![](https://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2025/02/hayirla-anilmak-198327.jpg)
Hayırla Anılmak
Hayırla anılmak nasıl mümkün olur? Hayırla ve lanetle anılmaya örnekler...
İnsanın dünyada ve âhirette elde edeceği en büyük servet, Allah’ın rızasını ve insanların duâsını kazanmaktır. İnsanların hayır duâsını kazananlar genellikle Allah'ın rızasını da kazanmış olurlar. Zîra kötü insanlara duâ değil, bedduâ edilir.
HAYIRLA VE LANETLE ANILMAK!
Hayatlarında ve ölümlerinde rahmetle, hayır duâ ile en çok yâd edilenler peygamberlerdir. Pek çok insana peygamber ismi verilmesi, onların sevildiğinin, saygı ve hürmete lâyık olduklarının işaretidir. Onların anıldığı yerde rahmet ve bereket vardır. Gönüllerde ferahlık ve muhabbet hâsıl olur.
Genelde peygamberler anıldığında ‘salavat’ getirilir. Salavat, rahmet duâsıdır. Ashâb-ı Kiram anıldığında “radıyallâhu anhüm” “Allah onlardan razı olsun” denir. Âlimler, fazîletli kimseler anıldığında da “rahimehumullah” “Allah onlara rahmet etsin” denir. Bu duâlar insanlara faydalı olmuş, güzel izler ve hâtıralar bırakanlara karşı bir nevi vefa borcudur. İyiler ve iyilikler hem Allah katında hem de insanlar nezdinde karşılık bulur. Hayırla yâd edilmenin yanında iyi insanların geride bıraktıkları faydalı eserler, sadaka-i câriye hükmündedir. Canlılar bu faydalı eserlerden yararlandıkça onların amel defteri kapanmaz, mânevî kazançları devam eder.
Firavun, Nemrut, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi kötülüğün ve zulmün sembolü olanlar lânetle anılırlar. Anıldıkları yerde kasvet ve nefret duyguları oluşur. Şimdiye kadar kötülüğün sembolü olan bu türlü şahısların isimlerini taşıyan hiç kimse yoktur. Herkes onlardan, bu kötü hatıralarından uzak olmak ister. Hazreti Peygamberi taşlayan, ona “Helâk olasıca” diyen Ebû Leheb, Tebbet sûresi okundukça kıyamete kadar lânetle anılacaktır.
Hazreti İbrahim, Mevlâ'ya şöyle duâ ediyor: “Sonradan gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan eyle!” (Şuârâ, 84) Cenâb-ı Hak da O’nun duâsını kabul etmiş, ciğerpâresi oğlu İsmail'i Allah yolunda kurban etmek gibi bir imtihan kazandığı için daima hayırla ve hürmetle anılmıştır. “Sonradan gelenler arasında onun için iyi bir isim bıraktık. İbrahim'e selam olsun.” (Saffat, 108-109) Bu yâd-ı cemil bütün peygamberler için söz konusudur. Beş vakit okunan ezanla ismi dünyanın her tarafında her an anılan Hazreti Peygamber'in şan ve nâmı ne yücedir. Böyle bir şerefe nâil olmak ne büyük mazhâriyettir. Bundan daha daha üstün bir mazhariyet var mıdır?
Allah'ın aziz kıldığını kimse zelil kılamaz. Zelil kıldıklarını ise kimse aziz kılamaz. Başlangıçta ciddiye alınmayan, yetim olarak dünyaya gelen, kendisine peygamberlik görevi verilmesiyle son derece zor şartlar içinde başlattığı mücâdelenin dünyanın en büyük inkılâbına dönüşeceğine kimse ihtimal vermiyordu. İnananlarla birlikte horlanan, her türlü hakaret ve işkenceye mâruz kalan Hz. Peygamber ve ashâbı Kur'an ifadesiyle “en hayırlı ümmet” konumuna yükseldi. Esası tevhid yani tek Allah inancı olan bir dâvâ etrafında milyonlar buluştu. Her cihetten dünyayı aydınlatan bir medeniyet kuruldu.
Bu şanlı dâvâya gönül veren, çilesini çeken Bilâl-i Habeşî, Süheyb-i Rûmî gibi köleler izzete kavuştu, efendi konumuna yükseldi, her daim rahmetle anıldı. Onlara işkence eden Ebû Leheb, Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef gibi zalimler de lânetle yâd edildiler. Övülen, methedilen anlamındaki “Muhammed” dâimî olarak medhe mazhar oldu. “Senin şanını yücelttik.” (İnşirah, 4) âyetinin tecellisine ezanda, kâmette, mevlitte ve bütün duâ ve söz başlarında her daim şâhit olmaktayız.
