Her An Şükür Hâlinde Olmalıyız
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi bu haftaki sohbetlerinde çocuk eğitiminin nasıl olması gerektiğinden ve şükürün ehemmiyetinden bahsediyor.
Çocuklarımız, yavrularımız; Cenâb-ı Hakkʼın en büyük lûtuf ve ihsânıdır. Evlâtlarımız, Allâhʼın bize emanetidir.
Bilhassa kız çocuklarına -demin bahsettim- daha çok ehemmiyet göstermemiz zarurî. Çünkü âileyi o kuracak.
Dünyada yavrular büyürken anne-babaya muhtaçtır. Hayatın son kısmında anne-babalar yavrularına muhtaçtır. Zira Cenâb-ı Hak evlâtları şöyle îkaz eder, İsrâ Sûresiʼnde:
“Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya (her) ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «اُفٍّ : öf» bile deme; onları azarlama; (ikisine de) güzel söz söyle.” (el-İsrâ, 23)
قَوْلًا مَيْسُورًا “Onlara ikramlı sözler söyle.” (Bkz. el-İsrâ, 28)
Yaşlandıkça melekeler azaldığı için çocuklaşmalar başlayabilir. Cenâb-ı Hak “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor.
Yavrularımızı hayır-hasenatta yetiştirmemiz, hizmet zevkini vermemiz… Hattâ eskiden büyükler, evlâtlarının ceplerine, câmiye giderken, orada, kapıda muhtaçlar olurdu. Bozuk paralar verirlerdi bizim çocukluğumuzda. Camiden çıkarken o çocuklar vasıtasıyla o kapıdaki o muhtaçlara para verdirirlerdi ki, çocuk namaza alıştığı gibi vermeye de alışsın, cömertliğe de alışsın. Eğer ufak yaşta alışamazsa sonra o alışkanlık gelmiyor.
Velhâsıl (Rasûlullah Efendimiz):
“Hepiniz çobansınız.” buyuruyor. “Hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek âilenin çobanıdır, güttüklerinden sorumludur. Kadın, kocasına evinin çobanıdır, sürüsünden sorumludur.” (Bkz. Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)
Anne-babanın dikkat edeceği hususlar:
Bunlar mühim. Bugün âile erozyonda maalesef.
Bir defa evlâda güzel bir isim koyacak. İsim müsemmâyı çeker.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir yerden geçerken, bir köyden bile geçerken, o köyün ismini sorardı. İsmi eğer hoş bir isim değilse ismini değiştirirdi.
Meselâ bir gün oturuyordu Efendimiz. Bir dişi deve sütü alınacaktı. Üç kişi ayağa kalktı. Efendimiz üçünün de ismini sordu. Birinin ismi Mürre idi; acı. Öbürü Cemre idi; kor hâlindeki ateş. Öbürü Yaîşʼti; yaşar. Üçüncüsüne;
“‒Sen (dedi) hayvanın sütünü sağ.” dedi.
Demek ki birincisi; evlâtlarımıza gönle hoş gelen isimler konulacak.
İkincisi; dînî tahsile birinci derecede ehemmiyet verilecek. Zira ahlâkî yapı, dînî yapıya bağlıdır.
Yavrularımıza, bir imtihan dershânesinde olduğumuz dâimâ telkin edilecek.
Üçüncüsü; anne-baba, evlâdına örnek olarak davranış güzellikleri sergileyecek. Bunun zıddı, münâkaşalı ve kavgalı ortamda yetişen çocuklar huysuzlaşır, hırçınlaşır. Huzurlu ve dengeli bir ortamda ise güzel huylar ve terbiye ile büyür çocuk.
Ana-baba eğer bir şeyde münâkaşa edecekse çocukların yanında bunu yapmaması lâzım. Çocuklara en büyük kötülüğü vermiş olurlar.
Çocukların davranışlarının, onlara hissettirilmeden kontrol edilmesi zarurî. Göz önünde yapmadıkları kabahatleri gizlice yaparlar. Onu da anne-baba saklarsa, bu, alışkanlık hâline gelir çocukta.
Diğer husus: Yavrularımızın güzel işleri takdir edilecek, mükâfatlandırılacak. İmam Mâlikʼten misal verdiğimiz gibi. Hatâlı işleri ise tatlı bir dille îkaz edilecek. Kusurlarının tekrarlanmamasına dikkat edilecek.
Enes bin Mâlik diyor ki:
“Allah Rasûlü beni öyle bir terbiye etti ki «‒Bunu niçin yaptın Enes!?» bile demedi. Beni O, muhabbetle terbiye etti. Beni bir yere gönderirdi. Arkadan beni takip ederdi. Ben, mahalle çocuklarıyla dalardım oyuna, arkamdan gelir; «Enescik!» derdi. «Buyur yâ Rasûlâllah!» derdim. Bakardım, bana güzel bir tebessümle; «Seni şuraya göndermiştim değil mi Enescik?» derdi.” (Bkz. Müslim, Fedâil, 54)
Enes, 20 yaşındaydı Efendimiz vefat ettiği zaman. Rivayete göre 100 yaşına kadar yaşıyor. Enes diyor ki:
“Beni Allah Rasûlü öyle bir terbiye etti, öyle bir muhabbet verdi ki, rüya görüp de Oʼnu görmediğim bir rüya yoktur.” diyor.
