Hayırlı İşler İle İlgili Ayet ve Hadisler

Hayırlı işlerde acele etmek doğru mu? Allah’ın razı olacağı ve bize sevap kazandıracak amel nedir? Hayırlı işlere nasıl koşulmalıdır? Hayırlı işe koşmanın faydaları...

Hayırlı işlere koşmak ile hadisler ve hadislerin açıklaması…

1- Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplamadan evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz! Öyle zamanlar geldiğinde insan, sabah mü’min iken akşama kâfir olarak çıkar; akşam mü’min iken sabaha kâfir olarak çıkar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.” (Müslim, Îmân, 186. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 30; Zühd, 3; İbn-i Mâce, İkâme, 78; Ahmed, II, 303, 372, 523)

2- Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Yedi şey gelmeden evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz! Yoksa gerçekten siz;

  • (İbadeti, haram ve helâl hudutlarını) unutturan fakirlik,
  • Azdıran zenginlik,
  • (Her şeyi) bozup perişan eden hastalık,
  • Aklı ve idrâki zaafa uğratarak saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık,
  • Ansızın geliveren ölüm,
  • Gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl ve,
  • Kıyametten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz? Kıyâmet ise, belâsı en müthiş ve en acı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 3/2306)

3- Amr bin Abese’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kimin, Allah yolunda bir tek saçı ağarırsa, bu kıyamet günü onun için bir nûr olur.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 9/1635; Nesâî, Cihâd, 26/3140; Ahmed, IV, 113)

4- Câbir bin Abdullah (r.a) şöyle anlatır:

Uhud günü bir adam Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e:

“–Eğer öldürülürsem, nerede olurum?” diye sordu. Peygamber:

“–Cennet’te” cevabını verdi.

Bunun üzerine o sahabî, (yemekte olduğu) elindeki hurmaları attı, sonra da şehid düşünceye kadar savaştı. (Buhârî, Meğâzî, 17; Müslim, İmâre, 143. Ayrıca bkz. Nesâî, Cihâd, 31)

5- Ebû Saîd el-Hudrî’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah, ashâbının gerilerde saf tutmaya çalıştığını gördü. Bunun üzerine onlara:

“Öne doğru gelin ve bana uyun! Sizden sonrakiler de size uysunlar! Bir topluluk devamlı sûrette geri dura dura, Allah onları geri bırakır” buyurdu. (Müslim, Salât, 130. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 97/680; Nesâî, İmâmet, 17; İbn-i Mâce, İkâmet, 45; Ahmed, III, 34)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Âhiret yolcusu olan ve dünyanın gidişâtından mes’ûl tutulan insan, bir göz açıp kapayıncaya kadar geçen şu kısacık dünya hayatını, ne kadar hayır ve iyiliklerle doldurabilirse, ebedî hayatta o kadar mes’ûd olacaktır. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın dünyada yapılan iyiliklere verdiği mükâfâtlar, hayallere sığmayacak kadar muhteşemdir. Bu sebeple âhirette Allah’ın nimetlerini ve iyiliklere verdiği mükâfâtı gören mü’minler, dünyada yaptıkları hayırları çok az görecek ve daha fazla yapamadıkları için hayıflanacaklardır.

Peygamber Efendimiz’in haber verdiğine göre, “Bir kişi doğduğundan itibaren ihtiyarlık sebebiyle vefat ettiği güne kadar, Allah rızâsını kazanma uğruna yüz üstü yerlerde sürünse, yani ibadet, tâat ve hizmetlere koşmak için her türlü meşakkate katlansa bile, kıyâmet günü bu yaptıklarını çok az görecek ve daha fazla yapmış olmayı hasretle arzu edecektir.” (Bkz. Ahmed, IV, 185; Beyhakî, Şuab, I, 479; Heysemî, I, 51; X, 225, 358)

Yapılan bütün hayırların asıl faydası, onu işleyene âittir. İlk bakışta iyiliğin faydası başkalarına dokunuyormuş gibi görünse de, onun nihâî faydası ve mânevî kazancı sahibine aittir.

Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“İyilik işleyenin faydası, kendisinedir.” (Câsiye 45/15)

“Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları, ancak Allah’ın rızâsını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak infak ettiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Bakara 2/272)

Bir de yapılan hiçbir iyilik zâyî olmamaktadır. Cenâb-ı Hak, hepsini kaydederek kıyâmet günü karşımıza çıkaracaktır. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır:

“Her ne hayır işlerseniz, Allah onu mutlaka bilir.” (Bakara 2/215, 197)

“Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah’ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı noksansız olarak görür.” (Bakara 2/110)

Bunun için bir mü’minin hayatta iken elden geldiğince sâlih ameller işlemesi ve hayır işlerine koşması îcâb eder. Zamanı en güzel şekilde değerlendirmek, elde edilen fırsatları kaçırmamak, hayır için yeni fırsatlar aramak ve bu konuda acele etmek gibi güzel vasıflar, Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir mü’minin şiârı olmalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, kullarına böyle davranmalarını tavsiye ederek:

“…Hayır işlerinde yarışınız!..” (Bakara 2/148)

“…Onlar hayırlı işlere koşar, birbirleriyle yarış ederler...” buyurmaktadır. (Âl-i İmrân 3/114)

HAYIRLI İŞLERDE ACELE EDİN

Birinci hadisimizde, Resûlullah, şartlar müsâit iken gaflet etmeyip sâlih amellerde ve hayırlı işlerde acele davranmayı tavsiye etmektedir. Zira zaman, hep aynı şekilde akıp gitmez. An gelir şartlar değişir, fitneler zuhûr eder ve daha önce kolayca yapılabilecek iyilikler o vakit yapılamaz olur. Fitneler ortalığı öyle karartır ki, çoğu insan iyilik nedir, kötülük hangisidir onu dahî bilemez. Herkes canının derdine düşer, dinle imanla uğraşmak istemez ve insanın en kıymetli varlığı olan iman, insanların gözünde basitleşir. Pek çoğu ne yaptığını bilmediğinden ve İslâmî hususlardaki cehâleti sebebiyle sabah mü’min iken akşama kâfir oluverir, akşam mü’min iken sabaha kâfir olarak çıkar. Bu durum onun dînî bir eğitim almayışından olabileceği gibi, daha çok da dünyevî menfaatler uğruna her şeyini fedâ etmesinden kaynaklanır. O zaman insan az bir dünya menfaati karşılığında dînini ve imanını satıverir.

Zemînin böylesine kaygan olduğu devirlerde, imanını muhafaza adına mü’minin sarılacağı en sağlam kulp, yine sâlih ameller ve hayır işleri yapmaktır. Fitne, fesat, zulüm ve zilletin hüküm sürdüğü fevkalâde durumlarda, sâlih ameller işleme zırhını kuşanmak, kişinin imanını sağlamlaştırır ve muhafaza eder.

ALLAH’IN RAZI OLACAĞI AMEL

İnsanın iyilik yapmasına, sadece büyük fitneler mânî olmaz. İnsanın hayır işlerine koşmasına imkân vermeyen daha başka durumlar da mevzubahistir. İkinci hadisimizde Resûlullah, bu fitneler gelmeden evvel de Allah’ın râzı olacağı ve bize sevap kazandıracak salih amellere koşmamızı tavsiye etmektedir.

Meselâ insanın başına her an fakirlik gelebilir. Kişi ihtiyaç içinde kıvranırken hayır yapmayı düşünemez. Zira pek çok hayırlar, maddî imkânlarla yapılmaktadır. Zenginliğini kaybeden insan, bu hayırları yapmaktan mahrûm kalır. Gerçi ona hayır kapıları tamamen kapanmış değildir. İstedikten sonra, yapabileceği sayısız iyilik ve hayır mevcuttur. Ancak yine de fakirlik, pek mühim hayırları yapmasına imkân vermez.

Bunun aksine insan fakirken zenginleşir; ancak bu da onun hayır işlerine koşmasına mânî olabilir. Zira, imkânları genişleyince, nefsine hâkim olamayarak azgınlaşır, daha fazla mal kazanma hırsına kapılır ve dünya muhabbeti kalbini istila ederek ona âhireti unutturur.

O hâlde, insan hâline şükrederek hangi durumda olursa olsun, hayır yapmanın yollarını aramalıdır. Fakir zengin olmayı, zengin de yaşlanmayı beklememelidir. Çünkü insan, her yaşta hastalanabilir. Allah muhafaza buyursun, gençken ağır bir hastalığa yakalanan insan, yine Allah yolunda koşma imkânını kaybeder. Ağzının tadı, vücûdunun kuvveti giden hasta, daha çok kendi derdiyle meşgul olmak mecbûriyetinde kalır. Ne kadar istese de, hayır yapma imkânı azalır.

Sıhhatli insan yapmayı düşündüğü hayırları tehir edip dururken, birden yaşlılığın gelip çattığını farkeder. Artık tehir ettiği hayırları yapacak gücü kalmamıştır. Hatta yaşlılık sebebiyle aklı ve idraki zaafa uğradığından, âhireti için bazı iyilikler yapmayı dahî düşünemez. Düşünse bile, konuşmasında karışıklıklar ve aksamalar zuhûr ettiği için, bunu ifade edemeyebilir.

ÖLÜM VAKTİ BİLİNEBİLİR Mİ?

