Hayır ve Şerle İmtihan
Zorlu kulluk imtihanı nimetlere karşı şükür, sıkıntı ve zorluklara karşı sabırla kazanılır. Şükür ve sabrı kuşanarak bu imtihanı kazanan mü’minin hali gıpta edilecek bir haldir. Hz. Peygamber (sav) bu durumu şöyle belirtiyor: “...Nimete kavuşsa şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelse sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, zühd: 64)
Hayat baştan sona kulluk imtihanından ibarettir. İmtihan kulluk kalitesini ölçmedir. Bu ölçmede insanın iyilik ve kötülük karşısındaki tavrı esas alınır. İmtihanla kişilik ve karakter belirlenir. Fitne ve ibtila da imtihan demektir. Madenler, cevher ve posa ayrılsın diye yüksek dereceli ateşe atılır. Böyle bir işlem yapılmadan cevherle curuf ayrılmaz. Bunun gibi insanlarda hayır ve şerle, hastalık ve sıhhatle, zenginlik ve fakirlikle, sıkıntı ve ferahlıkla, nimet ve musibetle imtihan edilir ki gerçek kimlik ve kaliteleri ortaya çıksın, böylece hem dünyada hem de ahirette lâyık oldukları konuma kavuşsunlar.
Yüce Mevlâ bu imtihan ve imtihan şekillerini çeşitli ayet-i kerimelerle açıklamıştır. Bir kaçını arzedelim:
“Herkes ölümü tadacaktır. Biz sizi denemek için hayır ve şerle imtihan ederiz. Sonunda ancak bize döndürülürsünüz.” (Enbiya, 35)
“Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan ederiz. Sabredenlere müjdele.” (Bakara, 155)
Şüphesiz ki siz mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan edileceksiniz.” (Âl-i İmran, 186)
Bu zorlu kulluk imtihanı nimetlere karşı şükür, sıkıntı ve zorluklara karşı sabırla kazanılır. Şükür ve sabrı kuşanarak bu imtihanı kazanan mü’minin hali gıpta edilecek bir haldir. Hz. Peygamber (sav) bu durumu şöyle belirtiyor: “Mü’minin durumu ne kadar da hoştur. Zira onun her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Bu durum sadece mü’mine hastır. Nimete kavuşsa şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelse sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, zühd: 64)
Hayat sevinç ve üzüntü çizgisinde devam edip gider. Sevinilecek şeylerle karşılaşınca şımarmak, üzüntü sebepleriyle üzülüp ümitsizliğe kapılmak insanın tabiatındandır. Fakat olgun mü’minleri diğerlerinden ayıran en büyük özellik dengeli hareket etmek, ne şımarmak ne de ümitsizliğe kapılmaktır. Tezatlar içinde doğruyu bulmak, sıkıntılar içinde mutlu olabilmek, külfetler içinde boğulmadan, kötülüğe meyletmeden hayır üzere hayatı sürdürebilmek büyük bahtiyarlıktır. İnsanı bu bahtiyarlığa erdirecek olan ise güçlü bir imandır. İbadetler de düzgün ve dengeli bir hayata kavuşmanın önemli araçlarıdır. “Şüphesiz ki insan hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine bir kötülük dokunduğunda feryat eder. Bir hayır dokunduğu zaman da cimrileşir, yoksula vermez. Ancak namaz kılıp, namazlarına devam edenler bunun dışındadır.” (Meâric 19-23) Başta namaz olmak üzere bütün ibadetler Allah’la kul arasında bir bağ ve iletişim aracıdır. Mevla ile bağını koparmayanlar her şeyin ondan geldiğini bilirler, hayır ve şerle daima imtihan edildiklerine inanarak bu imtihanı başarıyla geçmenin gayreti ve disiplini içinde olurlar.
