Helal ve Haramın İnsana Etkileri
Haram yolla kazanılan kazancın, haram lokmanın, insan vücuduna maddi-manevi etkileri var mıdır?
Ağızdan geçen her lokma, eğer helâl ise kişiye feyiz ve mânevî zindelik verir. Fakat haram veya şüpheli bir lokma ise, gaflet ve hantallık verir; duyuşları kısırlaştırır; kalbe bir perde olur.
HARAM YEMEK KALBİ ÖLDÜRÜR
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:
“Haram yemek kalbi öldürür (gaflete dûçâr edip hantallaştırır), helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma var seni dünya ile, lokma var seni âhiret ile meşgul eder. (Takvâ üzere kazanılan helâl) lokma ise, seni Allah Teâlâ’ya rağbet ettirir.”
İBADETLER ON CÜZ OLUP DOKUZU HELÂLİ TALEP ETMEKTİR
Bunun içindir ki Allah dostlarından Ali Râmîtenî Hazretleri;
“«İbadetler on cüz olup dokuzu helâli talep etmektir. Geri kalan bütün ibadetler, bir cüzdür.»[1] hadîsini okuyup ardından;
“Helâl yemeyen kişi, kendinde Allâh’a itaat etme gücü bulamaz, hep isyâna ve nefsânî arzulara meyleder. Helâl yiyen kişi de Allâh’a isyankâr olamaz…”[2] buyurmuştur. Yani helâl kazanç, takvânın temel müessirlerindendir.
KİŞİNİN DİNDARLIĞI, EKMEĞİNİN HELÂLLİĞİ NİSBETİNDEDİR
Nitekim, Hak dostlarından Süfyân-ı Sevrî Hazretleriʼne:
“–Efendim! Namazı birinci safta kılmanın fazîletini anlatır mısınız?” dediklerinde, Hazret helâl lokmaya dikkat çekerek:
“–Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Kazancın helâl olduktan sonra, hangi safta dilersen orada namazını kıl; bu hususta sana güçlük yoktur.” cevabını vermiştir. Bir başka vesîleyle de:
“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Allah Teâlâ, kulunu helâl peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 65)
Maalesef günümüzde kapitalist zihniyet, mânevî değerleri o kadar tahrip etti ki bâzı dindarların ticârî faaliyetlerinde bile İslâm ahlâk ve şiarlarına uymayan işler âdeta tabiî hâle geldi. Hacca giden ve namaz kılan birçok kimse dahî; «Ben daha çok hayır yapmak için daha çok kazanmalıyım!» diyerek, kabul edilemez nice yanlışlara, gözü kapalı adım atabiliyor. Yani helâl ile haram, iç içe yaşanıyor.
Hâlbuki haramı mübah addetmek, o cürmü fiilen işlemekten çok daha tehlikelidir. Zira bu durumun, böyle düşünen bir kimseyi, inanç itibâriyle İslâmʼın dışına çıkarma tehlikesi vardır. Yani gayr-i İslâmî bir tavrı meşrû saymaktaki asıl tehlike, onun amelî bir yanlıştan da öteye geçerek “îmân”a zarar verecek olmasıdır.
Bugün böyle hareket edenlerin bir kısmı, ticârî hayata hâkim olan kapitalist sistemin kâidelerine uymayı “mecbûrî” görerek kendilerini avutuyorlar. Hâlbuki kişinin geçimini temin maksadıyla ticâret sahasını seçip seçmemesinde bir mecbûriyet yoktur. Ayrıca, kazanç hırsıyla İslâm dışı tavırlara yönelmek ve hattâ bunları mübah veya meşrû addetmek de aslâ mecbûrî değildir.
Dipnotlar:
[1] Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, III, 107/4062. [2] Resâil-i Sitte-i Zarûriyye, Delhi 1308, s. 14.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları