Her Sabah Kendimize Sormamız Gereken Soru
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi her sabah kendimizi sorgulamamızın gerektiğini anlatıyor.
Gazâlîʼnin güzel bir nasihati var, diyor ki:
“Her müʼmin sabah namazını kıldıktan sonra kendisine şu hatırlatmalarda bulunmalı, kendini şu şekilde bir istintaka / bir sorgulamaya çekmeli:
«Benim sermâyem ömrümdür. Ömrüm gidince sermayem de gider ve artık kazanma imkânı kalmaz. Bu başlayan gün, yeni bir gündür. (Cenâb-ı Hak; “وَالْفَجْرِ” (“Fecre andolsun.” [el-Fecr, 1]) buyuruyor.) Allah Teâlâ bugün de bana müsaade ederek ikramda bulundu. (Dün ölenler vardı milyonlar, bugün ben ölmedim, yaşıyorum. Hayat takviminden bugün Allah bana bir sayfa daha açtı.) Eğer ömrüm son bulsaydı elbette bir günlüğüne de olsa dünyaya geri dönüp çokça sâlih amel işlemeyi temennî edecektim. (Âyet-i kerîmede de öyle:
“Ölüm ânı gelir de; «Yâ Rabbi Sen beni tehir etsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam» demeden evvel…” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor Cenâb-ı Hak.)
Şimdi farz et ki öldün (diyor Gazâlî). Bir günlüğüne dünyaya dönmeye izin verildi. Bir gün dünyaya döneceksin. O hâlde bugün nasıl bir dünya, o gün nasıl bir gün yaşarsın?»” diyor.
Yine rahmet insanının, emr biʼl-mârûf ve nehy aniʼl-münkerde bulunması:
Cenâb-ı Hak:
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ buyuruyor.
“Siz, insanlığın iyiliği için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz…” (Âl-i İmrân, 110) İnsanlığın hayrı için çıkarılmış.
Ne yaparsınız:
“…İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz...” (Âl-i İmrân, 110)
Yine Cenâb-ı Hak:
“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104) buyuruyor.
Demek ki düşüneceğiz: En büyük “Rahmet Peygamberi”ne ümmet olduk. En büyük “Rahmet Kitabı”na muhatap olduk. En büyük “Rahmet Cihânı”na gönderildik.
Demek ki bir “Rahmet İnsanı” olmaya, bir son nefes selâmeti kazanmaya gayret etmemiz lâzım.
Zira Cenâb-ı Hak:
“…Verdiğimiz nîmetlerden elbette sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ buyruluyor.
Ne isteniyor:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
(“Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])
Cenâb-ı Hakʼla beraber olmamız isteniyor.
Bir de kıyâmet hesabından çekinmemiz arzu ediliyor. Çok duâ etmemiz. Zira Cenâb-ı Hak, A‘râf Sûresi 6. âyet:
“Elbette kendilerine peygamber gönderilen toplumları da, gönderilen peygamberleri de hesaba çekeceğiz.” buyruluyor.
Peygamberlerin hepsi Cennetlik. Onlar da hesaba çekilecek. Onlar da ümmete tebliğden hesaba çekilecek. Onun için Vedâ Hutbesiʼnin sonunda Rasûlullah Efendimiz soruyor:
“‒Ümmetim! Tebliğ ettim mi?” diyor 120 bin sahâbîye.
“‒Evet yâ Rasûlâllah! Tebliğ ettin.” diyorlar.
Efendimiz elini kaldırıyor:
“‒Yâ Rabbi! Şâhit ol.” diyor.
Tekrar soruyor Efendimiz, duymayan etmeyen var mı?
“‒Tebliğ ettim mi?”
“‒Tebliğ ettin yâ Rasûlâllah!”
Yine elini kaldırıyor:
“‒Yâ Rabbi! Şâhit ol.” diyor. Üç sefer tekrarlanıyor.
Efendimiz bile “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet) kendisi, sorgulanmanın bir endişesi içinde.
Tek çâremiz helâlleşme -bir yanlış yapmışsak. Onu telâfi etme ve bol bol şahsî hatâlarımız için de istiğfâr etme. O şekilde bir “rahmet insanı” olmaya gayret etme.
Rahmetin âile hayatına yansıması:
Ailedeki fertler, eğer rahmet insanı olursa, o âile hayatında da rahmet tecellî eder.
Cenâb-ı Hak insanın iffetli olarak yaşamasını istiyor. İffet, mahlûkat arasında yalnız insana ve cinlere âit bir keyfiyet. Toplumların düzeni, fertlerin iffetli yaşamasına bağlı. İnsanların, toplumun olgunlaşması, insanın kemâle ermesi, onun iffetli yaşamasına vâbeste, zarûrî.
Cenâb-ı Hak âyette üç husûsiyet bildiriyor:
لِتَسْكُنُوا buyruluyor. Huzur ve sekînet verecek evlilik. Hangi; bir takvâ üzerine olan bir evlilik. Âilede huzur olursa, o huzur hayatın her safhasına yansır.
مَوَدَّةً buyruluyor. Sevgi olacak, muhabbet olacak. Süflî muhabbetlere meyil kalkacak, ulvî muhabbetler artacak. O da Cenâb-ı Hakkʼa (Oʼnun muhabbetine) bir basamak teşkil edecek.
Muhabbetin merkezi Cenâb-ı Hakʼtır. Âile hayatı, eşleri muhabbetin merkezine yöneltirse, sevginin hakîkî lezzeti tadılmış olur.
رَحْمَةً buyruluyor. Bilhassa yaşlılıkta birbirlerine destek olacak.
Efendimiz, üsve-i hasene; örnek şahsiyet. Oʼnun yuvası da örnek. Efendimizʼin yuvası, dünyanın en mesut yuvasıydı. O yuvadan burcu burcu saâdet râyihaları yayılırdı. O yuvada günlerce sıcak yemek olmazdı. Fakat sabır vardı, rızâ vardı, teslîmiyetin, kulluğun, takvânın, bir kul olmanın bir lezzeti yaşanıyordu.
Efendimizʼin kızlarının dünya gözüyle müreffeh bir hayatı yoktu. Fakat onların Allah Rasûlüʼne coşkun bir muhabbeti vardı. Onlara bir, kızlarına bir mîras bırakmadı Efendimiz. Peygamberlerin bir mirası yoktu. Onlara bir karakter ve şahsiyet mirası bıraktı. Fâtıma Vâlidemizʼi çok severdi. Dâimâ takvâya yönlendirirdi.
Bu sebeple en hayırlı anne-baba, evlâdına âhiret mirası bırakan anne-baba. O da çocukluktan başlar onların eğitimi. Sonradan olmaz. Sonradan olunca, ağaç yaşken eğilir, ondan sonra olmuyor. Çok şikâyetler geliyor, mektuplar geliyor.
Onun için bir anne-baba merhametli olacak yavrusunu ufak yaşta İslâmî bir, gönlüne bir şevk, bir huzur vermeye gayret edecek. Rasûlullah Efendimizʼi sevdirecek, Cenâb-ı Hakkʼı sevdirecek, Kurʼân-ı Kerîmʼi sevdirecek.
İşte Rasûlullah Efendimizʼin terbiye metodu en güzel terbiye metodu. İşte Hasan Efendimiz, Hüseyin Efendimiz, torunları. İşte kızı Fâtıma Vâlidemiz.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74])
“Yâ Rabbi” diyoruz, “bize zevceler”, eşler. Nasıl bir eşler olacak: “Gözümüzün nûru olan eşler.” Takvâ, müttakiyye olan.
اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ: Anne bir mektep olacak, anneler. Ondan sonra zürriyet. O zürriyetle, o annelerde (yetişecek) zürriyetle “قُرَّةَ اَعْيُنٍ” o da göz nûru olacak.
وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا
Biz de takvâda bir önder olacağız. Rehber olacağız yaşayışımızla. Cenâb-ı Hak bizden böyle bir toplum, bir âilenin bir saâdet içinde yaşamasını arzu ediyor.
Huzurlu evlilikte 5 tane şart var:
Bir; muhabbet olacak:
Menşei Cenâb-ı Hakʼtır, “el-vedûd”. İki tarafın Allah rızâsına uygun bir şekilde bu hâlini artırması. Birbirinin rûhuna girecek bir damar bulmaları.
Sadâkat olacak: Zor zamanlarda tarafların fedakârlığı… Efendimizʼin “hüzün senesi”ni unutmamak.
Karşılıklı saygı: Samimiyet olacak, lâubâlîlik olmayacak. Vakar olacak, kibir olmayacak. Tevâzu olacak, zillet olmayacak. Evlilikte hudutlar iyi korunmuş olacak.
Sabır olacak: Taraflar zor zamanlarda birbirlerinin güzel huylarını düşünecek. Aralarında bir münâkaşa olmayacak. Olursa da çocukların dışında olacak. Çocuklar o manzarayı seyretmeyecek.
Mesʼûliyet olacak: Taraflar birbirinin vazifelerini ihmâl etmeyecek. Tarafların anne-babaları da aynı hâle gelecek. Bilhassa emanet olan yavruları hayır-hasenat ile teçhiz edilecek.
Evlâtlarımızın hayırlı bir evlât olması için, biz de sâlih ve sâliha babalar ve anneler olmaya mecburuz. Aksi hâlde -bu dünyada beraberiz- orada yol ayrımı olur öbür tarafta. يَوْمُ الْفَصْلِ buyruluyor. Bir ayrılma zamanı gelecek.
Cennettekilere:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58]) denilecek. Onlar bir selâmla, bir ihtiramla karşılanacak.
Aşağıdaki âyette de:
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
“Mücrimler! Siz şuradan ayrılın…” (Yâsîn, 59) diyecekler.
Bir taraf Cennetʼe, bir taraf Cehennemʼe. Ne fecî bir manzara!
Orada anneyle evlât birbirinin ne şekilde bir yüzlerine bakacak? Onun için en şefkatli, merhametli anne-baba, evlâdını küçük yaşta bir Kurʼân Kursuʼndan, bir Kurʼân terbiyesinden geçiren, İmam Hatip vs. onun terbiyesiyle meşgul olan, onları zamanın şerrinden koruyabilen anne-babadır. Böyle bir anne-baba, ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
Bütün yavrularımızın, evlâtlarımızın, kendimizin selâmeti, son nefes selâmeti, bu niyaz ile Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!