Hayır ve Şer Allah'tan mıdır?

Şerrin Allah’tan olması meselesine gelince, hiçbir şer O’nun murâdı ile değildir. Ancak Cenâb-ı Hak, -râzı olmasa da- imtihan îcâbı olarak, şerrin de vukû bulmasına izin vermiştir.

İNSANLAR ŞERRE DE TÂLİP OLURLAR

İrâde ve istek kuldan, yaratmak Allah’tandır. Üstelik şerrin zuhûruna Cenâb-ı Hakk’ın “izin vermek” gibi -tâbiri câizse- bir vize koyması, O’nun kullarına olan engin merhametinin ayrı bir tezâhürüdür. Zira bu vize, her şerre izin vermemekte ve farkında olsak da olmasak da bizi maddî-mânevî nice felâket uçurumlarından muhâfaza etmektedir. Yoksa insanoğlu, nefis ve şeytanın iğvâsıyla işlediği cürüm ve gafletlere kim bilir daha nicelerini ekleyecektir. Çünkü o, bilerek ve bilmeyerek, hayra olduğu kadar şerre de tâlip olur. Bu gerçeği Hak Teâlâ şöyle beyan buyurur:

“İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (el-İsrâ, 11)

“Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu...” (Yûnus, 11)

YALAN YERE YEMİN EDENLER

İnsanoğlu ne denli kendini murâkabe ederse bu âyet-i kerîmelerin hakîkatine o derecede vâkıf olur. Meselâ bir yalancı, muhâtabını inandırmak için «İki gözüm kör olsun ki, doğru söylüyorum.» derken umûmiyetle gözleri kör olmamakta ve kendisine verilen imtihan mühleti yine normal şartlarında devam etmektedir. Yine pek çok kimse; «Şöyle yaparsam ellerim kırılsın; şunu yapmazsam Allah belâmı versin; bunu işlediğim takdirde ölümümü gör!» gibi, o an için samimî bir niyetle, gâyet ciddî sözler sarf ederler. Ancak an gelir bu dediklerine muhâlif durumda kalırlar. Böyle olmasına rağmen ne elleri kırılır, ne belâya uğrarlar, ne de ölürler. İnsan hayatında buna benzer nice misâller vardır. İşte Cenâb-ı Hak, böyle durumlarda merhametinden dolayı bu şer taleplerini yerine getirmemektedir.

Ama bâzen de kişinin bu tür yanlış istekleri yerine gelivermektedir. Bu durumda o kişi, dilinin ve akılsızlığının cezâsını çekmektedir. Dolayısıyla bu tür yanlış ifâdeleri kullanmamaya dikkat etmeliyiz. Ağzımızdan çıkacak her kelimeyi dikkatle seçmeliyiz.

CENÂB-I HAKK'IN ŞERRE RIZASI YOKTUR

Diğer taraftan Cenâb-ı Hak, yapılan hayırlardan râzı olurken, şerre rızâsı yoktur. Sadece imtihan îcâbı izin verir ve yaratır.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez...” (en-Nisâ, 40)

“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah birçoğunu da affeder.” (eş-Şûrâ, 30)

KAHRIN DA HOŞ LÜTFUN DA HOŞ

Dolayısıyla ârif gönüller, Cenâb-ı Hakk’ın bu rahmet ve merhametini idrâk ederek kaderin müsbet-menfî her tecellîsi karşısında:

“Hoştur bana Sen’den gelen,

Ya gonca gül yahut diken,

Ya hil’at ü yahut kefen,

Kahrın da hoş lûtfun da hoş!” derler.

Zâten Hak Teâlâ da kullarına bu rızâ hâlini emretmektedir:

(Ey Rasûlüm!) De ki: Allâh’ın bizim için yazdığından başkası bize aslâ erişmez. O bizim Mevlâ’mızdır. O hâlde mü’minler yalnız Allâh’a tevekkül etsinler.” (et-Tevbe, 51)

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yûnus, 107)

Ancak bu durum hiçbir zaman gereken tedbirleri almaya mânî değildir. Kader meçhul olduğu için insan, her şeyin en iyisine ulaşabilmek için elinden geleni yapmalıdır.

KADER VE İRADE TARTIŞMALARININ ÖZÜ

Bu temel esasları derinleştirdiğimizde, karşımıza îzâha muhtaç pek çok mesele çıkar ki, bunlar ilm-i kelâm münâkaşalarına sermâye olmaktan ileriye gitmez. İşin özü kısaca şudur:

Kul, bir irâde sahibidir. Bu irâde veya kudret, ona Cenâb-ı Hak tarafından bahşedilmiştir. Allah Teâlâ’nın her oluşta irâdesi bulunmakla birlikte, rızâsı sadece hayırdadır. Bir hocanın gâyesi, talebesinin bilgi ile mücehhez olup sınıf geçmesidir. Talebe çalışmaz ise hocanın yapacağı bir şey yoktur. Yine bir doktorun vazifesi de, hastasını şifâya kavuşturmaktır. Hasta, verilen reçeteyi tatbik etmez ise, artık gelişen menfî neticeden sadece hastanın kendisi mes’ûldür. Doktora herhangi bir cürüm isnâd edilemez.

KADERE BÜHTAN ETMEK

Bu itibarla, irâdemiz dâhilinde olduğu için mes’ûl bulunduğumuz hususlarda kaderi bahane ederek kendimizi mâzur sayamayız.

İbâdetsiz veya kötü yola düşen bir kimsenin; “Ne yapayım, kaderim böyle imiş!” demesi, ancak gaflet muktezâsıdır. Namaz kılmak ve diğer ibadetlerini yapmak isteyen kişiye Cenâb-ı Hak sebeplerini ihsân eder.

İşlediğimiz günahlar husûsunda kendimizi mâzur görmemiz ise, “kadere bühtân” etmek demektir ki, ancak akılsızlık ve edepsizlik tezâhürüdür.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.