Bunların en ağırı da, ölümdür. Ölümün vaktini tâyin etmek mümkün değildir. İnsan gaflet içinde oyalanırken ânî bir ölümle dünyasını değiştiriverir. Kazanma mekânı olan bu dünyadan gittikten sonra, artık ne kadar istese de, en ufak bir hayır işleyemez. Kıyâmetin dehşeti ve ızdırapları karşısında, tekrar dünyaya döndürülüp hayırlara koşmayı ve sâlih ameller işlemeyi arzu eder, ancak nâfile… İnsanoğlu için imtihan bitmiştir. Daha önce ne kazandıysa, onunla baş başa kalacaktır.

Âhir zamanda zuhur edecek fitneler ve ne zaman kopacağı bilinmeyen kıyâmet de, salih ameller işleme imkânını insanın elinden alır.

Resûlullah hadisin sonunda, hayırlı işlere koşmayanların pişmanlık ateşleri içinde yanacağı kıyamet gününün dehşetini hissettirmek için şu âyet-i kerimeye telmihte bulunmuştur:

“Bilâkis kıyamet, onlara vaad edilen asıl saattir ve o saat daha dehşetli ve daha acıdır.” (Kamer 54/46)

Hâsılı müslüman hayır yapmak için hiçbir şeyi beklememelidir. Peygamber Efendimiz’in bir hutbesinde ifade buyurduğu şu îkazlarına kulak vermelidir:

“Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah’a tevbe ediniz! Sizi meşgul edecek bir takım sıkıntı ve meşakkatlerle karşılaşmadan evvel, sâlih amellere koşunuz! Allah’ı çok çok zikretmek ve gizli açık bol bol sadaka vermek sûretiyle, O’nun, üzerinizdeki hakkını îfâya gayret ediniz ki rızka nâil olasınız, yardım göresiniz ve ıslâh edilesiniz!” (İbn-i Mâce, İkâme, 78)

Peygamber Efendimiz’in iyilikleri geciktirmeden sür’atle yapmak konusunda böylesine ciddî îkazlarda bulunması, insanların bu açıdan büyük bir zaaf taşıdığını, dolayısıyla konunun son derece ehemmiyetli olduğunu göstermektedir.

Nefsine mağlûb olmayarak, taşıdığı bu zaafı aşabilen mü’minleri, kıyâmet gününde büyük mükâfâtlar beklemektedir. Nitekim üçüncü hadisimizde, Allah yolundaki küçük bir gayretin, kıyâmet günü insanın önünde nûr gibi parlayarak onun cennete giden yolunu aydınlatacağı ve mahşer gününün şiddetli sıkıntılarından kendisini kurtaracağı müjdelenmektedir. Öyleyse bir müslüman, bütün saç tellerini tek tek Allah yolundaki hizmetlere koşarken ağartmalıdır.

HAYIRLI İŞLERE NASIL KOŞULUR?

Dördüncü hadisimizde bir sahabî, hayırlı işlere koşmanın nasıl olması gerektiğini, bizzat kendisi tatbîk ederek öğretmektedir. Yapacağı amelin karşılığında cenneti kazanacağını öğrenen bu sahâbî, Peygamber Efendimiz’in sözünü yakînî bir imanla tasdîk edip cihâda koşmuş, elindeki hurmaları yemeyi dahî beklememiştir.

Benzer bir hâdise de Bedir Gazvesi’nde olmuştur. Resûlullah Bedir’de ashâbını cihâda teşvik etmiş ve onlara cenneti hatırlatmıştı. Düşman iyice yaklaşınca da:

“–Haydi, genişliği semâvât ve arz kadar olan cennet için kalkın!” buyurmuştu.

Bunun üzerine Umeyr bin Hümâm (r.a) atılarak:

“–Ey Allah’ın Resûlü! «Genişliği semâvât ve arz kadar olan cennet» mi buyurdunuz?” dedi. Allah Resûlü:

“–Evet!” cevabını verdi. Umeyr:

“–Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Resûlullah:

“–Niçin öyle söyledin?” diye sorunca:

“–Hayır vallâhi yâ Rasûlallah, başka bir şey için değil, sadece cennet ehlinden olmak için böyle söyledim” dedi. Allah Resûlü ona:

“–Sen, cennet ehlindensin!” müjdesini verdi.