Diğer husus:
Çocuklara sık sık ceza vererek arsız hâle getirmemeli. Sık sık ceza da çocuğu arsız hâline getirir. Azarlanmaktan arsız hâle gelen çocuk, yapmış olduğu kötülükleri huy edinir. Ondan sonra kendisine yapılan nasihatler de öğütler de fayda vermez.
Diğer husus:
Emirler, yasaklar, kâideler, dînî mevzular öğretilirken, kavrayabileceği şekilde öğretilmeli. Nasıl süt çocuğuna baklava verilmez, onun idrâkine göre îzah etmek lâzım. Tabi o da bir eğitim meselesidir.
Âdâb-ı muâşeret üzerinde ciddiyetle durulması zarurîdir. Anne-baba çocuğun şahsiyet ve kimlik kazanmasında, kibar, zarif, ince ruhlu olarak yetişmesinde örnek olacak. Baba-anne örnek olacak ki evlât da onu taklit edecek.
Rivayette, Ebû Hanîfe Hazretleri, bir çocuk kayıyor şeyde:
“‒Oğlum diyor, dikkat et diyor, düşeceksin!” diyor.
“‒Yâ İmam!” diyor. “Ben düşersem diyor, üstüm kirlenir diyor. Sen düşersen diyor, arkandaki cemaat zarar görür!” diyor.
Yine rivâyet; tabi bunlar kıssadan hisseler:
Yengeç -mâlum- böyle yamuk yamuk yürür. Yengeç diyor ki çocuğuna:
“‒Oğlum diyor, düzgün yürü.” diyor.
“‒Anne diyor, sen önümde düzgün yürü ki diyor, ben de diyor, senin arkanda düzgün yürüyeyim.” diyor.
Yine çocuklara, yerken, içerken, Allâhʼın nîmetleri hatırlatılacak. Besmele, hamd, şükre alıştırılacak. Küçük yaşlarda ibadet aşkı, hizmet zevki verilecek.
Velhâsıl, yavrularımızın kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba olmaya gayret etmemiz zarûrî olmuş oluyor.
Yine âile saâdeti için, erkek ve hanımda müşterek gerçekleşecek hususiyetler… Bunun temelinde şunlar var:
Birbirleriyle iyi geçinmek. Birbirlerinin yanlış hareketleri karşısında onların güzel huylarını düşünmek. O şekilde o yanlış huylarını telâfi etmek.
Sevinç ve üzüntülerin paylaşılması. Hayatın yük ve sıkıntılarına beraber katlanmak.
Anlayışlı ve olgun davranmak.
Fedâkâr olmak.
Yine saadet için şu beş madde çok mühim:
Birincisi; dindarlık. Bu, saâdetin temeli.
Fazîlet; işte zor zamanlarda birbirlerinin güzel huylarını düşünerek aralarında münakaşaya mahal vermemek. Şâyet münakaşanın önüne geçilemiyorsa, çocukları bu durumun dışında tutmak, onlara zarar vermemeye gayret etmek.
Üçüncüsü muhabbet: Muhabbetin menşei Cenâb-ı Hakʼtır. İki taraf, Allah rızasına uygun bir şekilde fazîletlerini artıracak, dâimâ birbirinin rûhuna girecek bir damar bulacaklar. Bu şekilde birbirlerinin yanlış hareketlerini güzel-tatlı îzah edecekler. Bu muhabbet, Cenâb-ı Hakkʼa götürecek.
Efendimiz buyuruyor ki:
“O kadın ne güzel bir kadındır.” buyuruyor. “Beyini (diyor), seherlerde (diyor), teheccüde kaldırır (diyor).
O erkek (diyor), ne güzel bir erkektir (diyor). Hanımını (diyor), teheccüdlerde (diyor), namaza kaldırır (diyor). Hattâ (diyor), birbirinin yüzüne su serperler.” diyor. (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 13)
Demek burada iki husûsiyet var: Demek ki su serpecek kadar samimî olması. İkincisi de; takvâ sahibi olmaları. Demek ki bir yuvada takvâ varsa, samimiyet varsa o yuvada -elhamdülillâh- rûhâniyet, feyz, takvâ kıvam bulur.
Sadâkat; birbirinin zor zamanlarında tarafların fedakârlığı…
Merhamet: Rahmetli pederim Mûsâ Efendi onu telkin ederdi yeni evlenenlere:
“Oğlum, kızım!” derdi. “Birbirinize merhametli olacaksınız.” derdi. “Fakat bu merhamet, Allah yolunda merhamet. Birbirinizi ibadete teşvik edeceksiniz. Beraber seherlerde kalkacaksınız. Beraber Kurʼân-ı Kerîm okuyacaksınız. Allâhʼın rahmeti üzerinizde tecellî edecek.”
Velhâsıl huzurlu âile yuvasının beş şartı:
Muhabbet, sadâkat, karşılıklı saygı, sabır ve mesʼûliyet…
Velhâsıl Cenâb-ı Hak, bizim “ecmel” olmamızı, yani her hâl ve davranışımızın gönle huzur ve ferahlık verecek bir nitelikte olması, bir zarâfet içinde ve bir letâfet içinde olması… Müʼmin, “ecmel” olacak.
İkinci; “ekmel” olacak. Yani her hususta olgun olacak. Mükemmellik, hattâ ihtişam sergileyecek.
Üçüncü; “ahsen” olacak. Cenâb-ı Hak “اَحْسِنُوا” buyuruyor. (el-Bakara, 195) Yani her işini en güzel bir sûrette îfâ ederek etrafına güzellik tevzî edecek, Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.
Cenâb-ı Hak da Zümer Sûresiʼnde:
Melekler, Cennetʼe girenler sevk olunurken;
“سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ” diyecekler. “…Selâm size! Tertemiz geldiniz, artık ebedî kalmak üzere girin bu Cennetʼe.” (Bkz. ez-Zümer, 73) diyecekler. Bir tebrik edecekler.
Yine;
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ
“…Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı…” (el-En‘âm, 54)
Yine melekler:
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
“(Melekler; bu dünyadaki olan meşakkatlere, nefsin arzularına) sabrettiğinize karşılık size selâm olsun. Dünya yurdunun sonu (Cennet) ne güzeldir.” (er-Ra‘d, 24) diyecekler.
Yine:
سَلَامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“…Size selâm olsun! Yapmış olduğunuz amellere karşılık Cennetʼe girin.” (en-Nahl, 32) diyecekler.
Yine o müʼminler Cennetʼe girerken de; “…Hidayetiyle bizi (İslâm nimetine) kavuşturan Allâhʼa hamdolsun…” (el-A‘râf, 43)
O hidâyeti kaybetmeme. O hidâyeti devam ettirmek. Hidâyetle son nefesi verebilmek…
Cennetʼe girerken de Cenâb-ı Hakkʼa bir teşekkürle gidecekler. Hidâyeti veren Cenâb-ı Hak.
“…Hidâyetiyle bizi (bu nîmete) kavuşturan Allâhʼa hamd olsun. Allah bize doğru yolu (sırât-ı müstakîmi) göstermeseydi (iletmeseydi), kendiliğimizden doğru yolu bulabilecek değildik…” (el-A‘râf, 43) derler.
Yine bu, bir, Cenâb-ı Hakkʼa bir teşekkürle, bir şükürle, yani her an şükür, her an hamd.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
(“Hamd (övme ve övülme), Âlemlerin Rabbi Allâhʼa mahsustur.” [el-Fâtiha, 2])
Her an kul, teşekkür hâlinde olacak.
Efendimiz, Muaz bin Cebelʼin elini tuttu, şöyle bir salladı.
“‒Muaz!” dedi. “Şu duâyı çok yap.” dedi. “Her namazdan sonra yap.” dedi.
اَللّٰهُمَّ اَعِنِّى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
(“Allâh’ım! Seni zikretmek, Sana şükretmek ve Sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!”) (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26)
“Yâ Rabbi bana yardım et!”
Nerede yardım et?
Zikirde yardım et. Allâhʼı unutmamakta yardım et.
Şükürde yardım et. Dâimâ bir teşekkür edâsı içinde bulunabilmek…
Sayamazsın nîmetleri. En büyük nîmet, hidâyet nîmeti. Kurʼân nîmeti. Rasûlullah Efendimizʼe ümmet olma nîmeti… Bütün dünyevî nîmetler verilse ne kadar yaşayacaksın? Hidâyet nîmetini unutmamak ve hidâyet üzere ölmek.
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
(“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” [Âl-i İmrân, 102])
Hidâyet üzere ölmenin gayreti içinde bulunabilmek. Cenâb-ı Hak;
“…Ancak müslüman…”
“…Takvâ sahibi olun, Allâhʼın azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ sahibi olun, ancak müslümanlar olarak can verin.” buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 102)
“…Eğer siz, Allâhʼa yardım ederseniz (Allâhʼın dînini yaşarsanız, yaşatırsanız), Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.
Cenâb-ı Hak, nasıl burada toplandık -inşâallah- cümlemizi de kıyâmetin o zor gününde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin civârında cem eder -inşâallah-.
Tabi, Efendimiz buyuruyor:
اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Demek ki canımızdan, malımızdan her şeyden (çok) Efendimizʼi seveceğiz. Can, mal, evlât, neyimiz varsa onu, Allah yoluna istikâmetlendireceğiz.
Yine Cenâb-ı Hak buyurur:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ
“Kim Rasûlʼe itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)
Duâmızın kabûlü niyâzıyla Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha…