Hayvanlara Nasıl Davranmalıyız?
Peygamber Efendimiz’in hayvanlara karşı muâmelesi nasıldı?
Câhiliye devrinin insanları, hayvanlara da çok insafsız ve merhametsiz davranırlardı. Canlı iken hayvanların -acımasızca- et ve kuyruğunu kesip yerler, hayvan dövüştürme müsâbakaları tertib ederlerdi. Bu vicdan zedeleyici manzaralara Hazret-i Peygamber son verdi ve:
“Hayvan diri iken ondan kesilen parça, meyte (lâşe) hükmündedir, yenilmez.” buyurdu. (Tirmizî, Sayd, 12/1480)
Günümüzde de yapılmakta olan horoz dövüşleri, deve ve boğa güreşleri gibi merhameti zaafa uğratan âdetler, âdeta câhiliye devri kalıntılarıdır.
Hazret-i Peygamber, bir gün yolda yüzü dağlanmış bir merkep gördü, üzüldü ve:
“Allâh’ın lâneti onu dağlayanların üzerine olsun!” buyurdu. (Müslim, Libâs, 107)
İşâret olarak yapılan dağlamayı, hayvanların acı vermeyecek yerlerine yapılmasını tavsiye etti.
Karnı sırtına yapışmış (böğürleri çökmüş) bir devenin yanından geçerken de:
“Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548)
Resûlullah, birgün Ensâr’dan bir kimsenin bahçesine uğramıştı. Orada bulunan bir deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Resûlullah:
“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve:
“–Bu deve benimdir ey Allâh’ın Resûlü!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O senin, kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)
Bir hadîs-i şerîflerinde Efendimiz:
“Size kimin cehennemden, cehennemin de o kimseden uzak olduğunu söyleyeyim mi?” diye suâl ettikten sonra şöyle buyurdular:
“O kimseler nâzik, müşfik, merhametli, cana yakın ve yumuşak olanlardır…” (Ahmed, I, 415)
Resûlullah yolda giderken bir grup insana rastlamıştı. Bunlar binek hayvanlarının üzerinde oldukları hâlde durmuş muhabbet ediyorlardı. Allah Resûlü onlara şöyle buyurdu:
“Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakıp istirahat ettirin! Onları, yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durup muhabbet etmeyin). Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah -Tebâreke ve Teâlâ-’yı ondan daha çok zikretmektedir.” (Ahmed, III, 439)
Resûlullah, koyunu kulağından çekerek kesmeye götüren bir kimseye rastlamıştı. Hemen müdâhale ederek:
“–Hayvanın kulağını bırak, boynunun kenarından tut!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Zebâih, 3)
Yine Efendimiz, bıçakların iyice bilenmesini ve kesilecek hayvanlardan saklanmasını, onlara gösterilmemesini emretmiş ve:
“Biriniz hayvanı boğazlayınca bunu hızlı ve tam yapsın!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Zebâih, 3)
Nitekim bir gün Peygamber Efendimiz koyun kesen bir adam görmüştü. Adam, kesmek üzere koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalışıyordu. Bu katı ve duygusuz davranış karşısında Resûl-i Ekrem Efendimiz adamı şöyle îkâz etti:
“Hayvanı defâlarca mı öldürmek istiyorsun? Bıçağını, onu yere yatırmadan önce bilesen olmaz mıydı?” (Hâkim, IV, 257, 260/7570)
Bir defâsında Resûlullah Mekke’ye gitmek üzere ihramlı olarak Medîne’den çıkmıştı. Üsâye mevkiine geldi. Burası Ruveyse ile Arc arasında bir yer idi. Burada, gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan gördü. Âlemlerin Efendisi, ashâbından bir şahsa, herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ve rahatsız ettirmemesini emretti. (Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78)
Allâh’ın mahlûkâtına gösterilen bu engin merhametin bir misâli de şöyle tezâhür etmiştir:
Âlemlerin Efendisi, on bin kişilik muhteşem ordusuyla Mekke’ye doğru ilerliyordu. Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu hayvanların başına nöbetçi dikti. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu. (Vâkıdî, II, 804)
HAYVANLARA MERHAMET ETMENIN SEVABI
Hazret-i Peygamber merhametli ve merhametsiz kişilerin durumunu hadîs-i şerîflerinde şöyle açıklamışlardır:
“Günahkâr bir kadın, çölde susuzluktan dili ile kumları yalayan bir köpek görmüştü. Ona merhamet edip ayakkabısı ile kuyudan su alarak köpeğin susuzluğunu giderdi. Cenâb-ı Hak da, bu kadının günahlarını affetti.
Diğer bir kadın da, kedisini umursamayıp aç bırakmıştı. (Hattâ yerin haşerâtını yemesi için bile ona müsâade etmemişti. Nihâyet) kedi açlıktan öldü. O kadın da bu merhametsizliği dolayısıyla cehennem yolcusu oldu!” (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 151, 154, Birr 133; Nesâî, Küsûf 14)
Efendimiz, bu ölçülerle bir câhiliyet toplumunu asr-ı saâdet toplumu hâline getiriyordu. Bir zamanlar, insanlara bile muâmelesi bozuk olan kimseler, hattâ kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler, netîcede hayvanâta kadar uzanan bir merhamet ve şefkat kutbu oluyorlardı.
Zîrâ kendilerine üsve-i hasene olan Allah Resûlü, küçük bir serçenin hakkına dahî riâyet ediyor ve onları târifsiz bir merhamet ve hassâsiyet ile yoğuruyordu.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları
YORUMLAR