Hendek Savaşı’nda Gösterilen Kahramanlıklar
Peygamber Efendimiz ve sahabilerinin Hendek Savaşı’nda gösterdikleri kahramanlıklar...
Büyük-küçük herkes savaşta vazîfe alıyor, Resûlullâh hendeğin dar yerinde bizzat nöbet tutuyordu.[1]
Ümmü Seleme vâlidemiz der ki:
“Hendek’te Resûlullâh ile birlikte bulundum. Orada ve bulunduğu diğer yerlerde kendisinden hiç ayrılmadım. Allâh Resûlü hendeği bizzat beklemekte idi. O sırada şiddetli bir soğuğa tutulmuştuk. Resûlullâh’a bakıyordum. Namaza durmuştu. Sonra gidip bir müddet hendeğe doğru baktı ve:
«–Şunlar herhâlde müşriklerin süvârîleridir, hendeği dolaşıyorlar! Onlara karşı koyacak kim var?» buyurdu. Daha sonra:
«–Ey Abbâd bin Bişr!» diye seslendi. Abbâd:
«–Lebbeyk: Buyur yâ Resûlallâh!» dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona:
«–Yanında kimse var mı?» diye sordu. Abbâd:
«–Evet! Ben ve ashâbınızdan bâzıları, çadırınızın çevresinde bulunuyoruz!» dedi. Resûlullâh:
«–Arkadaşlarınla birlikte gidip hendek boyunca dolaş! Şu görünen süvârîler herhâlde düşman süvârîlerindendir, sizin için dolaşıyorlar, gafletinizden yararlanarak ansızın baskın yapıp bâzılarınızı öldürmeyi umuyorlar!» buyurdu ve:
«Ey Allâh’ım! Onların şerlerini bizden uzaklaştır! Onlara karşı bize yardım et ve bizi onlara gâlip kıl! Bizi, Sen’den başka gâlip kılacak yoktur!» diye duâ etti.
Abbâd bin Bişr, arkadaşlarıyla birlikte gitti. O sırada müşriklerin reisi Ebû Süfyân, bir süvâri birliğiyle hendeğin dar yerini dolaşıyordu. Müslümanlar oraya yetiştiler, onları taş ve oka tuttular. Ben de onlarla birlikte durdum, müşrik süvârîlerine taş ve ok attık. Nihâyet onları zayıflattık, yıprattık. Bir müddet sonra bozuldular ve yerlerine dönmek zorunda kaldılar. Resûlullâh’ın yanına döndüğüm zaman, kendisini namazda buldum… Allâh, Abbâd bin Bişr’e rahmet etsin! O her zaman Allâh Resûlü’nün çadırını bekleyen ashâbdandı.” (Vâkıdî, II, 464)
Allâh Resûlü’nün halası Hazret-i Safiyye, bu esnâda kadın ve çocuklarla birlikte, Hassan bin Sâbit’in, Fârî adlı köşkünde bulunuyordu. Yahûdîlerden on kişilik bir birlik gelip köşkü oka tuttular ve içeri girmeye çalıştılar. Onlardan birisi köşkün çevresinde dolaşıyor, açık bir yer arıyordu. Resûlullâh ve ashâbı ise bu esnâda Hendek’te düşmanla harp hâlindeydi.
