Hazret-i Ali'nin Emirnâme'sinden Bazı Bölümler

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın Mısır vâlisi Mâlik bin Hâris el-Eşter’e gönderdiği “Emirnâme”den...

 

Emir ve idâren altında bulunan halka karşı merhamet, muhabbet, güzel muâmele ile kalbini tezyîn et! Sakın onlara karşı ganîmet yiyici bir arslan kesilme!

Ahâlîden beşeriyyet îcâbı hatâ sâdır olabilir; ellerinden kasten veya hatâen bazı şeyler zuhûr eder. Allâh’tan af ve müsâ­maha dilediğin gibi sen de onları affet, güzel muâme­lede bulun.

Sakın hiçbir affından dolayı pişman olma. Cezâ verince de sevinme. Bertaraf etmek imkânını bulduğun müddetçe hiçbir bâdireye atılma. Bir de sakın, «Ben kudret sâhibiyim, emrederim, itâat ederler!» deme. Çün­kü bu, kalbe fesad, dîne zaaf verir. İnsanı mağrûr eder, gurur da helâke götürür.

Sâhip olduğun makam sende azamet ve kibir meydana getirirse, bütün âlemleri kuşatan Allâh’ın yüce kudret ve azametini hatırla ki, bu düşünce, senin yükseklerde uçan bakış ve hayallerini zemîne indirir, şiddetini giderir. Seni bırakıp gi­den aklını başına getirir. Sakın ola ki, Allâh ile azamet yarışına kalkışma! Çün­kü Aziz ve Celîl olan Allâh, her zorbayı zelil, her mağrûru ha­kîr eder.

ADALETTEN AYRILMA

Adâletten kat’iyyen ayrılma. Şâyet böyle yapmazsan zulmetmiş olursun. Hâlbuki, Hakk’ın kullarına zulmedenin onlar adına dâ­vâcısı Allâh’tır. Allâh da bir kimsenin hasmı oldu mu, artık o kimsenin tutunabileceği bütün hüccetler bâtıldır, kudretullâh karşısında tesiri yoktur. Kul, zulmüne tevbe edin­ceye kadar husûmet-i ilâhiyye devam eder. Zulüm üzere bulunmak kadar ilâhî nîmetlerden mahrûm eden ve Hakk’ın gazabını çabuklaştıran hiçbir şey yoktur.

Bir iş yapacağın zaman öylesini tercih etmelisin ki, hakkâniyet itibâriyle en mûtedili, adâlet itibâriyle en kuşatıcı olanı ve halkın rızâsını kazanma bakımından herkesin durumunun gözetildiği bir iş olsun.

HALKIN AYIPLARINI ARAŞTIRANLARI YANINA YAKLAŞTIRMA

Halk arasında yanına yaklaştırmayacağın, kendi­sinden en çok nefret edeceğin adamlar, halkın ayıplarını en fazla araştıran kimseler olmalıdır. Zîrâ insanla­rın öyle ayıpları vardır ki onların örtülmesi herkesten fazla vâlinin vazifesidir.

İnsanlar hakkındaki bütün kin düğümlerini çöz. Seni intikama doğru sürükleyecek iplerin hepsini kes. Sence açıklık kazanmamış şeylerin tamâmı hakkında anlama­mış görün. Şunu bunu çekiştiren gammazların sözüne sakın hemen inanıverme. Çünkü gammaz ne kadar saf görünürse görünsün yine de hilekârdır.

İSTİŞÂRE MECLİSİNE SOKMAYACAĞIN 3 KİŞİ

Sakın seni sıkıntı ve darlığa düşme ihtimâliyle korkutup iyilikten vazgeçirmek isteyen cimriyi, büyük işlere karşı azmini gevşetecek kor­kağı ve zulme saparak sana ihtirâsı iyi gösterecek hırs sâhibini istişâre meclisine sokma! Çünkü cimrilik, kor­kaklık ve ihtiras, öyle kötü huylardır ki, bunları ancak Allâh hakkında beslenen sû-i zan bir araya getirir.

Sadece takvâ ve verâ sâhibi sâdık kimseleri kendine sırdaş edin. Seni alkışlamalarına, yapmadığın birta­kım güzel işleri sana isnâd etmek sûretiyle keyfini hoş etmele­rine karşı dikkatli bulun. Zîrâ alkışın çoğu insanın kendisini büyük görmesine sebep olur, onu gurura sevk eder.

Sakın insanların kötüsü ile iyisi senin yanında müsâvî ol­masın. Zîrâ böyle bir davranış iyileri iyilikten soğutur, kötülerin de fenâlığa meylini devam ettirir.

HÜSN-İ ZAN SAHİBİ OL

Allâh’ın kullarına karşı hüsn-i zan sâhibi ol. Böyle olursan birçok yorgun­luktan kurtulursun.

Hizmetlerin başına öyle birini geçir ki, Allâh’a ve Rasûl’üne karşı sence herkesten da­ha ihlâslı; kalbi ziyâdesiyle temiz ve aklı başında olmak itibâriyle herkesten üstün olsun. Öfkelendiği zaman sâkin ve ağır davransın, mâzeretleri sükûnetle din­lesin, zayıflara acısın, nefsine râm olmuş güçlülerden uzak dursun, öyle öfke ile kalkıp acziyet ve nedâmetle oturan takımdan olmasın!

Halka âit işlerin büyüğünü görüyorum diye küçüğünü takipten geri kalma.

Vâliler için memlekette adâletin kâim olmasından, bir de ahâlînin kendisine karşı muhabbet göstermesin­den daha büyük tesellî kaynağı yoktur. Zîrâ yürekler se­lâmette olmadıkça muhabbet izhâr etmez.

Ehl-i hizmetten herbirinin fe­dâkârlığını iyice tanı. Sakın birinin hizmetini başkasıyla beraber zikretme. Kimseye de gösterdiği şecaatle münâsip düşmeyecek düşük bir pâye verme. Bir adamın mevkîi­nin büyüklüğü, onun ufak bir hizmetini büyük görmene; mevkîinin küçüklüğü de onun büyük hizmetini kü­çük görmene asla sebebiyet vermemelidir.

Tarafgirlik ve hodgâmlık hissiyle kimseye vazife tevdî etme. Çünkü bu iki sebep, zulüm ve hıyânete sevk eder.

VAZİFE VERDİĞİN KİMSELERİN İCRAATLERİNİ TAKİP ET

Vazife verdiğin kimselerin icraa­tini tâkip et. Arkalarından vefâ ve sıdk erbâbı kimseler­den gözcüler gönder. Zîrâ işleri nasıl gördüklerini öğrenmen, emâneti muhâfazalarına ve ahâlî hakkında yumuşak davranmalarına sebep olur.

Uzaktakileri düşünmekten geri durma ve o zavallılara karşı yüzünü ekşitme. Bunlardan olup küçük görülmeleri ve çevrendekilerin ağıra almaları yüzünden işleri sana kadar gelemeyenleri araş­tır. Sırf bunlar için gönlünde Allâh korkusu bulunan mütevâzî ve emîn bir adam tahsis et ki, arada vâsıta olsun, onların işlerini sana en doğru şekilde bildirsin. Hâsılı öyle çalış ki, huzûr-ı ilâhîye çıktığın zaman «Bütün gücümü sarf ettim.» diyebilesin.

İhtiyaç sâhipleri için sırf kendileriyle meşgul olacağın bir zaman ve mekân ayır ve hepsiyle beraber otur da, seni yaratan Allâh’ın rızâsını celbedecek bir tevâzu gös­ter. Bir de bunların yersiz sözlerini yâhut hâllerini ifâdedeki acziyetlerini hoşgör. Kendilerine karşı hırçınlık etme, azamet gösterme. Onları incitmezsen Cenâb-ı Hak sana rahmetini açar, tâatına mukabil sevabını ihsân eder. Hem verdiğini güleryüzlü, gönül hoşluğu ile ver. Vermediğin takdirde kabul olunabilecek özürler dile.