Rahmetle anılmaktan daha değerli bir kazanç olamaz. Hz. Âdem'in kâtil oğlu Kâbil her cinayette hatırlanıyor. Zîra cinayeti ilk başlatan oydu. Hz. Peygamber bir hadis-i şerifinde “Kim İslam'da güzel bir çığır açarsa ecrini alır. Kıyamete kadar o yolda yürüyenlerin sevabını da alır. Kim de kötü bir çığır açarsa bundan dolayı günah kazanır ve kıyamete kadar açtığı yolda yürüyenlerin vebâlini de yüklenir.” (Keşfü'l-Hafâ, 2509)
Bir kimse herhangi bir iş yaparsa bunun şimdi ve ilerideki faydasını ve zararını düşünmeli, ona göre hareket etmelidir. Her söz ve amel toprağa atılan tohum gibidir. Bir gün mutlaka gün yüzüne çıkar. Yapan için memnuniyet veya mahcubiyete dönüşür. “Amel defterleri ortaya konur ve sen günahkârların onun içinde yazılı olanlardan korktuklarını görürsün. Onlar; ‘Vay başımıza gelenler, bu kitaba ne olmuş da küçük-büyük hiçbir şey bırakmıyor, hepsini sayıyor.’ derler. Onlar bütün yaptıklarını hazır bulurlar. Rabbin hiçbir kimseye haksızlık yapmaz.” (Kehf, 49)
ALLAH’IN RIZASI VE İNSANLARIN DUÂSINI KAZANMAK
Hiçbir maddî karşılık beklemeden sırf Allah’ın rızası ve insanların duâsını kazanmak için hizmet edip geride faydalı eserler bırakanları, başta Yüce Mevlâ sever ve onları herkese sevdirir. “Allah bir kulu sevdi mi, Cebrâil (a.s.)’a şöyle seslenir: ‘Ben falanca kimseyi sevdim, sen de sev.’ Bunun üzerine semâda aynı şekilde nidâ edilir. Sonra yer ehli arasına onun sevgisi indirilir. Bunu şu âyet ifade etmektedir: “Îman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rahman onlar için gönüllerde sevgi yaratacaktır.” (Meryem, 96) Allah bir kula da buğz etti mi Cebrâil (a.s.)’a seslenir. ‘Ben falancaya buğz ediyorum. Bu şekilde semâda nidâ edilir. Sonra yeryüzüne onun hakkında buğz, öfke indirilir.” (Tirmizi, Tefsir, Meryem, 3160)
Hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır ki insanların sevgisini kazanmak isteyen kişi öncelikle Allah'ın rızasını ön planda tutmalıdır. Mevlâ’nın sevgisini kazanan kullarının sevgisini de behemehâl kazanır. Bu sevgi, hasbî sevgidir. Çıkara, hesaba dayalı sevgi, sevgi değil belki riyâkârlıktır. Hasbî sevgiyle resmi sevgi hemen farkedilir. Mevki, makam, maddi imkân sebebiyle gösterilen sevgi de riyâkârlıktır. Yapmacıklık onda kendini gösterir. Bu türlü sevgiler geçicidir. Menfaat bitip, ümit kesilince bu yapmacık sevgi de biter. Harbi sevgi ise bir menfaat ve beklentiye bağlı olmadığı için ilânihaye devam eder.
Hz. Peygamber'i sevenler onun ayağına bir diken batmasındansa ölümü göze alıyor ondan maddi bir şey beklemiyorlardı. Zaten İslâm'ın başlangıcındaki zor şartlar hiç kimseye maddi bir şey vaad etmiyordu. Verilecek mevki, makam söz konusu değildi. Üstelik hayâti tehlikeler, işkenceler, her türlü ezâ, cefâ vardı. Mekke'de her imkana sahip olduğu halde her şeyini bırakıp Medine'ye hicret eden Uhud savaşında şehit olup kefenlenecek bez parçası bile olmayan Mus'ab bin Umeyr bu fedakarlığı dünyevi bir menfaat için yapsaydı, Mekke'deki servetini bırakıp böyle bir yolculuğa çıkmazdı. Demek ki lüks ve servet peşinde koşanların bilmedikleri zevkler, sevgiler de varmış. Allah'ın ve Rasûlü'nün rızasını kazanma zevki ve sevgisi bütün zevklerden üstündür. Bu hasbî sevginin sahipleri daima hasbî olarak sevilirler, her an hürmet, muhabbet ve duâ ile yâd edilirler.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 468
YORUMLAR