Umeyr cihâda kuvvetli girmek için torbasından birkaç hurma çıkarıp yemeye başladı. Ancak gecikmeye daha fazla sabredemeyerek:

“–Bu hurmaları yiyinceye kadar yaşayacak olursam, bu gerçekten uzun bir hayat olacaktır. Hurmalar bitinceye kadar burada oturursam dünyaya karşı fazla hırs göstermiş olurum” dedi ve elindeki hurmaları fırlatarak kılıcını çekip düşmanla savaştı. Nihayet şehîdlik mertebesine nâil oldu. (Bkz. Buharî, Meğâzî, 17; Müslim, İmâret, 145; Muvatta’, Cihâd 42)

İşte bunun gibi hayırlı işlere koşmak; Allah’ın mağfiretine ve cennetine koşmak, Allah’ın rızâsını kazanmak için yarış etmek demektir. Bunu da ancak takvâ sahibi kullar başarabilir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olan göklerle yer genişliğindeki cennete koşun!” (Âl-i İmrân 3/133)

Hayırlı işlere koşmak ve iyiliği ele geçen ilk fırsatta yapmak, ashâb-ı kirâmın alâmet-i fârikası olmuştur. Hz. Ebû Bekir, her türlü hayra en erken koştuğu için “Ebû Bekir” diye künyelenmiştir. Onlar, seksen yaşlarını aşmış bile olsalar çiçeği burnunda bir gencin heyecânıyla Allah yolunda koşmuşlardır. Bunun bir misâlini Ebû Zıbyân şöyle nakleder:

Eyüp Sultan (r.a), Rumlara karşı tertîb edilen gazâya katılmıştı. Yolda hastalandı. Vefatı yaklaşınca şöyle dedi:

“–Şayet ölürsem beni yanınıza alın ve ileri götürün! Rum topraklarına doğru gücünüz yettiğince uzağa taşıyın. Düşman saflarıyla karşılaşıp artık ilerleyemez duruma geldiğinizde, beni oraya ayaklarınızın altına defnedin!” (Bkz. Ahmed, V, 419, 416)

Eyüp Sultan Hazretleri o zaman 80 yaşının üzerinde idi ve bu, İstanbul’a yaptığı ikinci seferiydi.

Hz. Ali’nin bildirdiğine göre, Peygamber Efendimiz’in amcası Abbâs (r.a), hayırda acele etmek maksadıyla, senesi dolmadan zekât verip veremeyeceği hususunu sormuştu. Resûlullah de ona bu hususta izin verdi. (Ebû Dâvud, Zekât, 22/1624; Tirmizî, Zekât, 37/678; İbn-i Mâce, Zekât, 7; Ahmed, I, 104; Dârimî, Zekât, 12)

İşte ashâb-ı kirâm, canlarıyla ve mallarıyla hayırlı işlere böyle koşar, sâlih ameller işlemekte acele ederlerdi.

HAYIR İŞLERİNDEN UZAK DURMANIN ZARARI

Beşinci hadisimizde, hayır işlerinden geri durmanın zararı anlatılmaktadır. Resûlullah, camide saf tutarken geri duran veya sohbette gerilere oturan ashâbını îkaz etmiş, imkân nisbetinde imâma yaklaşmalarını, onun hareketlerini ve söylediklerini en güzel şekilde takip etmelerini, ondan öğrendiklerini de sonraki nesillere aktarmalarını tavsiye etmiştir. Bazı şârihler Efendimiz’in bu hadisini:

“Benden İslâm’ın ahkâmını öğrenin, sonra gelenler de sizden öğrensin, daha sonra gelenler de onlardan… bu böyle kıyâmete kadar devam etsin!” şeklinde anlamışlardır.

Sâlih amellerden, hayır işlerinden ve ilim menbalarından uzak durmanın cezası, Allah’ın o kimseyi mânen geri bırakmasıdır. Nitekim Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Hutbe esnâsında hazır bulunun, imama yakın olun! Zira kişi, uzaklaşmaya devam ede ede, girse bile cennette de geri kalır.” (Ebu Davud, Salât 232/1108; Ahmed, V, 11; Hâkim, I, 427)

“Bir topluluk ilk saftan geri kalmaya devam ederse, nihayetinde Allah Teâlâ onları cehenneme geriletir.” (Ebû Dâvûd, Salât, 97/679)

Yani namaz, cuma hutbesi gibi sâlih amellerde ve diğer hayır mekânlarında özürsüz olarak gerilerde kalan insanlar, cenneti kazanabilseler bile bunu zorla başarır ve oraya herkesten sonra girerler. Cennetteki dereceleri de düşük olur.

Bu hususta diğer bir hadis-i şerif de şöyledir:

“Kişi mescitte, imamı görüp, dinleyebileceği bir yere oturur, can kulağıyla dinler ve konuşmazsa, kendisine iki kat sevap vardır. Kişi uzakta kalır ve imamı dinleyemeyeceği bir yere oturur, sessiz durur ve konuşmazsa bir sevap alır...” (Ebu Dâvud, Salât 209/1051)

Görüldüğü gibi, feyiz kaynağından uzaklaşıldıkça ecir ve sevap da azalmaktadır.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

HAYIRLI İŞ NASIL ANLAŞILIR?

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.