İnsanların bünye, rızık, güç-kuvvet, ilim, şekil, renk, soy-sop, mevki-makam vs. hususunda farklı konumda olmaları da ilahi hikmete mebnidir. Herkes her şeyle imtihan edilmektedir. “Sizi yeryüzünde halifeler yapan, verdiği şeylerle sizi denemek için birbirinize derece derece üstün kılan O’dur.” (En’am, 165) Zengin şükürle, fakir sabırla, iktidar sahibi adaletle imtihan edilmektedir. Herkes kendi konumu ve sahip olduğu imkânlar nisbetinde sorumludur.
Genelde mü’minlerin imtihanı daha ağırdır. Allah’ın rızasını kazanmak, cenneti hak etmek için ciddi testlerden geçmek gerekir. “İnsanlar, sadece ‘inandık’ demekle bırakılacaklarını ve imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?” (Ankebût, 2)
“(Ey mü’minler!) Allah pisi temizden ayırıncaya dek sizi bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir.” (Âl-i İmran, 179)
Üzüntü ve sevinç, bolluk ve darlık, kazanç ve kayıp karşısında insanlar farklı tutum sergilerler. Olaylara genellikle menfaat açısından bakarlar. Kara gün dostu değil, iyi gün dostudurlar. Alırken iyi verirken kötü olurlar. Bu tavır genellikle münafık tavrıdır. “Onlar sizi gözetlerler. Eğer Allah tarafından size bir zafer gelirse; biz de sizinle beraber değil miydik? derler. Eğer kâfirlerin zaferden bir payı olursa; biz size üstünlük sağlayıp, sizi mü’minlerden korumadık mı? derler.” (Nisâ, 141)
“İnsanlardan öylesi de vardır ki; Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur. Şayet başına bir kötülük gelirse gerisin geri küfre döner. O, böylece dünyayı da âhireti de kaybetmiştir. İşte apaçık kayıp budur.” (Hac, 11) Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebiyle ilgili olarak Ebû Said el-Hudri şöyle dedi: “Yahudilerden birisi Müslüman oldu, bu arada gözünü ve malını kaybetti ve bu durumu Müslümanlıktan bildi. Ve Hz. Peygambere gelip; ‘beni Müslümanlıktan azad et’ dedi. Hz. Peygamber de; ‘İslam’a girildikten sonra çıkılmaz’ deyince Yahudi: ‘Bu dinden hayır görmedim, gözümü, malımı ve çocuğumu kaybettim’ dedi. Rasulullah da: ‘Ey Yahudi! Körük demirin, altının, gümüşün kir-pasını giderdiği gibi İslam da insanların günahlarını arıtır’ buyurdu. Madendeki cevherle posa yüksek ateşle ayrıldığı gibi insanların iyisiyle kötüsü de bir takım işlem ve denemelerle ayırt ediliyor. Sözde iman edip özde iman etmeyen münâfıkların gerçek yüzleri de imtihanlar neticesinde ortaya çıkmaktadır. Cihada katılmamak için mazeretler ileri sürmeleri, namaza karşı isteksiz olmaları, fırsatını bulduklarında hainlik yapmaları, saf değiştirmeleri onların gerçek kimliklerini ortaya koymaktadır. “Onlar görmüyorlar mı ki, yılda bir veya iki defa belaya uğratılıp imtihan ediliyorlar.” (Tevbe, 127)
İmtihanla mü’minlerin Allah katındaki dereceleri yükseliyor, münafıkların iç yüzleri ortaya çıkıyor. İmana gelmeleri için kâfirlere fırsat veriliyor. “Biz hangi memlekete peygamber göndermişsek, oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka darlık ve sıkıntıya uğrattık. Sonra kötülüğün yerine iyilik getirdik de insanlar çoğaldılar ve babalarınız da darlığa uğramışlar ve bolluğa kavuşmuşlardı, dediler.” (A’raf, 94-95)
BİR MUSİBET BİN NASİHATTEN EVLADIR
Sıkıntı ve darlığın inkâr ve günahlar sebebiyle geldiğini, kendilerinin imtihan edildiklerini kavrayamadılar, eskiden olduğu gibi bunun tabii bir hal olduğunu söylediler. Çünkü gerçeği idrak edecek bir idrake sahip değillerdi, gözleri kör, kalpleri mühürlüydü. “Andolsun ki biz, firavun ailesini de öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık.” (A’raf, 130)
Atalarımız; “bir musibet bin nasihatten evladır” demişler, fakat bazen fert ve toplumlar ne musibetten ne de nasihatten ders alıyorlar. Böyle olunca da helâka uğruyorlar.