Hazret-i Safiyye çâresiz kalıp bu musîbeti kendisinden başka def edecek kimsenin olmadığını görünce, başını bir tülbentle sıkıca bağladı ve eline bir sırık alarak köşkten aşağıya indi. Kapıyı açıp orada dolaşan Yahûdînin arkasından yavaşca yaklaştı. Elindeki sırıkla başına vurup onu öldürdü. Arkadaşlarının ölmüş olduğunu gören Yahûdîlerin içine bir korku düştü:
“−Bize buradaki kadınların başında muhâfızların olmadığı söylenmişti!” diyerek dağılıp gittiler. (Heysemî, VI, 133-134; Vâkıdî, II, 462)
Hazret-i Âişe vâlidemiz de, ashâbın cihâda olan şevkine dâir müşâhedelerini şöyle nakleder:
“Hendek Gazvesi günü, insanların ardından gittim. Arkamdan bir ses geldi. Dönüp bakınca Sa’d bin Muâz ile kardeşinin oğlu Hârise bin Evs’i gördüm. Olduğum yere çöktüm. Sa’d’ın sırtında dar bir zırh vardı, kolları zırhtan dışarı çıkmıştı. Cihâda katılmayı teşvîk eden ve ecel geldiğinde ölümün ne kadar güzel olduğunu bildiren bir şiir okuyordu. Annesi ona:
«–Oğulcağızım! Koş, Resûlullâh’a yetiş! Geciktin vallâhi!» diyordu. Sa’d’ın annesine:
«–Sa’d’ın zırhının, parmaklarına kadar bütün vücûdunu örtmesini isterdim.» dedim. Onun açık kalan kollarından okla vurulmasından endişelenmiştim. Sa’d’ın annesi:
«–Allâh hükmünü yerine getirir!» dedi. Sa’d o gün yaralandı.” (Ahmed, VI, 141; İbn-i Hişâm, III, 244)
Sa’d, yarasının ağır ve öldürücü olduğunu anlayınca:
“Allâh’ım! Eğer Kureyş müşrikleriyle herhangi bir çarpışma daha takdîr ettinse, beni de o çarpışmada bulunmak üzere sağ bırak! Çünkü Resûlüne işkence ve kötülük yapan, onu yalanlayan ve yurdundan çıkaran o Kureyş kavmiyle çarpışmayı istediğim kadar, başka hiçbir kavimle çarpışmayı istemiyorum. Eğer bizimle onlar arasındaki çarpışma bu kadarsa, yaramı şehîtliğe vesîle kıl! Beni huzûruna kabul buyur! Kurayzaoğulları’nın cezâlandırıldıklarını görüp sevininceye kadar da canımı alma!” diyerek duâ etti. (Vâkıdî, II, 525; İbn-i Sa’d, III, 423)
Sa’d duâsını bitirir bitirmez kanı dindi, bir damla bile akmadı.[2]
Resûlullâh, Sa’d için mescide bir çadır kurdurdu. Maksadı, onu daha sık ziyâret etmek ve onunla yakından alâkadar olmaktı.[3]
HZ. ALİ’NİN KAHRAMANLIĞI
Derin hendekleri, ancak birkaç müşrik geçebilmişti. Bunlardan biri olan Amr bin Abd, bütün Arabistan’ın en meşhur pehlivanlarındandı. Karşısına Hazret-i Ali çıktı ve Allâh’ın izniyle onu öldürdü. Diğerlerinin âkibeti de aynı oldu.
Savaş uzayıp gidiyordu. Mü’minler öyle zor bir durumda kaldılar ki, ilâhî yardım ne zaman gelecek diye beklemeye başladılar. Bu hâli Allâh Teâlâ, âyet-i kerîmelerde şöyle tasvîr buyurur:
“Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler ağza geldiği ve siz Allâh hakkında türlü türlü zanlara düştüğünüz zaman; işte orada îman sâhipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardır.
O zaman münâfıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar; «−Meğer Allâh ve Resûlü bize sâdece kuru vaatlerde bulunmuşlar!» diyorlardı. Onlardan bir grup da demişti ki: «−Ey Yesribliler (Medîneliler)! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün!» İçlerinden bir kısmı ise; «−Gerçekten evlerimiz emniyette değil!» diyerek Peygamber’den izin istiyordu. Oysa evleri tehlikede değildi, sâdece kaçmayı arzuluyorlardı. Şâyet fitne çıkarmaları (dinden dönmeleri) istenseydi, bunu hemen yaparlardı. And olsun ki, daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dâir Allâh’a söz vermişlerdi. Allâh’a verilen söz, mes’ûliyeti gerektirir! (Resûlüm!) De ki: «−Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size aslâ faydası olmaz!..»” (el-Ahzâb, 10-16)
“Mü’minler ise düşman birliklerini gördüklerinde; «−İşte Allâh ve Resûlü’nün bize va’dettiği! Allâh ve Resûlü doğru söylemiştir!» dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak îmanlarını ve Allâh’a bağlılıklarını artırdı.” (el-Ahzâb, 22)
[1] Vâkıdî, II, 463-464.
[2] Tirmizî, Siyer, 29/1582; Ahmed, III, 350.
[3] Buhârî, Meğâzî, 30.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR