiȋ Blum’ın değerlendirmesinden bu yana köprünün altından çok sular aktı. Evet, Amerika onun istediği düzene karşı çıkan her ülkeye sopa sallayarak “yola getirmeyi” hâlâ sürdürüyor. Ama bu taktiğin artık çok da fazla işe yaradığını söylemek mümkün değil.
İşte Kuzey Kore krizi çok taze örnek olarak önümüzde duruyor. Trump, Kuzey Kore’ye esti gürledi ama bir türlü yağamadı. Sonunda en az onun kadar çılgın Kuzey Kore lideri Kim ile pazarlık masasına oturmak zorunda kaldı.
Trump’ın İran ile iş yapanın ABD ile yapamayacağını açıklamasının ardından Çin, İran ile ticaretlerinin süreceğini açıkladı.
Pakistan, ABD’nin İran yaptırımlarına ve bu ülkeyle ilişkilerini sürdürenlere yaptırım uygulayacağı tehdidine rağmen İran ile ticari ilişkilerini devam ettireceklerini bildiren bir başka ülke oldu.
Türkiye de benzer bir tavır sergileyerek İran’a yönelik yaptırım kararlarına uymayacağını söyledi. AB adına yapılan ortak açıklamada da; “AB hukuku ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı uyarınca İran ile meşru ticaret yürüten Avrupalı firmaları koruma konusunda kararlıyız” denilerek tavır kondu.
Amerika’nın tehdit politikasına teslim olan, onun gücünü sarsmaya doğrudan kalkışacak cesareti gösteremeyen ülkeler elbette hâlâ var. Onların büyük çoğunluğunu da ne yazık ki İslam ülkeleri oluşturuyor. Özellikle de yönetimlerini halklarından değil Amerika’dan aldıkları desteğe borçlu olan diktatoryal kimi Arap rejimleri…
Bugün Amerika’nın “yola getirme” “tehdit ve cezalandırma” politikası, söz konusu Arap rejimlerini öyle muma döndürmüş vaziyette ki Trump tarafından haraca bağlanmak bir yana gibi başta Filistin olmak üzere ümmetin pek çok değerini ve davasını ayaklar altına almış vaziyetteler. O denli Amerika’ya ve İsrail’e boyun eğmiş vaziyetteler ki bugün “Arap Siyonizmi”, “Arap Likudçular” gibi kavramlar bu savruluşu çok sert bir biçimde eleştiren Araplar tarafından literatüre sokulmuş bulunuyor.
TÜRKİYE AMERİKA İLİŞKİLERİNDE BÜYÜK KIRILMA
Ticaret savaşlarının muhtemel sonuçlarına ve bunun Türkiye üzerindeki etkilerinin ne olacağı meselesine gelinecek olursa. Trump’ın fitilini ateşlediği ticaret savaşları bütün küresel piyasaları etkiledi. Öyle gözüküyor ki bundan sonra da etkilemeye devam edecek. Ancak küresel piyasalarda yaşanan türbülanstan en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Dolar, neredeyse tüm para birimleri karşısında değer kazanırken TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı rekor seviyelere ulaştı.
Peki TL’nin dolar karşısında en çok değer kaybı yaşayan para birimi olmasının nedeni ne? Aşırı derecedeki değer kaybını sadece ekonomik parametrelerle ve ekonomi yönetiminin başarısızlığı ile izah etmek mümkün mü?
Bu noktada dillendirilen tahlillere bakıldığı zaman Türk ekonomisinin bir takım yapısal sorunlarının olduğu gerçeğinin altı çizilmekle birlikte Türk ekonomisi üzerinde bir takım manipülasyonların yapıldığı da bir vakıa.
Türk ekonomisinin dolara normalin ötesinde bağımlı olması, Merkez Bankası’nın tam bağımsızlığına ilişkin dillendirilen şüpheler, cari açığa neden olan ithalatın ikame edilememesi, tasarrufların düşüklüğü gibi bir dizi gerekçe sıralanıyor Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarına ilişkin olarak.
Ancak tüm bu sorunlara rağmen son dönemde TL’nin dolar karşısındaki bu aşırı değer kaybını sadece bu ekonomik parametrelerle izah etmek mümkün değil. İşte bu noktada siyasi nedenler ön plana çıkıyor.
O siyasi nedenler neler mi? Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en sancılı günlerini yaşıyor denebilir. İlişkilerdeki kırılma noktası Suriye kriziyle başladı. Başlangıçta Esed rejiminin devrilmesi gerektiğini savunan ABD politikası zamanla Suriye’nin parçalanmasına ve Türkiye-Suriye sınırında bir terör devletinin kurulması misyonuna dönüştü. 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü, FETÖ liderini ısrarla himaye etmesi, terör örgütleri PKK/PYD’yi silaha boğması ABD’nin Türkiye’ye yönelik düşmanca tavırlarının sadece bir kaçıydı.
Türkiye gerek Obama gerekse Trump döneminde ABD yönetimlerinin bu düşmanca tavırlarına, kavli ve fiili politikalarıyla sessiz kalmadı. Afrin ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla, ABD’nin sınırımızda bir terör devleti ihdas etme gayretlerini akamete uğrattı mesela. İsrail’in işgal altındaki topraklardaki gaspına karşı en duyarlı ülkelerden biri olduğunu gösterdi. ABD, NATO müttefiki Türkiye’ye Patriot hava savunma sistemlerini satmaktan imtina edince Türkiye de buna Rusya’dan S-400 alımı anlaşması ile karşılık verdi. Yine Washington’ın itirazlarına rağmen Doğu Akdeniz’de doğal gaz arayışlarını sürdürdü. İran’a yönelik yaptırımlardan en büyük zararı görecek ülkenin kendisi olacağı gerekçesiyle ABD’nin bu keyfi cezalandırmasına uymayacağını söyledi. Rusya ve İran ile birlikte doları devre dışı bırakmaya yönelik adımlar attı. Ajanlıkla suçlanan rahip Brunson’ı tüm tehditlere rağmen Amerika’ya teslim etmedi. Türkiye’nin tüm bu adımları ABD’nin Türkiye’ye yönelik öfkesini artırdı. Onun istediği gibi davranmayan tüm ülkelere yaptığı gibi Türkiye’yi de cezalandırma, yaptırımlarla, ekonomi üzerinden “ted’ip etme” taktiğini devreye soktu. Türkiye de ABD’ye “oyununuzu gördük ve meydan okuyoruz” diye karşılık verdi.
PEKİ BU KARŞILIKLI MEYDAN OKUMALARA NEREYE VARIR?
Bu nokta da bir kez daha William Blum’ın söylediklerine kulak verelim. Çünkü kendisiyle yapılan röportajda Amerikalı tarihçi, Amerika’nın Türkiye’yi, dünyanın diğer devletlerini onun istediği gibi davranmadıkları için “cezalandırdığı” gibi cezalandırmakla tehdit edip edemeyeceği sorusuna şu cevabı veriyor:
“ABD, dünyanın bütün diğer devletlerini tehdit eden ve onlara zarar veren büyük bir kabadayıdır, ama bütün kabadayılar gibi, karşılarında dikilirseniz geri adım atarlar. Ve ABD Türkiye’ye, Türkiye’nin ABD’ye ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyaç duyuyor olabilir; Türkiye’deki Amerikan askeri üsleri gibi...”
Bakalım zaman ABD tarihçi William Blum’u haklı çıkartacak mı?
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 391