Normalde hayır ve şerle imtihan, insanın manen ve maddeten yükselmesine, günahları terk etmesine, sabır ve şükür eğitimine vesile olur. Mühim olan bu imtihanın farkında olmaktır. Her şeyin Allah’tan geldiğine inanmak acıları tatlılaştırır, üzüntüleri sevince tebdil eder. Üzüntülerin kaynağı; darlık ve sıkıntıların Allah’tan geldiğine inanmamaktır. Her şey olaylara hangi gözle bakıldığına bağlıdır. Atâullah İskenderi diyor ki; “ihtiyaç ve yoksullukların gelişi müridlerin bayramıdır.” Bazen namaz ve oruçta bulamadığın derûnî halleri çaresizlik ve yoksullukta fazlasıyla bulursun. İnsan âcizliğini hissettikçe Mevlâ’ya yakın olur. Velilerden birinin duası şöyledir: “Ya Rabbi! Her istediğimi verip de kendini unutturma.” Musibet ve yoksulluk istenmez, fakat geldiğinde de sabredilir, bu sabır sayesinde hem zorluklar yenilir, hem de derece artar.
Allah sevdiği kulları imtihansız bırakmaz. Hz. Peygamber bu durumu şöyle dile getirmiştir. “Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.” (Tirmizî, Zühd, 57)
Dert ve sıkıntılar günahlara kefaret olur. “Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir. Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin diye dünyada vermez. Mükâfatın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah, sevdiği topluluğu belâya uğratır.” (Tirmizi, Zühd, 57)
Elindeki sopayla kilim veya halıya vuran kimse öfkesini gidermek için değil, tozları silkip yazgıyı temizlemek için vurur. Neşterle yarası yarılıp deşilen kimse sağlığına kavuşsun diye ameliyata tâbi tutulur.
İmtihanı en ağır olanlar peygamberlerdir. Çünkü en ağır görev onların görevidir. Toplumları tepeden tırnağa değiştirmek kolay değildir. Kimisi öldürülen, kimisi göçe zorlanan, kimisi olmadık hakaretlere maruz kalan peygamberlerin hayatı ortadadır. Musab b. Said, babasından naklediyor: “Dedim ki; ‘yâ Rasûlallah! İmtihanı en ağır olanlar kimlerdir?’ Rasûlullah: ‘Peygamberler, sonra kademe kademe onlardan sonra gelenlerdir. Kişi dindarlığın derecesine göre imtihan olur. Sağlam dindarsa imtihan ağır, gevşek dindarsa imtihanı da hafif olur.’” (Tirmizi, 7/78-79)
Nimetlerle imtihan olmak, sıkıntılarla imtihan olmaktan daha zordur. Servet, şehvet ve şöhret karşısında dik durabilmek herkesin harcı değildir. Harplerin yıkamadığı ruhları zafer sarhoşluğu yıkar derler. Hz. Ömer’in şu sözü meşhurdur. “Darlıkla imtihan edildik sabrettik, bollukla imtihan edildik sabredemedik.” (Isfahani; müfredat, 61.) Halife Ömer, İran’dan gelen ganimetleri görünce: İşte şimdi yenildik, diyerek, bolluğun kulluğa nasıl zaafa uğrattığına işaret etti.
İmtihanı kazanmanın formülü: Nimete şükür, musibete sabır... Mevla cümlemizi şükür ve sabır ehlinden eylesin. Amin.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi 2020 Ocak, Sayı:407