ALLAH'A ÂİT BULUNAN KULLUK HAKKINI EDÂ ET

Esâsen niyet hâlis olmak ve halkın selâmetine yaramak şartıyla bu meşgalelerin hepsi Allâh için iseler de sen yine vakitlerinin en hayırlısını Allâh ile arandaki hâlleri güzelleştirmek için kendine hasret.

Gecende gündü­zünde, bedeninde Allâh’a âit bulunan kulluk hakkını ayır ve seni Hakk’ın yüce dergâhına yaklaştıran bu tâati, her neye mâl olursa olsun eksiksiz ge­diksiz edâ et. Şâyet namazında halka imam olmuşsan sakın ne bıktıracak ne de bir hayra yaramayacak şekilde kıldırma. Çünkü halkın içinde öyleleri vardır ki hastadır, öyleleri de vardır ki işi aceledir. Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz beni Yemen’e gönderirken:

«–On­lara namazı nasıl kıldırayım?» demiştim de, bana:

«–En zayıfının durumuna göre...» buyurmuşlardı.

MERHAMETLİ OL

Müminlere merhametli ol. Sakın halktan kopuk yaşama. Çünkü vâlilerin halktan uzak olması, bir nevî sıkıntı olduktan başka, memleket işlerine vukuflarını azaltır. Vâlilerin perde arkasında oturmaları, perdenin dışında dönen işlerden haberdâr olma­larını engeller. Binaenaleyh nazarlarında hâdisâtın büyüğü küçülür, küçüğü de büyür. Güzeli çirkin, çirkini güzel olur. Hak, bâtıl ile karışır.

Sana yakın veya uzak herkesi hakkı kabûle râzı et. Şâyet halk arasında senin zulmettiğin zannı hasıl olmuş­sa kendilerine özrünü bildirerek zanlarını düzelt. Çün­kü bununla hem nefsini kırmış, hem halka yumuşak davranmış, hem de kendini mâzur göstermiş olursun.

Verdiğin sözde durmak için îcâb ederse hayâtını bile fedâ et. Sakın ahde vefâsızlık etme. Düş­manını bile aldatma. Zîrâ zarar ve mahrûmiyete mahkûm akılsızlardan başkası Allâh’a karşı gelmek cür’etini gös­teremez.

Bir de birtakım yoruma açık akitlerde bu­lunma.

KENDİNİ BEĞENME

Sakın kendini beğenme! Nefsinin sana hoş gelen yönlerine güvenme! Yüzüne karşı medholunmayı isteme! Zîrâ iyilerin ne kadar iyiliği varsa hep­sini mahvetmek için şeytanın elindeki fırsatların en sağ­lamı budur.

Sakın ahâlîye ettiğin ihsânı başlarına kakma! Yâhut yaptığın işleri mübâlağalı gösterme! Yâhut ken­dilerine olan vaadinden dönme! Çünkü minnet ihsânı bi­tirir, mübâlağa hakîkati söndürür. Vaadinden dönmek ise Hâlık’ın da halkın da nefretini celbeder.

Sakın işlere vaktinden evvel girişme. Vakti ge­lince de çılgınca atılma! Mâhiyetini açıkça bilmediğin iş­lerde inad etme, bildiğin zaman da gevşeklik gösterme.

İstihdâm ettiğin adamların ortaya çıkmış fenâlıklarına karşı senden beklenen hareketten ha­bersiz gibi davranma. Aksi takdirde başkasının hesâbına sen cezâ görürsün. İşlerin üzerindeki perdeler gözlerinin önünde açılır ve mazlumun hakkı senden alınır.

Hiddetine, gazabına, eline, diline ve nefsine hâkim ol! Bun­lardan korunabilmek için bâdirelerden geri dur. Tâ ki öfken geçsin ve irâdene mâ­lik olasın. Ancak bilesin ki Allâh’a döneceğini hatırla­yarak endişeye düşmedikçe nefsine hâkim olmak imkâ­nını aslâ bulamazsın.

Bizim niyâzımız Allâh’adır. Allâh’ın Rasûlüne de salât ve selâm olsun!

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.