Hazret-i Yûsuf Rüyâları Nasıl Tâbir Etti?
Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, aynı zindanı paylaştığı iki gence tevhîd akîdesini tebliğ etmek istedi. Onların rüyâlarını tâbir etmeden evvel, kendisinin hak din üzere bulunduğunu, sâhip olduğu ilmin Cenâb-ı Hak tarafından bahşedildiğini ve Mısırlıların yanlış yolda olduklarını bildirdi. Onları tevhîde hazırlayarak hak dîni kendilerine tebliğ etti.
Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, kendisine rüyâlarının tâbirini soran iki zindan arkadaşını tevhîd inancına dâvet ettikten sonra onlara dedi ki:
“Ey hapis arkadaşlarım, gelelim rüyâlarınızın tâbirine: İlk soran, efendisine yine şarap sunacak, öbürü ise asılacak, kuşlar da başını gagalayacak. İşte tâbirini istediğiniz iş böylece hâlledilmiştir.” (Yûsuf, 41)
“Onlardan kurtulacağını zannettiği arkadaşına: «–Efendine benden bahset, (suçsuz olduğumu hatırlat).» dedi. Fakat şeytan ona, bunu efendisine söylemeyi unutturdu. Böylece Yûsuf bir kaç yıl daha zindanda kaldı.” (Yûsuf, 42)
Netîce, aynen Yûsuf -aleyhisselâm-’ın tâbir ettiği gibi oldu. Şerbetçi, zindandan kurtulup eski vazîfesine döndü. Aşçı ise îdâm edildi.
Bazı müfessirlere göre, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın Rabbinden başka birinden yardım istemesi, gayretullâha dokundu. Bu hâl, peygamberler için “zelle” olmaktadır. Bu zellesinden ötürü Hazret-i Yûsuf, beş yıllık hapislikten sonra yedi yıl daha zindanda kaldı. Böylece hapis süresi oniki yıla çıkmış oldu.
“EY YUSUF! SENİ O KADAR ÇOK SEVİYORUM Kİ…”
Rivâyete göre zindandan çıkanlar sık sık gelir Yûsuf -aleyhisselâm-’ı ziyâret eder, onunla oturup uzun uzun sohbet ederlerdi. Birgün zindancıbaşı Yûsuf -aleyhisselâm- ile sohbet ederken şöyle dedi:
“-Ey Yûsuf! Seni o kadar çok seviyorum ki, hiçbir şeyi senin kadar sevmiyorum.”
Yûsuf -aleyhisselâm- şöyle dedi:
“-Bana olan sevginden Allâh’a sığınırım!”
Zindancıbaşı:
“-Niçin?” diye sorunca Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-:
“-Babam beni çok sevdi, kardeşlerim kuyuya attılar; Züleyhâ sevdi, zindana attılar, şimdi bir de sen seversen kim bilir nereye atarlar!?” dedi.
“BENİ EFENDİNİN YANINDA AN!”
Mâlik bin Dinar’dan rivâyet edilir ki:
Yûsuf -aleyhisselâm- şarabdâra:
“–Beni efendinin yanında an!” deyince Allâh Teâlâ şöyle buyurdu:
“–Ey Yûsuf! Benden gayri vekîl edindin. Ben de senin hapsini uzatacağım!”
Bunun üzerine Yûsuf -aleyhisselâm- ağlamaya başladı ve dedi ki:
“–Ey Rabbim! Hüzün ve belâların çokluğundan kalbime kasvet gelmiş; artık bundan sonra benden böyle bir kelime sudûr etmez!”
Hasan-ı Basrî Hazretleri, bu rivâyeti her okudukça ağlar ve şöyle derdi:
“Başımıza bir iş gelince insanlara koşuyoruz. Bu hâlimizle âkıbetimiz ne olacak?!”
Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır:
“Allâh, kardeşim Yûsuf’a rahmet etsin! O şarabdâra: «Beni efendinin yanında an!» demeseydi, zindanda beş seneden sonra yedi sene daha kalmayacaktı.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 264)
SIKINTI VE BELÂLAR CEZA DEĞİL HEDİYE
Cenâb-ı Hakk’ın peygamberlere ve velîlere vermiş olduğu iptilâ, sıkıntı ve çeşitli meşakkatler, onlara cezâ olarak değil, hediye olarak verilmiştir.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Allâh bir kulunu sevdiği zaman, onun üzerine belâlarını döker de döker!..” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, III, 334/6811)
Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimizi, hasta iken ziyâret etmiş ve O’nun katlandığı büyük acılara bizzat şâhid olmuştu. O şöyle anlatır:
“Elimi üzerine koydum, harâretini yorganın üstünden hissediyordum.
«-Ey Allâh’ın Rasûlü, harâretiniz çok fazla!» dedim.
«-Biz (peygamberler) böyleyiz. Belâlar bize kat kat gelir, buna mukâbil mükâfatları da kat kat verilir.» buyurdu.
«-Ey Allâh’ın Rasûlü! İnsanların en çok belâya mâruz kalanları kimlerdir?» diye sordum.
«-Peygamberler!» buyurdu.
«-Sonra kimlerdir?» dedim.
«-Sonra sâlihler!» buyurdu ve şu îzâhı ilâve etti:
«Onlardan biri fakirliğe öylesine mübtelâ olur ki, kendini örten bir abâdan başka bir şey bulamaz. Onlar, sizin bolluğa sevindiğiniz gibi belâya sevinirler.»” (İbn-i Mâce, Fiten, 23)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları