Hediye Gönderenin Büyüklüğüncedir

Her nimet karşılığında bir şükrü gerektirir. Nimetlerin en büyüğü olan Peygamber nimeti de bundan istisna değildir. Yüce Rabbimiz lütfettiği bu nimete şükür olarak Kutlu Elçisine sık sık salat u selam getirmemizi emir buyurmuştur.

Allah Teâla sonsuz rahmetinin eseri olarak kullarına iki büyük lütufta bulunmuştur. Bunlar hidayet rehberi olan Kuran-ı Kerim ile onu canlı olarak yaşayan Peygamber Efendimiz (s.a.v)’dir. Kuran’ın hidayeti, Resulullah’ın hayatı ile birleşerek insanlık “karanlıktan aydınlığa” çıkarılmıştır. Peygamber Efendimizin bu önemli vazifesine işareten Allah Teâla onun ömrüne yemin etmiş, kendisini “Rahmetenlil Âlemin = Âlemlere Rahmet” sıfatıyla taltif etmiştir. Bu Kurani övgülere ilaveten Yüce Rabbimiz Peygamberimizin nasıl bir lütuf olduğunu şu ayette açıkça ifade etmiştir: “Ant olsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmran, 164) Eğer Peygamberimiz gönderilmeseydi biz tezkiye olamaz, ilimden ve hikmetten habersiz yaşar, sapıklıktan kurtulamazdık. Rabbimizi bulamaz, O’na layığınca kul olamazdık. Peygamber Efendimiz tüm insanlığa, yeryüzündeki tüm canlılara, ağaçlara, kuşlara, denizlere dağlara kısaca her varlığa bir rahmettir. Bu vesileyle siyer kitaplarımızı dikkatle okuyarak Peygamberimizin hayatın her alanında nasıl bir lütuf olduğunu öğrenmemiz içimize çektiğimiz hava kadar hayatidir.

Her nimet karşılığında bir şükrü gerektirir. Nimetlerin en büyüğü olan Peygamber nimeti de bundan istisna değildir. Yüce Rabbimiz lütfettiği bu nimete şükür olarak Kutlu Elçisine sık sık salat u selam getirmemizi emir buyurmuştur. “Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere salat ederler, ey müminler siz de ona çokça salat edin ve gönülden ona teslim olun.” (Ahzab, 56) Bu ayette farklı bir hitap vardır; şöyle ki bize daha emir vermeden, Allah Teâlâ peygambere salat getirmeyi bizzat zatının yaptığını haber vermiştir. Böylece Peygamberimize salat u selam göndermek Allah Teâlâ’dan bize gelen bir sünnet olmuştur. Daha biz salat u selamın ne olduğunu bilmez iken Yüce Rabbimiz hem Zatıyla hem de sayısız melekleri ile Enbiyalar Sultanına salat etmiş ve bizleri şu manaya irşad etmiştir: “Size lütfettiğim Peygamberin şanı öylesine yücedir ki ona hem Ben Azimüşşan salat ediyorum, hem de meleklerim. Sakın ha, siz de ona saygıda, salat u selam göndermede kusur etmeyin.

PEYGAMBERİMİZE SALATU SELAM GETİRMENİN EHEMMİYETİ

Müfessirlere göre Allah’ın Peygamberine salatı, rahmetini ve şefkatini onun üzerine yağdırması; meleklerin salatı, Efendimiz için istiğfar etmeleri, müminlerin salatı ise Fahri Kâinat’a (s.a.v) dua etmeleridir. Peygamber Efendimizin isminin anıldığı her mecliste ona salat u selam getirmek farzdır. Aynı mecliste birden fazla anıldığında bir kere salat u selam getirmekle de farz yerine gelmiş olur. Bugün bazı nadanlar akademik tarafsızlık gibi bahaneler ile Allah Resulüne (s.a.v) salat u selam getirmekten geri durmaktadırlar. Hâlbuki bu tür bir ahmaklığın cezası son derece şiddetlidir. Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde: “Yanında ismim anıldığı halde bana salat getirmeyenin burnu yere sürtülsün, helak olsun, rahmetten uzak olsun” (Tirmizi) buyurmuştur.

Tarikat erbabı Allah Resulüne salat u selam getirme emrini çok ciddiye almış, kelime-i tevhid ile beraber her salikin günde en az 100 veya 111 adet salat getirmesini günlük evradın bir parçası yapmışlardır. Ayrıca sufilerin okudukları evrad ve dualar da çoğunlukla Peygamberimize getirilen birbirinden güzel salatlar ile doludur. Hatta bazı sufiler farz ve sünnetler dışında nafile ibadet olarak salat u selam getirmenin manevi kemalat için yeterli olacağını ifade etmişlerdir. Özellikle kâmil bir şeyhe ulaşılamayan hallerde bu en çok tavsiye edilen yol olmuştur. Çünkü Habibullah’a (s.a.v) salat getirmek, onu sevmeyi, onu sevmek ise insana muhabbetullahı kazandırır. Allah Teâlâ tarafından özel olarak sevilen sevgiliyi sevmek, kendisine hürmet ve tazim göstermek, onun hakkını korumak, bu konuda bizzat Allah’a ve O’nun meleklerine uymak demektir.

ALLAH'A GİDEN YOLDA REHBERİMİZ

Büyük sufi müfessir İbn Acibe, Peygambere salat emrindeki şerefin, Hz. Âdem’e secde edilmesi emrinden daha yüksek olduğunu bildirir. Çünkü Allah Teâlâ Âdem (a.s)’a secde edilmesi emrinde melekleri ile beraber olmamıştır. Hâlbuki Yüce Rabbimiz Peygamberimize salat u selam edilmesinde meleklerle beraberdir. Şu halde melekler ve Allah Teâlâ’dan gelen şeref, sadece meleklerden gelen şereften çok daha üstündür.

Sufilere göre İslam ve iman sahasında olduğu gibi ihsan manasına gelen seyr u sülûkun da en büyük rehberi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’dir. Seyr u sülûk süreci ona benzemenin, ona can u gönülden teslim olmanın yoludur. Hakka giden yollar ancak onun rehberliği ile bizi hedefe götürür. Bu hususta İmam Rabbani hazretleri çok hassas olup; O’na (s.a.v) uyarak yapıldığında önemsiz gibi görünen küçük bir işin dahi ona uyulmadan yapılan büyük işlerde daha ecirli olduğunu şöyle ifade eder:

“Peygamber Efendimize bağlılığın bir neticesi olarak öğle arası gerçekleştirilen kaylule (gün ortası) uykusu, bu bağlılıktan kaynaklanmayan binlerce gecenin ihyasından daha faziletlidir. Aynı şekilde Mustafa’nın getirdiği şeriatın emrine uyarak Ramazan bayramı günü oruç tutmamak, onun şeriatından alınmamış olan ömür boyu oruç tutmaktan daha iyidir.” (Mektubat, c. I, m. 114)

MANEVİ HAL VE KERAMETLER

Peygamber Efendimize böylesine derin bir bağlılık peşinde koşan sufiler yanında, keşif keramet, rüya gibi ulvi kavramları kullanarak insanları dalalete sürükleyen kesimler de hep olagelmiştir. Hâlbuki tasavvufun amacı olağan dışı manevi halleri ve ruhi zevkleri yaşamak değildir. Esas amaç her hususta Allah Resulüne (s.a.v) benzemek ve onunla gönderilen ilahi lütuftan doyasıya feyiz almaktır. Bu hususu Hacegan yolunun büyüklerinden Yusuf Hemedani hazretleri şöyle ifade eder:

“İşlerimiz Peygamber Efendimizin sünnetine uygun olduğunda, keşif-keramet gibi manevi hallere sahip olmadığımızdan dolayı üzüntü duymayız, aksine Peygamberimizin sünnetine uymadan elde ettiğimiz her tür manevi hal ve kerametleri ise yüz karalığı ve zillet sayarız.” (Mektubat, c. I, m.210)

Yüce Rabbimiz müminlere her hususta Elçisine (s.a.v) tam tabi olmalarını, onu bırakıp ta kendi heva ve heveslerine uymamalarını emretmiştir. Bu yasağın en veciz ifadesi kendini Hucurat suresinde şöyle bulmuştur: “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” (Hucurat, 2)

Bugün Peygamber Efendimiz (s.a.v) aramızda değildir, bu durumda bir insan sesini nasıl onun sesinden fazla çıkarabilir? Müfessirlere göre bir konuda Peygamberimizin açık bir hadisi varken bunun aksine bir fikir beyan etmek, hadisin manasını akla, mantığa aykırı bulmak bir bakıma insanın kendi sesini/görüşünü Rasulullah’ın üzerine yükseltmesi demektir. Rabbimizden niyaz ederiz ki bizleri bir an olsun nefsimizin hevasına bırakmasın, Sevgili Peygamberimizin yolundan bir an olsun ayırmasın. Bu hususta bilmeyerek hata yapan ve hadlerini aşan kardeşlerimize de Allah Teâlâ tevbe etmeyi nasip etsin, âmin.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 374. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.