Hayırlı Ümmet Olmanın İlk Şartı

İbadet Hayatımız

Hayırlı bir ümmet olmanın ilk şartı her müslümanın emr-i bi’l-mâruf vazifesini tam manasıyla kavrayıp bir hayat prensibi haline getirmesidir.

“Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız…” (Âl-i İmrân, 110)

İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, tebliğde bulunmak, Allâh’ın adını yüceltme gayreti içinde olmak; bir mü’minin içtimâî vazifelerinin en mühimlerindendir. Kur’ân-ı Kerim’de 11 âyet-i kerîmede, emr-i bi’l-mârûfa temas edilmiştir.

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Sizden kim bir münker/kötülük görecek olursa;

  • Onu eliyle değiştirsin.
  • Eğer gücü yetmezse diliyle,
  • Buna da gücü yetmezse kalbiyle (buğz etsin).

Bu ise îmânın en zayıf hâlidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Bu hususta şu da unutulmamalıdır ki, emr-i bi’l-mâruf vazifesini yerine getirebilmesi için, ferdin önce kendini ihyâ etmesi lâzımdır. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye etmesi gerekmektedir. Çünkü sözle söylemek kâfî değildir. Asıl tesir, kalpten kalbe in‘ikâs ile gerçekleşir.

Sâlih bir insan ile, gafil bir insanın aynı âyet-i kerîmeleri okuyup tebliğ etmesi aynı neticeyi vermez.

Gafil bir insanın, âyetleri yaşamadan tebliğ etmesinden ne kendisine, ne başkasına bir fayda hâsıl olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, ilmiyle amel etmeyen sözde âlimlerin hâlini; «Kitap yüklü merkepler» olarak tasvir etmiştir. (el-Cum‘a, 5)

Maalesef zamanımızda emr-i bi’l-mâruf mes’ûliyeti, «yanlışa hürriyet» mantığıyla zayıflatılmaktadır. “Kimse kimseye karışmasın, hayat tarzına müdahale etmesin.” şeklinde, dışı süslü içi sakat fikirlerle, hakkı tavsiye etme vazifesi ihmal edilmemelidir. Çünkü, toplumda fertler birlikte yaşarlar ve fertler, topluma zarar verecek hareketleri yapmakta serbest olamazlar.

Hadîs-i şerifte bu husus şöyle anlatılır:

“Allâh’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur‘a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Altta oturanlar su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı.

Onlar;

«Hissemize düşen yerden bir delik açsak da üsttekileri rahatsız edip durmasak.» dediler.

Şayet üstte oturanlar, alttakileri bu isteklerini yerine getirmek husûsunda serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse hem kendileri kurtulur hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket, 6; Tirmizî, Fiten, 12)