Her Müslüman İçin Olmazsa Olmaz Hassasiyet
Her an şuurla ve her an diri olma hali, sadece tasavvufun önemsediği bir karakter yapısı değildir. Sufi arayan insandır. Diriliğin peşinde koşandır. Şuurunu bileyendir. Bu, her Müslüman için olmazsa olmaz bir hassasiyettir.
Müslümanın karşı karşıya kalabileceği tehlikelerin en büyüklerinden birisi haşlanmış kurbağa sendromudur.
Şöyle bir şeydir o:
Kurbağayı kızgın su veya yağın içine koyduğunuzda sıçrayıp dışarı çıkıyor. Ancak soğuk-ılık bir su içinde alttan yavaş yavaş ısıttığınızda ısının farkına varmıyor ve bir süre sonra, haşlanıyor.
Müslüman... İnancı ve değerleriyle ilgili çok sert bir müdahale ile karşı karşıya kaldığında bütün refleksleri harekete geçiyor ve inancına, değerlerine sımsıkı sarılıyor.
Ancak etrafını kuşatan bir iklim içinde zehiri azar azar soluduğunda, kalbindeki ve dimağındaki dönüşümün farkına varmıyor ve bir süre sonra hayatı, İslam’la bambaşka hayat tarzlarını bir arada yaşayan kişiliği karmakarışık bir insan haline gelebiliyor.
Diri bir şuur ve onun inşa ettiği bir hayat. Müslüman için bütün zamanların kişilik sırrı burada.
İSLAM'A GELENLER İÇİN İKİ ŞEYİN İDRAKİ ÖNEMLİDİR
Müslüman olmak şuurlu bir seçiştir, Müslüman kalmak da şuurlu seçişlerle gerçekleşir.
İnsan kelime-i şehadeti şuurla söyler.
Bunu belki dededen atadan İslam’ı tevarüs edenler hemen hissetmeyebilirler. Ama başka dünyalardan İslam’a gelenler için iki şeyin idraki önemlidir: Allah’ın varlığı ve birliği, Hazreti Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğu...
Önceki hayatında Yaratıcı’nın varlığının farkında değilse, onu idrak edecek, “Çoklu İlah” gibi bir inançta ise, inancını “Tek İlah” tarzında tashih edecek.
Bunun adı imandır. İman idrak işidir. İçine idrak konmayan imanın insan kişiliğini belirleyici bir ana kaideye dönüşmesi mümkün olmaz.
Mehmet Akif’in “İmandır o cevher ki ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” demesi bundandır. Müslümanın ana kaynağıdır iman. Orada seçme diriliği olmadığında, onun üzerine bina edilecek Müslümanlığın her safhası da şuur – idrak diriliğinden mahrum olur.
İSLAM İDRAKLE KAVRANDIĞINDA YENİ BİR HAYATI İNŞA GÜCÜ OLUR
İmanın bütün umdeleri, ancak idrakle kavrandığında yeni bir hayatın inşa gücü olurlar.
“Marifetullah – Allah’ı bilmek” idrakle olur.
Ahiret bir idrak diriliği ile hayata istikamet verir.
Peygamber, Kitap... ancak idrak diriliği ile hayat verici bir iksir mahiyeti kazanır.
İman alanının idrakle donanması İslam’la buluşmanın olmazsa olmazıdır.
Ancak İslam’a girdikten sonra da şuur diriliğinin devam etmesi lazım.
Mühtediler şayet şuurlu bir “Îslam seçimi” yapmışlarsa bunu ararlar.
Diyelim böyle, yeni İslam’a girmiş birisi, namazı öğreniyor ve Allah’ın huzuruna duruyor.
-Allah’ın huzuruna durmak... öyle basit bir şey olamaz, diye düşünecektir mutlaka. Bir derinlik arayacaktır ruhunda. Nasıl bir şeydir o?
Evvel ezel Müslüman olan birisine soracaktır mesela:
-Siz namazlarınızda o derinliği nasıl sağlıyorsunuz? Ben içimi yeterince dolu hissetmedim.
Evel ezel Müslüman olan, bir an duraklayacaktır o anda. Belki de içinde hiç aramadığı bir şeydir kendisine sorulan. Biraz İslam kültürüne dair bir müktesebatı varsa, kendi kendine “Huşuu kastediyor olmalı” diyecektir.
Sonra kendi gönül dünyasını sorgulamaya devam edecektir:
-Namazda gerçekten Allah’ın huzurunda durmak nasıl bir şey, diye soracaktır kendi kendine? Secde nasıl bir şey? Rüku nasıl bir şey? Kıyam, kıraat nasıl bir şey? “Allahüekber” nasıl bir şey? En başta “Niyet” nasıl bir şey? Biz gerçekten namaza duruyor muyuz namaza durduğumuzda?
İSLAM'IN DÜNYASI
İslam’ı yeni kabul eden kişi, namazı an an keşfettiği gibi, sonra, hayatın her safhasını - her boyutunu - her anını İslam’a göre belirlemek gibi bir işe koyulacaktır.
