Her Doğan İslam Fıtratı Üzerine Doğar
"İslâm, insan fıtratına en uygun bir dîndir." derken anlatılmak istenen şey nedir? İslam'ın insan fıtratı üzerine etkileri ve uyumu...
Allâh’ın rahmet ve merhametinin şümûlü îcâbı olarak da bütün beşeriyyeti istisnâsız bir şekilde muhâtab almıştır. Diğer taraftan insandan sâdır olabilecek bütün fiilleri, koyduğu kıymet hükümlerinin mutlak çerçevesi içine alır. Hiçbir beşerî fiili hâriçte bırakmaz. O derecede ki, fiil hâline gelmemiş olsa bile sadece müfekkirede bulunabilecek her türlü düşünce ve tasavvura bile cevap verir. Onları dahî hükümlerinin çerçevesi dışında bırakmaz. Meselâ rü’yâların fiilî bir mâhiyeti yoktur. Böyle olduğu hâlde İslâm, onlara karşı da bîgâne değildir. Kıymet hükümleriyle rü’yâların değeri veya değersizliği hakkında hükümler koyar. Bu misâli başka zihnî faaliyetlere de genişletmek mümkündür.
İNSAN FITRATINA TERS DÜŞEN DİĞER SİSTEMLER
Bir sistem insanı yönlendirirken bu aslî temâyüllerden herhangi birini yok farzederek kâideler koyarsa, insan fıtratının dayatması ve belli bir hadden sonra da isyân ve ihlâli ile karşılaşmaya mahkûmdur. Meselâ katoliklerin insan tabîatında aslî bir temâyül olan âile vâkıasını yok farz ederek rahip ve rahibelere evlenmeyi yasak etmesi bu kabîldendir. Buna riâyet insan fıtratını huzursuz edeceği gibi belli bir zaman sonra nice gizli isyân ve ihlâllere sevkeder.
Diğer taraftan insan fıtratının değişmeyen husûsiyetlerini kaale almayan sistemler devamlılık şansını da kaybederler. Çünkü eninde sonunda fıtrat, kendisine aykırı olan usul veya esası bendini çiğneyip geçen bir sel gibi berhevâ etmekten hâlî kalmaz. Nitekim muharref hıristiyanlığın elinde perîşân olan batı âlemi, nihayet onu hayatlarından çıkarıp sadece kiliseye hapsetmek durumunda kalmıştır. Hattâ pek çok fertleri, muharref hıristiyanlığın fıtrata ters tutumları ve ilim karşısında kör davranışları neticesinde dinsizliğin kucağına düşmüştür. Diğer taraftan dîn ihtiyacı da fıtrî olduğundan işi şeytana tapmaya kadar götüren nice sapık fırkalar ortaya çıkmıştır.
İSLAM'IN İNSAN FITRATINA UYUMU
İslâm, insan fıtratına âid ilâhî ve mutlak bir bilginin ışığı altında kâideler koyduğundan onun hükümlerinin eskiyip değerini kaybetmesi düşünülemez. Çünkü insan bu temel esaslar itibarıyla her zaman aynıdır. Meselâ kadınların hissîliği bertaraf olunamayacağına göre, onların belli mevzularda şâhidlik yapmaları hâlinde bu hissîliğin hesaba katılmaması, adâletin gerçekleşmesine zarar verir.
İnsan fıtratındaki menfî temâyüllerin beslenip azgınlaşma ihtimâline karşı ilâhî yasaklar, aksine müsbet temâyüllerin gelişip sahibinin şahsiyyetine hâkim olması için de emirler, dakîk bir sûrette tâyin edilmiştir. Bu, İslâm’ın realist (gerçekçi) olmasının îcâbıdır. Emirler ve nehiyler, bu değişmeyen müşterek temâyüller hakkında vârid olduğu hâlde değişken olan “maslahat” için insanlar serbest bırakılmıştır. Maslahata taalluk eden hiçbir hususta kat’î bir emir veya nehiy mevcud değildir.
Bu bahiste tebârüz ettirilmesi gereken bir diğer husus da insan tabîatında galebenin fıtraten müsbet temâyüllerde olması keyfiyetidir. Bu nükteye işaret için Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar.” (Buhârî, Cenâiz, 92) buyurmuşlardır.
Ebû Hüreyre"nin (ra) naklettiği diğer bir hadistede, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…”
(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22)
Allâh’ın rahmetinin gadabına gâlib olmasının bir neticesidir ki, âlemde umûmî bir huzur ve sükûn mevcuddur. Bir ormanda en vahşi ve kuvvetli hayvanların yanında en âciz ve zayıf mahlukların da barınabilmesi bu keyfiyetin bir misâlidir. Aynı gerçek, kâinâtın bir özü olan insan için de mevzubahistir.
Onda da celâlî ve cemâlî veya müsbet ve menfî temâyüller bir arada bulunmakta, lâkin hâricî tahrîk ve teşvîkler rol oynamaya başlamadan evvel cemâlî tecellîler yahut müsbet temâyüller gâlibdir. Yâni hayır lehine olan bu denge, çocuğun, içinde yetiştiği ictimâî muhitten tesirler almaya başlamasıyla bozulabilmektedir. İslâm, emirleriyle de nehiyleriyle de bu bozulmayı önleyerek -fıtrat-ı selîme- dediğimiz o ilk çocukluk yıllarındaki sâfiyet, berraklık ve temizliği koruyup geliştirmeye çalışır. İnsan yaratılışında mevcud olan menfî temâyülleri de yok farz etmediği gibi, yok etmek gâyesi peşinde de koşmaz.
Çünkü böyle bir gayretin neticesi hüsrandır. Ancak onları bir disiplin altına alarak yönlendirmeye çalışır. Meselâ şehevî hisleri Freud’un iddiâ ettiği gibi hiçbir kayıt ve şarta tâbî kılmadan serbest bırakmak yerine neslin devamına vesile olacak âilevî şartlar içine hasrederek Allâh adına bir akit olan nikâh ile meşrûlaştırır. İhtirası ulvî gayelere rabtedip ondan hayırlı neticelerin husûlünü sağlamaya çalışır. Mülkün Allâh’a âid olduğunu öğreterek onu en güzel şekilde tasarruf bereketi neticesinde mal hırsını ortadan kaldırır. Hasedi gıpta kalıbına döker. Diğer bütün menfîlikleri de bu sûretle düşünmek gerekir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam İman İbadet, Erkam Yayınları
YORUMLAR