Helal Lokmadan Neler Doğuyor Neler!

İbadet Hayatımız

Bugün maalesef lüks, israf, oburluk, güç gösterisi ve nefsânî ihtirasların arttığı bir devredeyiz. Hâlbuki oruç ibadeti bizlere, fânî nîmetlerin bir gün tamamen elinden alınacağı bir âhiret yolcusu olduğumuzu hatırlatarak, nefsânî zevklere takılıp kalmamayı, helâlleri bile asgarî seviyede kullanıp kifâyet miktârıyla yetinmeyi ve dünyevî imkânları âhiret sermâyesi kılma firâsetini telkin eder.

Cenâb-ı Hakk’ın bizlere örnek nesil olarak takdîm ettiği Ashâb-ı kirâm’ın dünyaya karşı müstağnî duruşlarını, bilhassa Ramazân-ı şerîfte daha derin bir şekilde tefekkür etmeliyiz. Onların âile hayatı nasıldı? Ticârî münâsebetleri, ictimâî muâmelâtları nasıldı?

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medîne’ye hicret edip Ensâr ve Muhâcirleri birbirine kardeş kıldıktan sonra niçin ilk olarak Medîne çarşısını teftiş etti? Çünkü müʼminin iktisâdî noktadaki asıl derdi, çok kazanmak değil, az veya çok, fakat mutlaka “helâl” kazanmaktır.

Kazanılan rızkın mânevî keyfiyeti çok mühimdir. Zira helâl lokmadan feyiz ve rûhâniyet doğar. Helâl lokma, rûha zindelik veren bir vitamin gibidir. Haram ve şüpheli lokmalardan ise rûha hantallık ve gaflet sirâyet eder. Bu sebepledir ki Süfyân-ı Sevrî Hazretleri kişinin dindarlığını şu şekilde ifade eder:

“Kişinin dindarlığı, lokmasının helâlliği nisbetindedir.”

Yine kendisine bir gün:

“–Efen­dim! Na­ma­zı bi­rin­ci saf­ta kıl­ma­nın fa­zî­le­ti­ni an­la­tır mı­sı­nız?” denildiğin­de, Süfyân-ı Sevrî Hazretleri tekrar he­lâl lok­ma­ya dik­kat çekerek:

“–Kar­de­şim! Sen ek­me­ği­ni ne­re­den ka­za­nı­yor­sun, ona bak! Ka­zan­cın he­lâl ol­duk­tan son­ra, han­gi saf­ta di­ler­sen ora­da na­ma­zı­nı kıl; bu hu­sus­ta sa­na güç­lük yok­tur.” ce­va­bı­nı ver­miş­tir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ramazan-ı Şerif makaleleri