İslam bir hayat tercihi çünkü. Bir dünya görüşü, kainâtı okuma tercihi. Bir varoluşu anlamlandırma tercihi. Bir “yeni insan oluş” tercihi. “Falanca dünyadaydık buraya, İslam’ın dünyasına geldik ve bizde herhangi bir değişiklik olmadı”, bunun ne anlamı olur ki? Ya da tersinden, “İslam’ın içindeydik, başka dünyalara gittik, baktık ki zaten öyle yaşıyormuşuz” böyle bir duygu yaşıyorsak, önceki hayatımızın İslam olduğunu söylemek mümkün olur mu?
İslam yepyeni bir hayattır. Ve bünyesine aldığı insan, eğer, bilincini kullanıyor ise, onun kişiliğini yeniden inşa eder.
Aslında biraz derin düşünülürse, insan “Nefes nefes” yaşıyor hayatı. Bir nefeste doğuyor, bir nefeste ölüyor.
Derin düşünülürse, verilen her nefesin hakkını vermek, onu Müslümanca yaşamak, ahirete de iman ile ve imanın dokuyacağı davranış kalitesinde göndermek gerekir.
“Son nefes duyarlılığı” dediğimiz şey, aslında “Her nefes duyarlılığı”dır. Çünkü hangi nefesin son olduğunu bilmeyiz ve nefesleri bize lutfeden Kudret, son nefesin ne zaman geleceğini bildirmemiştir.
Derin düşünenler, her nefesi son nefes gibi yaşamaya gayret ederler.
Derin düşünmek, her davranışa şuur yüklemektir.
İBN'ÜL VAKT NE DEMEKTİR?
Sufiler’in “İbn’ül vakt olma” disiplini, aslında her nefesi, yani her nefesin içine girecek olan davranışı, hayat parçasını, farkında olarak yaşamak, şuurla yaşamak, seçerek yaşamak demektir.
“İbnü’l vakt”in anlamı “Vaktin çocuğu” demektir.
Vaktin çocuğu ne demektir?
Her an yeniden doğan demektir.
Yani her davranışın “Müslümanlık kalitesi”ne bakan, içini “Allah görüyor” bilinciyle dolduran, “Ben bu davranışı yarın Allah’ın huzuruna taşıyabilirim, Yüce Huzur’da onun görülmesinden utanmam, yüzüm kızarmaz, kararmaz, onu orada savunabilirim, bu davranış boş değildir, yanlış – çarpık - defolu değildir” itmi’nanına ulaşan...
Tasavvuf bu haliyle yola gireni serapa şuur diriliği içinde tutan bir mekteptir.
“Mürid” yola iradesiyle giren kişi anlamına gelir. Yola seçerek girilir. Yol seçilir, yol Allah’a götürüyor mu, diye bakılarak seçilir. Yolun öncüsü seçilir, öncü Allah yolunda mı, her davranışını seçiyor mu, diye bakılarak seçilir.
Zikir, bir şuur diriliğidir. Şuuru diri tutmak için akla ve kalbe zikir - zikir - zikir yüklenir.
“Yaratanı unutma, Yaratanı unutma, Yaratanı unutma!”
O’nu unutmazsan, hiçbir şeyi unutmazsın.
Gaflet bilinç kaybıdır.
O’nu unutmazsan gaflet denen bilinç kayıplarını yaşamazsın.
Vaktin çocuğu olmak, yolda hep yeniden doğmak, hep genç kalmaktır. Fizik yaş ne olursa olsun, gönül yaşının civan olmasıdır. Pörsümemektir. Aşınmamaktır. Yorulmamaktır.
Vaktin çocuğu olmak, mütemadi - tükenmez bir iç enerji yenilenmesi demektir.
Nasıl olacak o iş?
Gözler yıpranıyor, gönüller yıpranıyor, dimağlar yıpranıyor.
İçinde yaşadığımız, farklı inanç tortularının oluşturduğu iklim, damarlarımıza nüfuz ediyor ve gözlerimizi, gönüllerimizi bürüyor.
NEFİSLE CİHAD BÜYÜK CİHAD
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz’in “nefisle cihadı büyük cihad olarak tanımlaması” tam da bu noktada anlam kazanıyor.
“Tasavvuf; nefse karşı sulhü olmayan bir cenktir.” tesbiti tam da bu noktada anlam kazanıyor.
Tasavvuf her an diri, her an şuur halinde kalma arayışıdır. Mürid asla gassal elindeki meyyit değildir. Teslimiyetinin her anı şuurla seçilmiştir. Halika isyanda mahlûkun elinde meyyit olan bir sufi olabilir mi? Her an masiva-Allah’ı kalbinden kovma cehdinde olan bir insan, uydum kalabalığa der mi?
Şunu da belirtmeliyiz ki, her an şuurla ve her an diri olma hali, sadece tasavvufun önemsediği bir karakter yapısı değildir. Sufi arayan insandır. Diriliğin peşinde koşandır. Şuurunu bileyendir. Bu, her Müslüman için olmazsa olmaz bir hassasiyettir.
Şunu söyleyebiliriz: İslam kalitemiz, içine ne kadar dirilik ve şuur koyduğumuzla birebir aynıdır.
Müslümanlığımızın kalite kaybına uğramaması için, Yunus’un “Her dem yeniden doğma” gayretini kuşanmamız gerekiyor. Rabbimiz o şuur diriliğini lutfetsin bizlere. Amin.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı
YORUMLAR