Hayır Nedir?
Hayır; mal ve evlât çokluğuyla değildir. Asıl hayr, hilminin artması ve ilminin sana fayda vermesidir. Bulunduğu mekân insana ibadet sevâbı kazandırmaz. Sen Allâh’ı görüyormuş gibi ibadet et ve kendini ölülerden say!
İki kişi Hazret-i Selmân’a selâm verip:
“–Sen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîsi misin?” diye sordular. O da:
“–Bilmiyorum.” cevâbını verdi. Gelenler, acaba yanlış birine mi geldik diye tereddüt ettiler. Selmân -radıyallâhu anh- sözlerini şöyle tamamladı:
“–Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördüm, O’nun meclisinde bulundum. Ancak Allah Rasûlü’nün asıl sahâbîsi, O’nunla birlikte Cennet’e girebilen kişidir.”[1]
Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-, Hazret-i Selmân’a; “Mukaddes topraklara gelsin!” diye mektupla haber göndermişti. Selmân -radıyallâhu anh- da ona şöyle cevap verdi:
“Toprak hiç kimseyi mukaddes kılmaz! İnsanı kudsîleştirecek olan şey, onun amelidir. Duyduğuma göre tabîb olmuş, insanları tedâvi ediyormuşsun! (Yani kadı olmuş, insanların dâvâlarını halledip ihtilâflarını karâra bağlıyormuşsun!) Eğer isâbetli hüküm verip insanların derdine devâ bulabiliyorsan ne mutlu sana! Yok böyle değil de tabiplik taslıyor, ehil olmadığın hâlde kadılık yapıyorsan, yanlış bir hüküm vererek bir kişiyi mânen öldürüp de Cehennem’e girmekten sakın!”
Bundan sonra Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- iki kişi arasında hüküm verdiğinde, onlar dönüp giderken arkalarından bakar ve:
“–Geri dönün ve meselenizi bana tekrar arz edin, bir yanlış anlama olmasın! Vallâhi ben yanlış hüküm vererek bedbaht bir kadı olmaktan korkuyorum!” derdi.[2]
Selmân -radıyallâhu anh- başka bir mektubunda kardeşine şu tavsiyelerde bulunmuştur:
“Hayr; mal ve evlât çokluğuyla değildir. Asıl hayr, hilminin artması ve ilminin sana fayda vermesidir. Bulunduğu mekân insana ibadet sevâbı kazandırmaz. Sen Allâh’ı görüyormuş gibi ibadet et ve kendini ölülerden say! (Yani ölmeden evvel ölüme iyi hazırlan!)”[3]
[1] Heysemî, VIII, 40-41; Zehebî, Siyer, I, 549.
[2] Muvatta’, Vasiyet, 7.
[3] İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 510.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları