Her İşi Anlamlı Her Emri Hikmetli

Hikmet sahibi insanlar her şeyin yerini ve önemini kavramışlardır. Önemsiz şeyleri abartma, önemli şeyleri ihmal etme hatası işlemezler. En önemli şeyleri en önemsiz şeyler için feda edecek ahmaklıklar yapmazlar. Aynı şekilde kendi yer ve değerlerini de bilir, ne şımarır ve azar ne de kendilerini ziyan edecek şekilde hayatlarını boşa harcarlar. Kendisine hikmet verilen kişiler sahip oldukları her şeyi (ömür, ilim, mal, sağlık vs.) de bir denge içinde yerli yerinde kullanırlar.

Hakîm kelimesinin kök anlamı tutmak ve engellemektir. Zulme engel olarak adaleti gerçekleştirene hâkim, tarafgirliğe engel olarak hakkaniyeti sağlayana da hakem denir.  “Kendine hâkim olmak” tabiri de buradan gelir. Buna göre hikmetli kişi “kendisini yanlış işlerden ve nefsani arzulardan alıkoyan, düşünceleri dosdoğru, davranışları hatadan uzak olan kimse”dir.

Allah Teala’nın “Hakîm” oluşu ise O’nun bütün sözleri ve fiillerinin en üst derecede adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olması demektir. Yüce Allah’ın ilminin ve fiillerinin mükemmelliğini ifade eden Hakîm ismi doğal olarak yaratılıştaki düzen ve hikmetin membaıdır. (Maide, 5/50.) Bu isim iledir ki her şey bir ölçü içinde ve kendine has amaçları kusursuz bir şekilde gerçekleştirecek bir sistem dâhilinde yaratılmıştır.

HİKMETTE TESADÜF YOKTUR

Elmalılı’nın deyişiyle: “Hikmette tesadüf yoktur. Tesadüf hakikate ve ilme nazaran değil, sebebini bilmeyen cehle nazarandır.” Bu nedenledir ki şeriatta hikmetsiz bir kural yoktur. Her emir ve yasağın “mekasıd-ı şeri’a”da, yani şeriatın genel amaçlarında bir yeri vardır ve yeni meselelere getirilen çözümler de bu genel hikmetlerle uyum içinde olmalıdır.

Hikmet doğruyu yanlıştan ayırt etme kabiliyetidir. Hikmet sahibi olan her şeyi layık olduğu yere koyar. Yani bütün işleri yerli yerincedir. Allah Teala’nın hikmetsiz iş yapmaması O’nun her işi anlamlı ve olması gerektiği gibi olduğu demektir. Ne var ki insanın aciz kavrayışı çoğu zaman olaylardaki hikmeti idrak edemez. O yüzden insanlık hiçbir zaman vahiyden mahrum bırakılmamıştır. Vahiy yoluyla gelen bilgi yaratılışın anlam ve hikmetini bilmenin tek yoludur. Varlığın hikmetini kavramak isteyen insan mutlaka vahiyden beslenmek zorundadır. (Yunus,  10/109.)

HİKMETİN ZIDDI

Hikmetin zıddı “sefeh”tir. Anlamsızlık, ilkesizlik, isabetsizlik ve ahmaklık demektir. Sefih yaptığını bir amaç ve hedef gütmeden, rastgele ve başıbozuk, isabetsiz ve uygunsuz yapan, hayatın anlamını kaybetmiş kişi demektir. Böyle olduğu içindir ki kime hikmet verilmişse ona çok büyük bir hayır verilmiştir. (Bakara, 2/269.) Bu ayetin tefsirinde Elmalılı hikmet olmadan bin işte bir hayır elde edilirse hikmetle binlerce hayra erileceğini söyler ve büyük bir fazlı ilahi olan hikmetin de ancak temiz öz, halis akıl sahiplerine nasip olacağını belirtir. Ona göre “Allah’ın verdiği aklı şehevata ve şeytanın vesveselerine kaptıranlar ne varidatı enfüsiyeyi ne de mevarid-i afakiyeyi tezekkür ve tefekkür edemezler. Öyle olunca da tariki hikmette yürüyemezler.”                                                                                      

KUR'AN'DA HAKÎM 

Hakîm kelimesi Kur’an-ı Kerim’de doksan yedi yerde geçmektedir. Bunlardan beşinde Kur’an’a nispet edilmekte ve böylece hakîm vasfı hem Rabbimizin ismi hem de O’nun kelamının sıfatı olmaktadır. (Yunus, 10/1; Lokman, 31/2.) Kur’an’ın Hakîm diye isimlendirilmesi onun baştan sona hikmet dolu olduğunu; içinde hikmetsiz hiçbir söz bulunmadığını ifade eder.

Hakîm bir ayette de Kur’an’ın indirildiği “mübarek bir gece”de tespit edilen her işin sıfatı durumundadır. (Duhan, 44/4.) Kalan doksan bir ayetteki hakîm ismiyle on yerde geçen hikmet kelimesi ise Allah’a izafe edilmektedir. Kur’an’da Allah’ın ismi olarak yer alan hakîm kelimesi hiçbir ayette tek başına geçmemiş, geldiği ayetin muhtevasını pekiştirecek şekilde Aziz, Alîm, Habir, Vasi, Alî, Hamid ve Tevvab gibi isimlerle birlikte kullanılmıştır. Bunların her biri bilhassa sonunda geldikleri ayetlerin muhtevası dikkate alındığında ayrı ayrı nükteler taşır. Mesela Hakîm vasfı Alîm ismiyle birlikte ve genelde ahkâm ayetlerinden sonra gelmesi Allah Teala’nın sınırsız ilmi sayesinde hikmetsiz iş yapmadığını, insan için yararlı ve zararlı olanı bildiğini; bu nedenle de her emir ve yasağının insanların lehine olduğunu ifade eder. Aynı şekilde hüküm bildiren ayetlerden sonra Aziz ve Hakîm isimlerinin geldiği yerlerde de O’nun emrine muhalefetten sakındırma vardır. Aziz isminin Hakîm’le birlikte olması bu güç ve kudretin hikmetsiz kullanılmayacağını işaret etmesi bakımından ayrıca rahmet ifade etmektedir.

HAKÎM TECELLİ EDERSE 

Hikmetin “anlam” demek olduğunu söylemiştik. Böyle olunca bu ismin tecelli ettiği kişi hayatta cereyan eden işlerin künhünü kavramış demektir. Çünkü o büyük resmi fark etmiş, hayatın sırrını sezmiş, olana bütün içinde bir anlam verebilmiştir. Hayatın sadece dünyadan ibaret olmadığını ve anlamın bu dar âlemle sınırlanmadığını bilmiştir. Bu idrak insanı kendi kontrolünde olmayan olaylar hakkında daha iyimser, daha sabırlı ve daha dirençli kılar. Hikmete talip olanın Hakîm’in tecellisi nispetinde varlığın anlamını kavraması ve olanla olmayanda tecelli eden hayırları görmesi mümkün olur. (Fatır, 35/2.) Böyle insanlar yaşam olaylarının peşi sıra bilinçsiz bir şekilde sürüklenmez; yaşadığı her olay onu geliştiren bir fırsata dönüşür.

Hikmet sahibi insanlar her şeyin yerini ve önemini kavramışlardır. Önemsiz şeyleri abartma, önemli şeyleri ihmal etme hatası işlemezler. En önemli şeyleri en önemsiz şeyler için feda edecek ahmaklıklar yapmazlar. Aynı şekilde kendi yer ve değerlerini de bilir, ne şımarır ve azar ne de kendilerini ziyan edecek şekilde hayatlarını boşa harcarlar. Kendisine hikmet verilen kişiler sahip oldukları her şeyi (ömür, ilim, mal, sağlık vs.) de bir denge içinde yerli yerinde kullanırlar. Ancak “yaptığı her işte, her sözünde ve davranışında mutlaka bir hikmet vardır” sözü Allah’tan başkası için kullanılmaz. Çünkü insanın bilgisi, görüşü, eşyanın bütününü kavrama kabiliyeti ne kadar sınırlıysa hikmeti de o oranda sınırlıdır.

Son olarak Hakîm olan Rabbimizin hikmet tecellilerine açık olmak için bilgi ve kavrayış gücünün yetmeyeceğini de hatırlatmamız gerekir. İslam uleması bu noktada davranışa dönüşmeyen, yani gereğine göre yaşanmayan bilginin hikmetle sonuçlanmayacağını özellikle vurgularlar. Hikmetin marifet ve bilgiden farkı da budur. Hikmetle amel arasındaki bu ilişkiyi Elmalılı şöyle açıklar: “İlim ve ameli cem edemeyene hakîm denmez. Herhangi bir ilm-i nazari bizzat bir hikmet olmadığı gibi tesadüfi olan her hangi bir ameli gayrı ilmi de öyledir.”

Kaynak: Fatma Bayram, Diyanet Dergisi, Ekim-2017

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.